Güncelleme Tarihi:
* Tiyatro oyunundan başlayalım... “Kafkas Tebeşir Dairesi” nasıl bir oyun?
- Bertolt Brecht’in 1944 yılında kaleme aldığı bir oyun. Aslında Çin masalından esinlenerek yazılmış olan bu müzikli oyun, mülkiyet-emek ilişkisini “Doğuran mı annedir yoksa emek veren mi?” sorusu üzerinden tartışmaya açıyor.
* Sence hangisi sorunu cevabı; doğuran mı annedir yoksa emek veren mi?
- Hiç kuşkusuz emek veren annedir. Elbette çocuk doğurmak Tanrı’nın bize verdiği mucizevi ve en kutsal beceri. Bu biyolojik bir gerçek. Fakat anne olmak asla bununla sınırlı değil. Aslolan emek vermek, sevgi vermek, yetiştirmek, çabalamak; örnekler çoğaltılabilir. Çünkü bir annenin kapladığı sorumluluk alanı o kadar geniş ki... Anneler bazen çocuklarına “Saçımı süpürge ettim, yedirdim, içirdim” der ya. İçimden “E ne yapacaktın ki! Sen annesin, aksi düşünülemez” demek gelir hep... Anne vasfı adı altında bunun kutsiyetinden faydalanarak çocuklarına işkence eden, istismar olmalarına göz yuman kişilere de sırf doğurdukları için “anne” mi demeliyiz? Kesinlikle hayır... İşte Bertolt Brecht’in “Kafkas Tebeşir Dairesi” tam da bu konudan yola çıkarak mülkiyet–emek ilişkisini sorguluyor.
* Bence de... Değil mi sadece doğurmak yetmiyor?
- Asla... Bazen, ebeveyn olmak için bir psikolojik yeterlilik testinden geçilmeli gibi ütopik düşünceler geçiyor aklımdan. Çünkü toplumu kirleten esas unsur, ehil olmayan kişilerin, analık ve babalık görevlerini büyük bir özensizlik ve sevgisizlik içinde yapmalarıdır. Çocuğun yetişmesinde en büyük rolü üstlenen annedir. Fakat ülkemizde bu rolü baskılanarak üstlenmeye çalışan, şiddet gören, çocuklarının gözü önünde öldürülen yine kadınlardır. Bu sebeple iki senedir Azra Akın’la birlikte kadınlara destek olmak için Birleşmiş Milletler’in Kadına Şiddete Hayır kampanyasında çalışıyoruz.
* Peki, şu anda toplumuzumuz nasıl değerlendiriyorsun?
- Bir yozlaşma içinde olduğumuz muhakkak. Kamplaşıyoruz, herhangi bir konuda taraf olurken, ölümüne taraftar da oluyoruz. Objektif olamayınca başkasına tahammülümüz de kıtlaşıyor.
HOCA İLE ÖĞRENCİ BU OYUNDA BULUŞTU
* Oyuna dönelim tekrar... “Kafkas Tebeşir Dairesi” eğlenceli bir oyun mu?
- Eğlenceli... Fakat bu komik olduğu anlamına gelmiyor. Tiyatro severler için epik tiyatronun en önemli unsurlarından dans ve müzikle bezeli, çok yalın bir reji anlayışıyla kocaman bir dünya yaratan bir seyirlik.
* Bu oyun için iki ay Kafkas dans dersleri almışsınız...
- Evet, çok yorucuydu. Başlarda çok zorlandım. Ayaklarım su topladı. Fakat bu zorluktan büyük bir keyif aldığımı da itiraf etmeliyim.
* Kaç kişilik bir oyun bu?
- 12 oyuncu ve altı müzisyenden oluşan güçlü bir kadrosu var. Bu oyundaki rol arkadaşlarımdan biri, Ankara Sanat Tiyatrosu’nda hocam olan Levent Ülgen. Onun yanı sıra İzmir Konsevartuvarı ve Sadri Alışık Kültür Merkezi’nden yetişmiş çok yetenekli arkadaşlarımız da var.
* Öğrenci-hoca aynı oyunda olmak nasıl?
