Güncelleme Tarihi:
Öncelikle tebrikler: Bir meslekte başarı dolu 30 yılı geride bırakmak çok kolay bir şey olmasa gerek. Geri dönüp baktığınızda aklınızda en çok neler kaldı?
- Mesleğe çocuk yaşta başladım, çok alana dokundum; birçok şeyi bir arada deneyimledim. Bu mesleğin birçok alanında kendimi muktedir hissettiğim bir noktaya geldim. Özellikle de couture alanında geldiğim yerden çok memnunum. Paris’e ilk gidişim ve ondan sonraki tüm gelişimim, Türkiye açısından da değerli bir katkı. Çünkü bir şeylere örnek oluyorsunuz, ardınızdan gelmek isteyenler de nasıl aşamalar sağlamaları gerektiğini görüyor. Tüm bunların hepsi benim için çok kıymetliydi. Bu defile de bunun kutlaması aslında.
◊ Defile yapmaya da uzunca bir süre ara vermiştiniz. 10 sene sonra ilk kez ‘Dilek Hanif Couture’ defilesi izleyeceğiz, değil mi?
- Evet, en son 10 sene önce Paris’te yapmıştık. Sonra ben hazırgiyime yoğunlaştım bir süre. Hazırgiyim koleksiyonumu markalaştırmak istedim. Haliyle o koleksiyonu Paris Moda Haftası’nda sergiledim. Oradaki showroom’larda yerini aldı. Durum böyle olunca bütçeyi öbür tarafa ayırdık. Couture’ün zaten oturmuş bir müşterisi vardı; o yüzden defile yapma ihtiyacı hissetmedim. Ama baktım 30 yılı geçirmişiz, bunu kutlama adına bir defile yapayım dedim.
◊ Peki defilede neler göreceğiz, koleksiyonun çıkış noktası ne?
- Arşivlere gittim; 30 sene içinde neler yapmışım, en çok neler beğenilmiş, ben en çok neleri sevmişim inceledim. O desenleri aldım ve yeni trendlerle harmanlayarak farklı bir boyuta getirdim. Volümler var. Bende hep uçuşan, zarif, düz kesimler vardır. Ama bu sefer işin içine biraz volüm kattım. Daha genç bir koleksiyon oldu aslında. Sizi o gün gecenin yıldızı yapacak, iddialı parçalar tasarladım.
◊ Eski tasarımları yeniden yorumlama konusuna dönersek; hatırlayabileceğimiz parçalar var mı? Biraz ipucu verebilir misiniz?
- Kim Kardashian’ın giydiği elbiseyi yeniden yorumladım mesela... Jane Fonda’nın Oscar gecesinde giydiği parçayı da... O dönemde Paris’te birlikte çalıştığım kumaşçıma gittim, arşivleri açtırıp o dantelleri buldum. Yeniden dokudular. O kumaşları yeniden yorumladım.
Couture denince kafalar karışıyor
◊ Birkaç sene önce bir hazırgiyim markasıyla işbirliği yapmıştınız ve uygun fiyata abiye koleksiyon sunmuştunuz... Abiye ve couture arasındaki farkın iyi anlaşıldığını düşünüyor musunuz?
- Malesef Türkiye’de couture’ün anlamı çok iyi algılanmıyor. ‘Abiye’ elbiseyi yani uzun görünen elbiseyi ‘couture’ algılıyorlar. Couture olan parçanın işçiliği, kumaşı tamamen farklıdır. Öncelikle her türlü işçiliğinin el nakışı olması gerekir. Hazır bir kumaşla couture elbise yapılmaz. İçinde makine dikişleri olmaz. Türkiye’de ilk moda haftaları yapıldığında bir defile yapmıştım. Herkes couture defilesi zannetmişti. Çünkü sunduğum parçalar uzun, işlemeli, abiye elbiselerdi. Ama o bir couture defilesi değildi. Bu konuyu vazife edindim: İkisinin arasındaki farkların iyice algılanmasını istiyorum çünkü birbirinden çok farklı alanlar. Couture giymek çok farklıdır. Biz bu konunun değerini yeteri kadar iyi anlıyor muyuz, emin değilim. Ama şunu söyleyebilirim: Fransızlar bu işi çok iyi algılıyor ve çok farklı yapıyor.
◊ Nasıl bir fark gözlemliyorsunuz?
- Ben ilk Paris Couture Haftası için müracaat ettiğimde sekiz ay uğraştım. Bir ajansla anlaşıyorsunuz; o ajans sizin dosyanızı federasyona sunuyor. Bu defileyi resmi takvimde yapabilmeniz için oradan onay almanız gerekiyor. Gelip couture atölyemi incelediler, sıfırdan bir koleksiyon hazırlayıp hazırlamadığımı kontrol ettiler. Bir sürü detay var daha. ‘In’ (içeride) ve ‘Off’ (dışarıda) diye iki listeleri var. ‘In’ listede olmanız için Fransa’da atölyeniz olması, tüm koleksiyonu da orada üretmeniz gerekiyor. Biz hep off listede yaptık. Çünkü Paris’te atölye kurmak oldukça maliyetli ve oraya taşınmam gerekiyor. Ama düşünsenize, nasıl bir ekonomi yaratılıyor! İşte bahsettiğim ‘sahiplenme’ olayı da böyle bir şey. Aslında bizim işçiliğimiz, kumaşlarımız muhteşem. Moda haftası gerçekten sahiplenilse ve böyle bir anlayış benimsense, çok daha farklı sonuçlar çıkar ortaya...