Hollywood’u değil İstanbul’u seçtim

Güncelleme Tarihi:

Hollywood’u değil İstanbul’u seçtim
Oluşturulma Tarihi: Mart 24, 2011 00:00

Almanya’da yaşayan Nursel Köse, Orhan Kemal’in eserinden uyarlanan Kuru Nedime karakterini canlandırdı. Film ekibi Nürnberg Film Festivali’ne giderken, o burada kalıp sahne çalışmalarına başladı. Almanya’da bir kadınlar kabaresi kuran Köse, şimdi aynı macerayı Türkiye’de yaşamak istiyor.

Haberin Devamı

“72. Koğuş”, Nürnberg Türk Filmleri Festivali’ne katıldı. Siz festivaller konusunda deneyimlisiniz, taktik verdiniz mi ekibe?

- Vermedim. Bunun bir taktiği yok zaten. Onlar çok başarılı oyuncular ve eminim gösterim iyi geçecektir. Songül (Öden), Yavuz (Bingöl) ve Kerem (Alışık) birlikte gittiler. Sanırım Hülya (Avşar) da orada olacak, onur konuğuydu galiba.

“72. Koğuş”ta farklı bir yönünüzü gördük, kötü kadını oynadınız. Nasıl vücuda geldi bu karakter?

- Nedime karakterinin üzerinde çok durdum. Yönetmenle oturduk, uzun uzun konuştuk. Böyle karakterlerde kötülüğün nasıl oluştuğunu bulmalısınız. Doğuştan kötü olamazsınız. İnsanlar, koşullar ve olaylar sizi kötü olmaya zorlar. Öncelikle Nedime’nin neden kötü olduğunu sorguladım. Onda da insani bir yan aradım. Zaten filmde de görülüyor, ne kadar kötü olursa olsun bir çocuğun doğumu karşısında o da sessiz kalıyor.

Filmde kadınlar koğuşu oldukça ilgi çekti. Diğer kadın oyuncularla nasıl çalıştınız?

- Orhan Kemal’in eserinde kadınlar koğuşuna kısa bir değinme var. Zannediyorum, kadınlar koğuşunu hikâyeye daha fazla dahil etme fikri, Sadri Alışık Tiyatrosu oyunu sergilerken ortaya çıktı. Oyunda da en hareketli, en göze çarpan ve en akılda kalan kadınlar koğuşuydu. Murat Saraçoğlu çok iyi bir yönetmen. Bizi bir koğuşa koydu, üzerimize kapıyı kilitledi. Çıt yoktu. Dışarıda 1940’lara ait dertli müzikler çalıyordu, koğuş temizlenmesine rağmen tozluydu. Öyle 30 dakika bekledik içeride. En sonunda Nedime oluverdim, “Kalkın ulan ne bekliyorsunuz, çay koyun!” dedim. Sonra da bütün karakterler kendi rollerine uygun işi buldu. Sonra alarmlar çaldı, kapılar açıldı, Yavuz Bingöl gardiyan kıyafetiyle bizi dışarı çıkardı. Hem sevindik hem de bir garip hissettik.

HÜLYA İLE OYNAMAK BÜYÜK BİR ŞANSTI
 
Filmde sizi en çok ne etkiledi?

- Senaryonun Orhan Kemal’in eserinden çok iyi uyarlanmış olması, benim bu filmde oynamamda büyük bir etkendi. Hülya Avşar ile karşılıklı oynamak da büyük bir şanstı benim için. Profesyonel bir oyuncuyla sahne paylaşmak çok keyifliydi.

Bu filmdeki başka bir karakteri oynamayı düşünür müydünüz?

- Yavuz ve Kerem’le görüştüğümüzde, beni Kuru Nedime rolü için düşündüklerini söylediler. Senaryoyu okurken ben de onu çok beğendim. Herhangi bir karakteri oynayabilirdim tabii ki ama beni en çok o etkiledi.

Filmin gişesi 207 binde. Gişe sizin beklentilerinizi karşıladı mı?
 
- Gişedeki sonucun iyi olmasını isteriz tabii ki ama filmi çektik, bizden çıktı, ondan sonrası bizi pek ilgilendirmiyor. Hangi festivallere gidiyoruz, film hangi ufuklarımızı açıyor, basında nasıl değerlendirildi, benim için bunlar daha önemli. Filmin özellikle yurtdışında şansının çok olduğunu düşünüyorum. Almanya’daki galada da ayakta alkışlandı. 

Almanya pek deplasman sayılmaz ama... Oradaki çalışmalarınız devam ediyor mu bu arada? 

- Almanya’da kabareyi durdurdum ama filmler için anlaşmalar devam ediyor. Orada işler çok sistemli ilerlediğinden, 2012 için film anlaşmaları yapıyorum. Orada olmamakla kaçırdığım bir şey olmuyor. Ben de ona güvenerek buradaki çalışmalarıma ağırlık verdim.

TÜRKLÜK BENİM MESLEĞİM OLDU

İş disiplini konusunda Almanya ile Türkiye arasındaki temel farklar neler?

