Güncelleme Tarihi:
Anlatıyor Mine:
“Gidişte üç saatlik rötarın ardından uçağa binebildik. İnsanlar oturmaya çalışırken, aaa kimi göreyim, Kemal Derviş’in oğlu Erol Derviş. Tam tepemde dikilmiş, arkaya ilerlemek için bekliyor, ama geçemiyor. Çünkü 70 yaşlarında bir karı koca yerleşmeye, oturmaya çalışıyor. Yaşlı insanlar, elleri de torba dolu, Erol Derviş sabırsızlanıp “Müsaade eder misiniz!” dedikçe, büsbütün telaşlanıyorlar.
İşe hostes hanım karıştı. Son derece küstah, hani elinde bir kızılcık sopası olsa, yolcuları hizaya sokacak. Mesela, cep telefonunu kapatmayı unutan bir yolcuyu şöyle uyardı: “Hemen telefonunuzu kapatın. İnsanların hayatını tehlikeye atmaya hakkınız yok. Bir kez daha görürsem uçaktan indiririm sizi”. Tamam, hepimiz adama çok kızdık ama, tonu son derece rahatsız ediciydi. Sen olsan, böyle bir hostesten mesela su isteyebilir misin?
Hostesimiz, cep telefonunu kapamayı unutan adamı hallettiken sonra, bakışlarını benim yaşlı karı kocaya dikti:
- Yerinize oturur musunuz lütfen!
- Belim ağrıyor kızım, daha hızlı hareket edemem...
- Tamam ama bu kadar insan da sizi bekliyor burada!
Tarzı, ses tonunu bir duysan, tüylerin diken diken olurdu.
Oturma faslı bitince, sırtı ağrıyan benim yaşlılar hostesten yastık istemek gafletinde hatta hıyanetinde bulunmazlar mı!
Hostes bir tane bulup getirdi.
- Bir tane daha rica edebilir miyim kızım!
- Elimdeki işi bitirdikten sonra, bulabilirsem bir tane daha getiririm...
Sanki uçaktan inip de arayacak yastığı! Tabii ki elini uzatıp bir yastık daha almadı bile. Yaşlı kadıncağız ne yapsın diğer hostesten rica etti de, on saniyede geldi ikinci yastık.
Bu arada ikram faslı başlamıştı uçakta. Aynı hostes, yaşlı karı kocanın tepesine dikilip “Tatlı, tuzlu?” dedi.
O kadar belli ki yaşlı çiftin her gün uçağa binmediği. “Tatlı olarak şu var, tuzlu isterseniz de bu var teyzeciğim...” deyiverse... Ama olur mu, o zaman yaşlı insanları azarlama zevkinden mahrum kalacak.
Kadıncağız “Nedir bunlar kızım, bilmiyorum” demek zorunda kaldı.
Adana’ya vardığımızda, zavallıcıklar gömülü oldukları koltuktan birbirlerine destek olarak, zar zor kalktılar. Yaşlı amcanın bir kulağı hiç yoktu. Biraz yardım ettim diye, inene kadar beş kere teşekkür ettiler bana.
Serdar bu memlekette yaşlı olmak çok zor, insanlar o kadar duygusuz, o kadar saygısız ki...”
*
MİNE’YE NOT : Mine, Fransızlar’ın bir sözü vardır: “Yaşlanmak çok zor, ama uzun yaşamanın daha iyi bir yolu bulunamadı henüz.”
Bu sabah babamla ve kardeşimle tam da bu konuyu konuşuyorduk. Toplumun sayıları giderek artacak yaşlı insanlarıyla yaşamayı öğrenmesi lazım. Biliyorsun, Japonlar’ın ömrü o kadar uzadı ki, nerdeyse “ölmeyi bilmiyor” yaşlılar. Japon evleri de o kadar küçük, şehirde emlak o kadar kıymetli ki... bir haberde okumuştum, Japonlar “daha ucuza daha iyi hizmet” için ihtiyar analarını babalarını Filipinler gibi komşu ülkelere “ihraç” ediyormuş. Daha doğrusu, komşu ülkelerin huzur evlerine gönderiyorlarmış.
Türkiye’de yaşlı olmak zor, çünkü yollar, merdivenler, hastaneler, otobüsler (tıpkı engelliler gibi) yaşlılara göre düşünülmemiş, sosyal güvenlik kurumları batmış, hastaneler Allah’lık... Emeklilik desen... Hepsi doğru, ama bu anlattığın hostes gibisinin hâlâ, bizde, istisna olduğuna inanıyorum. Batı ülkeleriyle kıyaslayınca, bugün hâlâ, bizin ihtiyarlarımıza saygımız, dikkatimiz göz yaşartacak kadar yaygın.
SİNAN TANYILDIZ’A NOT : Sevgili Çukurova Temsilcim, 9 günlük Kurban Bayramı tatili ayağına, izinsiz kaçamak yaparsan, biz burada çalışır, haber beklerken arazi olursan, ben de doğma büyüme bir Adanalı gazeteciyi (üstelik kadın ve tabii senden kat be kat güzel) Adana’ya gönderir, böyle özel haber patlatırım... Bilmem anlatabildim mi!
Mine "Adana intibaları" da anlattı bana ama, o aramızda. Çünkü şikayetleri var senin oralardan...