Güncelleme Tarihi:
◊ Hikâyenin en başına dönelim mi? Hep müzik ve eğlence hayatının içinde miydiniz?
Bursalıyım. Üniversiteyi kazanınca İstanbul’a geldim. Aksine müzikten çok uzak, asosyal biriydim.
◊ Üniversitede hangi bölümde okudunuz?
İTÜ’de inşaat mühendisliğindeydim. İlk işimi de o sayede kurdum. Üniversitede tek bağlantıyla birden fazla bilgisayarı internete bağlayabildiğimi öğrendiğimde arkadaşlarıma “Üç bilgisayarımız var, üç tane daha alsak. Bir yer açıp saatlik kiralasak” dedim.
◊ İnternet kafe mi?
Evet. Beşiktaş’ta bir binanın ikinci katında yer bulduk. İki ayda 12 bilgisayar daha alıp bir yer daha açtık. Ve ardından 60 bilgisayarla Türkiye’nin en büyük internet kafesini Akaretler’de hayata geçirdik. Üç arkadaş bu işten çok para kazandık. Sonra bir de Halaskârgazi Caddesi’nde bilgisayar kursu açtık. İyi gitti ama uzun sürmedi. İnternet kafelerin kalitesi de düştü. Kafeyi kapatıp malları paylaştık. Payıma bir projeksiyon cihazı düştü. Hayatımı değiştiren de o oldu.
“SİNEVİZYONCU İBRAHİM”
◊ Nasıl?
10 yıl 5 arkadaş aynı evde kaldık. Bayağı seviyordum o hayatı, sobamızı yakıp üstünde çay demliyorduk. En büyük zevkimiz öğrenci evinde duvara o projeksiyonu yansıtmaktı. VCD’den film izliyoruz, çekirdek çitliyoruz. Okuldan 2000 yılında mezun olduğumda yine hiçbir şey kalmamıştı elimde. Bir gün Kadıköy’de korsan konser VCD’leri satan, Hakan diye rock’çı bir arkadaşım “Film izleyeceğine bunu izle” diye bana Pink Floyd’un 1995 tarihli ‘Pulse’ adlı konser filminin VCD’sini getirdi. Manyak bir ışık, manyak bir ses, manyak bir müzik… Sonra bana bütün arşivini kopyaladı. ABBA’dan AC/DC’ye… Şimdi bakıyorum da gerçekten ‘business’ (işletme) kafam varmış. Çünkü onları izleyince gitar çalmaya hiç heveslenmedim ya da prodüksiyon ve ışık yapmaya...
◊ Peki, neye özendiniz?
Bu VCD’lerin listesini yapıp Beyoğlu’na çıktım. O sıralarda içki içmiyorum, doğal olarak barları da bilmiyorum. Kemancı’dan Caravan’a önüme çıkan barın kapısını çaldım. “Ben VJ’lik yapıyorum. Projeksiyon cihazım var, sizin ses sisteminize bağlıyor ve konser yayımlıyorum. Ücreti de 15 lira” dedim. İlk olarak The Beatles Cafe kabul etti, “Yarın 16.00’da gel” dedi. Hemen gidip Sümerbank’tan 2 metre nevresim bezi aldım perde olarak kullanmak için. Ertesi gün her şeyi sırtıma yükledim, gittim. O gün ilk işimi başarıyla sonuçlandırdım. Derken yedi günüm doldu, adım ‘Sinevizyoncu İbrahim’e çıktı. Sonra Caravan Rock Bar’ın sahibi Nevin Abla (Okumuş) bana dört gün, beşer saat müzik yapmam karşılığında 2 bin 500 lira maaş teklif etti. O zaman inşaat mühendisi arkadaşlarım 875 lira alıyor, düşünün. Yerimi sağlamlaştırınca Beyoğlu’nda bir de ofis açtım.
◊ Neden?
Gündüzleri başka işler kovalamak için… Dubleks bir daire kiraladım. İçi kırık dökük… Boyadım, girişe ofis yaptım. Üste de cep sineması kurdum. Salaş bir yerdi ama acayip iş yaptı. Sonra bir gün internette taksim.com alan adının 10 bin dolara satılık olduğunu gördüm ve pazarlıkla 5 bin dolara aldım. Taksim’i tanıtan, nerede, ne var gösteren güzel bir site yaptık. Beyoğlu’nda beni tanımayan kimse kalmamıştı. Sonra bir de Beyoğlu’nun dergisini çıkardım: Taksimania. Bu dergiyle birlikte iyice güçlendim.
◊ O dönem Beyoğlu’nda rock barlar gözde değil mi?
Evet, normal barlar da var ama rock barlar çok daha gözde. Ben de bir tane açmaya karar verdim. Reis Çelik’in (yönetmen) Alman Bira Evi vardı İmam Adnan Sokak’ta. Devrediyordu. Anlaştık ve Dorock’ı açtım.
◊ Dorock bu kadar iyi giderken Jolly Joker macerası nasıl başladı?
Bir gün Önder diye bir arkadaşım “Sana bir grup dinletmek istiyorum” dedi. Karşımda Dolapdere Big Gang. Darbuka var, kanun var, klarnet var… Bir başladılar, ‘English Man in New York’, ‘La Isla Bonita’ çalıyorlar. O kadar da iyi çalıyorlar ki. İşte Memduh Akatay var, Aykut Sütoğlu var… Hepsi sivri burun ayakkabı giymiş, tam Roman. Şekil olarak sıfırlar ama müzikalite yıkılıyor. Hemen Unkapanı’na gittim. Yapımcılar ellerinin tersiyle ittiler. Ben de kendi plak şirketimi kurdum. O işten de iyi kazandım. Jolly Joker için teklif de o zaman geldi.