- Film ekipleri hep aynı, sette hayatın beklemekle geçer. Hiç yemediğin şeyleri yemek için kuyruğa girersin, çilesi aynıdır. Sinemada mükafatını geç alırsın, sahnede ise anında. Set arkası dünyanın her yerinde aynı eziyet. Tabii ki Avrupa’da sanatçıların bir sürü hakkı emniyete alınmış durumda. Orada çocukların saatlerce sette bulundurulması yasaktır mesela. Yurtdışında bir çocuğu dört saatten fazla çalıştıramazsınız.

Oradaki disiplini gördükten sonra Türkiye’de çalışmak bir anlamda mazoşistlik değil mi?

- Ne münasebet! Birbirimizden çok şey öğreniyoruz. Eskiden buradan oraya beyin göçü vardı, şimdi oradan buraya var. Ben buraya rahat bir ülke diye gelmedim. Vatanım diye geldim, anadilimde oynamak için geldim. Bazı şeyleri görmek demek, bu ülkeyi reddetmek anlamına gelmez ki. Sadece hatalarımızı, yanlışlarımızı değil, güzelliklerimizi de görmek gerek... Hollywood beni çekmedi mesela. Hollywood yerine İstanbul’u tercih ettim. Bu bir tercih meselesi. İstanbul’daki enerji beni çekti. İnsanlar dizi diye her hafta sinema gibi 90 dakikalık olağanüstü işlere imza atıyorlar. Bunu görmek beni çok heyecanlandırdı. Almanya’daki oyuncu arkadaşlarıma anlatıyorum, şaşırarak “Ne zaman prova yapıyorlar” diye soruyorlar. Avrupa bu konuda biraz yavaş, kendi meselelerinde de önyargılı. Orada yapmam gereken her şeyi yaptım. Oyuncu olmanın dışında konuşmacı oldum, söyleşilere katıldım, kişisel danışman, pedagog, psikolog oldum. Oradaki mesleğim Türklük’tü. Türk olmak benim mesleğim oldu. Sadece oyuncu olmak istediğiniz bir ortam arıyorsunuz, bu ortam şu an İstanbul’da daha mümkün.

HİÇBİR BAŞARI ACI ÇEKMEDEN OLMUYOR

Yurtdışında sizin gibi var olmak kolay değil. 17 yaşından sonra oraya okumaya gittiniz, dil öğrendiniz ve sonrasında da bu başarıları elde ettiniz...

- Öyle. Almanya’da yıllarca bir başarı örneği olarak gösterdiler beni. Bu da pozitif bir ayrımcılık. Bir Türk kadını, dünyanın hiçbir ülkesinde başarıyı altın tepsiden almıyor. Yurtdışında ‘yabancı kadın olmak’, ‘Müslüman kadın olmak’ gibi binlerce kategoriden geçmeniz gerekiyor. Bu deneyimler de insanı farklı olgunlaştırıyor.

Yaşadıklarınız size neler getirdi desem?

- Siz ne görüyorsunuz?

Güç?

- Sadece güç değil, birçok birikimi de beraberinde getirdi. Hiçbir başarı çalışmadan ve acı çekmeden olmuyor. Hayat bu zaten. Hayat bir yer değil, bir yere giden yol. Yabancı bir ülkede yaşamış olmak ve orayı tanımak insanı çok değiştiriyor. Bir çocuğum olsa, o da oraları görsün isterim. Avrupa dediğimiz, “öcü”yle karışık deneyimi görmek gerekiyor.

Haberin Devamı

NEDEN CEM YILMAZ İLE YARIŞALIM Kİ?

Sahnelere neden ara verdiniz?

- Ara vermedim. Şu an kendi oyunumu sahneye koymak istiyorum. Amacım, Türkiye’de kadınlar kabaresi kurmak. Metnini ben yazıyorum. Ayın 27’sinde oyuncu arkadaşlarımla buluşup konuşacağız. Ayrıca kendim için stand-up yazıyorum. Sahne ciddi bir zaman gerektiriyor. Almanya’daki kabare çalışmalarımı da o yüzden askıya aldım.

Ülkemizde kadın komedyenlerin sayısı bir elin parmağını geçmez. Bu konuda çekinceleriniz var mı?

- Kötü bir durum tabii. Almanya’daki ilk kadınlar kabaresini ben kurmuştum. İlk ve son oldu. O misyon beni burada da takip etti. Deneyeceğim. Beklentiyi yükseltmek istemiyorum. Bir temizlikçi temizliğe sahneden başlayınca neler olur, nerelerin tozunu alır, onu göreceksiniz.

Seyirci her stand-up’çının Cem Yılmaz ayarında olmasını ister. Bu beklenti bir yarış havasına sokmuyor mu sizi?

- Neden Cem Yılmaz ile yarışalım ki? Yeni çıkan bir sanatçı kendine onu rakip almamalı. Çünkü o da olmalı, başka üsluplar ve tipler de. Cem Yılmaz’ın 20 yıllık bir geçmişi var. Bizim için ölçü çıtası olmamalı, ondan öğrenmeliyiz ve keyif almalıyız.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!