Güncelleme Tarihi:
En iyi yönetmen dalında Oscar ödülünü kazanan ilk kadın yönetmen Kathryn Bigelow, yeni filmi ‘Zero Dark Thirty’de ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı’nın (CIA) 11 Eylül katliamından sorumlu El Kaide lideri Usama bin Ladin’i yakalama sürecini anlatıyor.
Filmin ilk sahnesi yaklaşık bir buçuk, iki dakika sürüyor. Perde simsiyah. Ekranda Eylül 11, 2011 yazıyor. Sinemada panik içindeki insanların çığlıkları, Dünya Ticaret Merkezi’nde sıkışıp kalan ve ölümü bekleyenlerin feryatları ve yaptıkları son telefon konuşmaları yankılanıyor. 157 dakika süren filmin bir sonraki sahnesinde sakallı bir CIA ajanı (Avustralyalı aktör Jason Clarke) El Kaide’nin para işlerini halleden ve bin Ladin’in akrabası olan Ammar’dan (Reda Kateb) bilgi almak için ‘ağırlaştırılmış sorgu’ tekniklerini uyguluyor. Uzun süren ve seyircide şok etkisi yaratan bu işkence ve akıl oyunları sayesinde Usame bin Ladin’in izini bulma yolunda önemli bir bilgi elde ediliyor. Bu korkunç işkence sahnesine tanık olan CIA ajanı Maya’yı bu yıl en iyi kadın oyuncu Oscar’ına en yakın isimlerden Jessica Chastain canlandırıyor. İşkence sahnesini izlerken zorlanan kadın ajan, bir erkekler dünyası olarak adlandırabileceğimiz CIA’de 10 yıl boyunca Usame bin Ladin’in izini sürüyor ve erkek meslektaşlarından daha kararlı, daha sakin, daha inatçı ve sabırlı olduğu için onu buluyor. ‘Zero Dark Thirty’nin belki de en önemli özelliği (gerçek hayatta da olduğu gibi) Bin Ladin’in yerini bir kadın ajanın bulmuş olması... Gişede çok iyi iş yapan ‘Zero Dark Thirty’nin gündüz sahnelerinde açıklaması güç de olsa ne bulut, ne de yağmur var. Ekranda hep güneş var; işkence sahnesinde bile. Peki neden? Seyircilerin sinema salonunda rahatları bozulmasın diye mi?
10 yıl süren bürokratik süreci klasik bir sinema diliyle anlatan yönetmen Bigelow’un filminin son yarım saatinde ise 2 Mayıs 2011 akÅŸamı Usama bin Ladin’in Abbottabad, Pakistan’da kaldığı evde yakalanıp öldürülmesini izliyoruz. Bu sahnenin sonuna kadar müziÄŸin kullanılmaması, süper kahraman koreografilerine rastlanılmaması, bin Ladin’in yüzünün tam anlamıyla gösterilmemesi Bigelow’un doÄŸru seçimlerinden.Â
Yönetmen Kathryn Bigelow’un büyük hatasına gelince... Usama bin Ladin’in bulunması için gerekli bilgi işkence sayesinde elde ediliyor ama filmin hiçbir sahnesinde işkence eleştirilmiyor, intikamın ahlaki bedeli sorgulanmıyor. İşkence işe yaradı mesajı veren filmde bir vicdan muhasebesi yapılmıyor. Usama bin Ladin’in bulunmasına doğru yaşanan süreçte her işkencenin işe yaramamış olması, bazı işkencelerin insan hayatı kaybıyla sonuçlanmış olmasına ‘Zero Dark Thirty’de değinilmiyor. Peki, bu filmin Araplar üzerindeki etkisi hesap edildi mi? Amerikalıların işkenceyle bağdaştığı ve Oscar’larda en iyi film ödülüne aday gösterilen bu filmin Araplar üzerindeki etkisi ne olacak? Popüler bir film bir ülkenin ahlaki üstünlüğünü altüst edebilir mi? ‘Zero Dark Thirty’ yıllar sonra vicdan rahatlığıyla seyredilebilecek mi, yoksa kusurlu bir macera filmi olarak unutulup gidecek mi? Karar zamanın.