- Heyecan verici... Çok güzel bir buluşma oldu.
ANNELİK DÜRTÜSÜ BİZİM GENETİK KODUMUZDA VAR
* Oyundaki karakterinizden da bahseder misiniz biraz?
- Gruşa’yı canlandırıyorum. Gruşa genç bir hizmetçi kız. Bir gün savaşın orta yerinde yüzüstü bırakılmış kundakta bir çocuk tutuşturulur eline. Ve artık o dakikadan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Gruşa, vicdanlı, yürekli ve dürüst bir emekçidir.
* Anne değilsiniz ama hep anne karakterleri oynuyorsunuz, tesadüf mü bu?
- Anneyi oynamak için anne olmaya gerek yok. Genetik kodumuzda annelik dürtüsü zaten mevcut. Fakat özellikle “Umutsuz Ev Kadınları”ki anne rolünü çok severek oynuyorum. Yasemin çok eğlenceli bir anne çünkü.
* “Umutsuz Ev Kadınları” nasıl gidiyor?
- Güzel gidiyor. Üç senedir devam ediyor. Bu sene iyice oturdu set. Keyfini süreceğimiz bir set olacak. Haftada dört gün çalışıyorum, 12 saat kuralına da uyuluyor.
* Bazı şeyler değişmeye başladı galiba...
- Elinde gücü olan insanların bazı şeyleri değiştirmesi lazım. Yapımcılar benim tiyatrocu kimliğim olduğunu biliyorlar. Dolayısıyla beslenmem gereken bir hayatım var. Çalışmanın yanı sıra okumam lazım, sinemaya gitmem lazım, spor yapmam lazım ki iyi görüneyim, kendimi geliştireyim. Yapımcımız Fatih Aksoy da bu konuda hassasiyet gösterdi.
FARKLILIĞIMIZ BİZİM ZENGİNLİĞİMİZDİR
* Arap ülkelerinde de tanınıyorsun, geniş bir hayran kitlen var. Sık sık oralara gidiyor, hatta prenslerle yemek yiyormuşsun...
- Yanlış anlaşılmasın, prenseslerle de yemek yiyorum. Halkla da, profesörlerle de, gazetecilerle de bir araya geliyorum. Orada tanınıyor olmak bana farklı bir bakış açısı kazandırdı, büyük bir yol açtı. Yıllar önce Lübnanlı kadın bir gazeteci bana “Kadın haklarıyla ilgili ne yapıyorsunuz?” diye sordu. Bu soru beni Birleşmiş Milletler’le çalışmaya kadar götürdü. Bu büyük bir sorumluluk değil mi?
* Ortadoğu ve Balkanlar size neler öğretti başka?
- Aslında birbirimizden farkımız olmadığını... Bir laf vardır; Tanrı katında hepimiz eşitiz. Bunu biliriz ama birbirimize üstünlük taslayacak büyük savaşları da yine biz çıkartırız. İnsanların dilleri, inançları ve tercihleridir farklı olan. Farklılığımız da sadece saygı duymamız gereken zenginliğimizidir.
ÖYKÜ KİTABI ÇIKARACAĞIM
* Kendinizi drama mı yoksa komediye mi daha yakın hissediyorsunuz?
- Ayrım yapmıyorum, ikisini de seviyorum. Farklı türlerde ve rollerde oynamak bana daha fazla heyecan veriyor. Komedi de trajedi de hayatın içinde eşit oranda var. Dolayısıyla ikisini ayırmak pek doğru değil.
* Eğer oyuncu olmasaydınız?
- Yazar olmak isterdim. Çocukluğumdan beri yazıyorum zaten, üzerine çalıştığım öyküler var. Zamanı gelince bir öykü kitabı çıkarmayı düşünüyorum.
CİMRİ OLDUĞUM TEK KONU ÖZEL HAYATIM
* Uzun zamandır Kerem Alışık’la birliktesiniz. Özel hayatınız nasıl gidiyor?
- Bu konu benim için mahrem. Normalde paylaşmayı severim ve önemserim. Fakat çok cimri olduğum bir konu var ki, o da özel hayatım. O konuda bir şey konuşmuyorum.