◊ Önceki ismi Balans’tı, değil mi?
Balans’ın sahibi kiracısından memnun değilmiş. Beni çağırdı, “Sen altından kalkabilir misin” dedi. O zamanın en kıymetli dükkânı. Antalya’da Jolly Joker Pub vardı. Sahibi düzgün bir adamdı. Onunla ortak olduk ve Jolly Joker’i açtık.
◊ Kimler çıkıyordu o dönem?
Dolapdere Big Gang, Seksendört, MFÖ, Gripin... 2-3 ayda işleri düzene koyduk. Ama kapıda duruyorum, bilet satıyorum. O noktada yani 2008’de artık ben tam ‘king’ (kral) oldum. Gece hayatından hâlâ sıkılmadım. Hatta olmazsa ne yaparım diye düşünüyorum.
◊ Jolly Joker sonrasında farklı tarzlara da yer verdi, değil mi?
İki-üç yıl sonra Yaşar ve Levent Yüksel’le var olan önyargıyı kırdık.
◊ Müşteriler nasıl tepki verdi?
Teoman’ın konserine Teoman’ın kitlesi geliyordu. Hakan Altun’a da onunki. Biz de “O zaman bir gösteri merkezi olalım, müzikaliteye bakalım, bir janra bağlı kulüp olmayalım” dedik. Başta sanatçılardan tepki geldi. Özlem Tekin “Ne alaka, burası bizim yerimiz” demişti.
◊ Sonra büyüme adımları geldi...
Ankara’da şube açtık, sonra Antalya’da daha büyük bir yerde hizmet vermeye başladık. Alaçatı’dan da teklif geldi. Şu an Türkiye çapında 9 pub’ımız ve 13 Jolly Joker şubemiz var. Ataşehir’deki Arena da bünyemizde. Yazın Bodrum Halikarnas açılacak. İlk yurtdışı şubemiz yakında Bakü’de olacak.
HALİL SEZAİ İLK BİZDE ÇIKTI
◊ Canlı müzik denince ilk akla gelen yerler arasında Jolly Joker. Sahnenize çıkacak isimleri nasıl belirliyorsunuz?
Canlı müziğin gelişmesinde çok emeğimizin olduğunu düşünüyorum. Kitlesiyle buluşamayan isimlere yer açtık. 15 yıl önce dijital platformlar yoktu, her gün D&R’a gidip kimlerin albümleri satılıyor, onlara bakıyordum. Sonra da onlarla çalışıyordum.
Soner Sarıkabadayı, Mehmet Erdem, Halil Sezai, Koray Avcı…
'Sarhoş müşteriden rahatsızlardı’
◊ Şimdi sizinki gibi mekânlarda Simge, Gülşen gibi isimleri izleyebiliyoruz. Anlayışı değiştiren ne oldu?
Bazı sanatçılar eskiden gece kulübü ya da gazinolarda gece 2.00’lerde, 3.00’lerde sahneye çıkıyorlardı. Ve çoğu şeyden rahatsızlardı. Çok sarhoş gelen müşteriden örneğin. Biz bunu bence ilk açıldığımız günde kırdık. Bizde çıkmayı tercih eden sanatçıların hepsi mutluydu. 22.00-23.00 gibi çıkıyorlar sahneye, gece 1.00’de bitiyor.
◊ Son dönemde özellikle parayla her kapının açılacağını düşünen bir kitle oluştu. Sizin kapı politikanız nedir?
En dikkat ettiğimiz nokta bu. Gelen misafiri fiyatını bilmediği bir masaya oturtmayız. Biletini alıp konserin parasını ödedikten sonra isterse mekânda hiçbir şey içmesin. Kimse ona karışmaz. Salondaki en iyi yer bileti ilk alanındır. Sistem atadığı için kayırma olmaz. İkincisi bazı yerlerde gördüğüm gibi ‘ağır misafir’in başında garson veya güvenlik beklemez. Orada herkesin güvenliği bizim için önemli.
Teoman “Ya moruk, Ankara’da çalacak düzgün yerimiz yok. Bir tane açsan ne güzel olur” dedi. Açılışa bir ay kala “Müziği bırakıyorum” dedi. “Allah belanı versin. 2 milyon dolar para harcattın” dedim.
Müslüm Gürses sahnede, içerisi yıkılıyor... Bir ara gelip bize “Hangi şarkıyı istiyorlar” diye sordu. Söyledik. “Onu çaldık” dedi. “Yok” deyince “Tamam o zaman” deyip sahneye geri döndü.
Bir gün yapımcı Ahmet Çelenk’le içtik, yanında biri vardı. Sonra bir tanıdığım “Fettah Can diye biri çıkmış. Duydun mu” dedi. Ahmet Abi’yi arayıp “Tanıyor musun” diye sordum. “Birlikte içtik ya, o Fettah Can’dı” dedi.
Yıldız Tilbe’yle belki 500’ün üzerinde konser yapmışızdır. Hiç gelmediği ya da çıkmadığı sahnesi olmadı. Onu ben başka bir yere koyuyorum. Her konserinde mutlaka orada olmaya çalışıyorum.