Quentin Taratino’nun Spaghetti Western türündeki yeni filmi ‘Django Unchained’ de yine bir intikam filmi. Amerikan İç Savaşı’ndan iki yıl önce, 1858’de Teksas’tayız. Diş doktoru, Alman asıllı ödül avcısı Dr. King Schultz’un (Christopher Waltz) yolu Django’yla (Jamie Foxx) kesişiyor. Köle Django’nun özgürlüğünü kazanan/satın alan doktor, Django’dan Brittle kardeşlerin yakalanması için yardım istiyor. Bu iş halledildikten sonra Dr. Schultz vicdanı el vermediği için, köle ticareti yüzünden kaybettiği eşi Broomhilda’yı (Kerry Washington) arayan Django’dan ayrılmıyor ve ona yardım etmeye karar veriyor. Django ve Dr. King Schultz ikilisinin rotası Candyland Çiftliği. Çiftliğin genç sahibi Calvin Candie’yi Leonardo DiCaprio canlandırıyor. Canı sıkılan, sadist, çocuksu, ırkçı Calvin 300’e yakın kölesiyle yaşadığı çiftlikte kültürlü, sofistike görünmek isteyen, Fransızca bilmese de kendisine ‘Mister’ yerine ‘Monsieur’ diye seslenilmesini isteyen bir çocuk kral. En karanlık, en çarpıcı rolünde izlediğimiz DiCaprio’nun baş kölesi/baş uşağı Stephen rolündeyse bugüne kadar gördüğümüz en şaşırtıcı, en komik, en sinsi performansıyla Samuel L. Jackson var ekranda.
Köpeklerin kullanıldığı, Calvin Candie’nin ‘çekici’ ve dövüş sahneleriyle zaman zaman gözlerinizi ekrandan kaçırdığınız, seyredilmesi oldukça zor bir film ‘Zincirsiz’. İki türlü şiddeti izlediğimiz filmde Django’nun intikam aldığı sahnelerdeki şiddet seyirciyi eğlendirip güldürürse de ırkçı beyaz adamların kölelerine karşı acımasız, haince davranışlarını izlediğimiz sahneler kısa olmalarına rağmen kanı donduruyor.
Oscar ödüllü Jamie Foxx ve Christopher Waltz’ın çok başarılı oldukları filmde ırkçı Ku Klux Klan örgütü üyeleriyle dalga geçilen sahne filmin unutulmayan sahneleri arasında. Tarantino’nun ilk aşk hikâyesi olarak da nitelendirebileceğimiz ‘Django Unchained’de yönetmen, kullanılan lisan ve şiddet sahneleri dolayısıyla bazı çevrelerde eleştiriliyor olsa da filmin bence en önemli sahnelerinden birinde Tarantino’nun vicdan sahibi bir yönetmen olduğunu görüyoruz. Filmin ikinci yarısında işler yolunda giderken Candyland Çiftiği’ndeki bir salonda müzisyen bir kadın harp çalıyor. Değerleri olan kültürlü, idealist Avrupalı Dr. King Schultz ise şahit olduğu işkence sahnelerini aklından bir türlü silemiyor. Kendine hâkim olamayan doktor, harp çalmakta olan müzisyeni uyarıp Beethoven’ı çalmamasını, ellerini harptan çekmesini istiyor.
Katherine Bigelow’un filminde hiçbir karakter yapılan işkenceyi hatırlayıp vicdan azabı çekmezken, Tarantino’nun ‘Zincirsiz’inde insanlar sebep olmadıkları insandışı hareketleri bile akıllarından silemiyorlar... Quentin Tarantino kalbine en yakın, en olgun, en duygusal ve en vahşi filmi ‘Django Unchained’le tarihi yeniden yazmak, haksızlıkları onarmak ve çekilen acıların hesabını sormak isterken seyircilerini eğlendiren ve düşündüren bir filme de imza atıyor. ‘Zincirsiz’ yıllar sonra Amerikan tarihinin üzücü sayfalarından birine haysiyetle yaklaşmış bir sinemacının olgunluk dönemi eserlerinden biri olarak seyredilmeye devam edecek.