Güncelleme Tarihi:
Daha önce İstanbul Yahudilerinin yaşamına dair bir deneme kitabı daha yazmıştınız; ‘Bugün Pazar Yahudiler Azar’. Bu ikinci kitabı yazmaya neden gerek duydunuz?
- Benim şiirimde de çok kişisel unsurlar, kişisel tarih vardır ama hiçbir zaman bu kişisel anlatıları anı olarak düşünmüyorum. Edebiyat olarak düşünüyorum. Onun için bildiğim her şeyi anlatayım, hayatlarının hikâyesini araştırarak yazayım gibi bir kaygım yoktu. Ben orada hayatın garipliği, ölümlülük, hayatta bir şey yapıp yapmamanın önemi ya da önemsizliği gibi cebelleştiğim, hesaplaştığım konular için vesile ediyorum ailemin öyküsünü. Kurgusal aile yerine içinde yaşadığım ortamı, kişileri ve toplumu anlatarak bu hesaplaşmayı yapıyorum.
◊ Kurgulamaya gerek bırakmayacak kadar verimli bir kaynağınız var...
- Evet. Özellikle büyükanne ve büyükbabalarımın hayatları gerçekten çok ilginç. O kuşağın hayatı zaten ilginç; iki tane dünya savaşı yaşamışlar. Kapitalizmin patlama dönemini, getirdiği hızlı değişiklikleri yaşamışlar. Benim ailemde ayrıca bir de göç olgusu var. 1925’te baba tarafım Polonya’dan gelmiş. Gelinen ülkede hem Polonyalı olduğu için yabancı ayrıca da Yahudi azınlık... Bütün bunlar bana kurgusal bir aile yaratma gerekliliği bırakmıyor.
◊ Pek çok şeyin nedenini, nasılını bilmediğinizi yazıyorsunuz. Biraz da hiç sorulmamış sorular, anlatılmamış hikâyeler kitabı gibi. Sormak, iş işten geçtikten sonra mı aklınıza geldi?
- Tabii ama bu da işte hayatın bir ilginçliği değil mi? Yaşarken, her şey insana son derece doğal geliyor. Birileri ölmeye başladığı zaman birdenbire dank ediyor. Aklımıza geldiğinde de soracak kimse kalmamış oluyor.
◊ Aile büyükleriniz sorulmadan anlatmaz mıydı?
- Bir keresinde defter alıp dedemin yanına gittim ve sorular sordum. Kitaptakilerin çoğu o bilgiler. Hiç konuşmadıkları Polonya’ydı. Onu da anlayabiliyorum, Nazilerin işgaliyle birlikte bütün aileyi kaybetmişler. Ermeni arkadaşlarıma sordum, size 1915 çocukken anlatılır mıydı, diye. Hiçbiri çocukken bilmezmiş. Bir çocuğu soykırım anlatarak büyütmek pedagojik anlamda doğru bir şey değil. Anlatan açısından da acıları hatırlatması bakımından hoş değil.
YAHUDİNİN
KÖYLÜSÜ OLMAZ
◊ 1950’lerde, 60’larda İstanbul’daki cemaatin hayatı nasıldı?
- Cemaat çok monolitik değil, Türkiye’deki yaygın kanının aksine yoksul kesimleri de var. Özellikle o yıllarda daha çok vardı. Benim bildiğim ve kitaplarımda anlattığım hayat, belli bir gelir düzeyine sahip kesime dair. Her yaz bir ev kiralar, yazlığa giderdik. Bu yazlıklar bugün İstanbul’un merkezinde kalmış semtlerdeydi; Yeşilköy, Bostancı gibi. Yeşilköy o zaman gerçekten köydü. Yazlığa gitmek bugün çok kolay bir şey değil. Beni önce İngiliz High School’unda (Bugünkü Nişantaşı Anadolu Lisesi), sonra da Robert Kolej’de okuttular. Bunlar da bugün çok ciddi bir para. Ama bizimki zengin bir aile değildi. O zaman nüfus daha az olduğundan herhalde rekabet de azdı ve bunları yapmak için bugünkü kadar para gerekmiyordu. Yazlıklarda Yahudi çocuklardan oluşan çok geniş bir arkadaş çevrem vardı. Onların aileleri de benimkilerin karbon kopyasıydı. Yahudi-Müslüman ayrışmasının ortadan kalktığı ilk kuşak benimkiydi.
◊ Aileniz Maçka Palas, Doğan Apartmanı gibi İstanbul’un sembol apartmanlarında yaşamış hep...
- Yahudilerin kültürel bir farklılığı kentli olmak, Yahudinin köylüsü olmaz. Kentli olunca da apartmanda yaşıyorsun.
◊ Anlattığınız İstanbul bugün yok. Caddelerin isimleri değişti, o pastaneler, plakçılar kalmadı. Şehir şimdi çok daha hızlı değişiyor, 25 yaşındaki insanlar bile nostaljik. Siz nasıl hissediyorsunuz?
- Ben sosyalistim, değişimin çok doğal olduğunu düşünüyorum. Hızlı değişimin nedenlerini, kapitalizmle ilişkisini anlayabiliyorum. İstanbul’un başına gelenler elbette üzücü. Türkiye’deki azgın ve az denetimli kapitalizmin sonucu bu. Öte yandan 60 yaşını geçince insana bir şey oluyor, diğer yaş dönemlerinden çok daha ağır bir travma. 1960’ların İstanbul’u benim gençliğim, bu bakımından elbette nostalji var. O İstanbul yok ama daha önemlisi 22 yaşındaki Roni artık yok. Bana ne pastaneden!
◊ Okul arkadaşlarınızın isimlerinde etnik olarak müthiş bir çeşitlilik var. Bugün böyle bir şey kalmadı. Bu tektipleşme size yabancı gibi hissettiriyor mu?
- Kişisel bir yabancılaşma duygusu yaratmıyor ama yazık oluyor diye düşünüyorum. Ülkenin kültürel zenginliği kayboluyor. Bunu tek düşünen ben değilim zaten. Türkiye’de 50-60 bin Ermeni, 15-20 bin Yahudi, 1500 Rum kaldı. Bu çok fakirleştirici. Bunlar bu toprakların insanlarıydı.