Güncelleme Tarihi:
Televizyonun yeni erkek starı Mehmet Ali Alabora'nın ‘‘bilinen’’ dünyası.
Röportaj yaptığı kişiyi vıcık vıcık öven yazılardan benim gibi sizin de hiç hazzetmediğinizden eminim. Yine de en başta şunu söylememe izin verin: Mehmet Ali Alabora'nın ‘‘harbi’’ atmosferinden etkilendim. Bunda genç, yakışıklı, ünlü vs. olmasının hiçbir etkisi olmadığı konusunda siz de benim ‘‘harbiliğime’’ güvenin. Alabora kendinin de söylediği gibi ‘‘dümdüz’’ biri. Yani, beni karşılamadan önce nasılsa röportaj sırasında da öyle olduğuna ve kapıdan çıktığım anda da başka birine dönüşmeyeceğine ikna oldum. Karşımızdakinin ne söylediğinden çok ne söylemek istediğini anlamaya çalıştığımız ve değerli enerjilerimizi insanlara çözmeye harcadığımız bir dönemde, Mali gibi ‘‘yormayan, oynamayan, çözülmüş’’ insanlar kıymete bindi anlayacağınız. Ona sorarsanız olduğu gibi davranmasının arkasında çok çok basit bir neden yatıyor: ‘‘Ne zaman başka biri olmaya kalksam hep kaybettim.’’ Dolayısıyla bu yazı Mali'nin gizli dünyasını değil, tam aksine birlikte birkaç gün geçirdiği herkesin vakıf olabileceği bilinen dünyasını anlatıyor. Çünkü söylediğine göre sırlardan nefret ediyor ve hiç sırrı yok!
Mehmet Ali Alabora'nın Nişantaşı'ndaki dairesinin salonunda yanyana üç tane tiyatro afişi asılı. Ağrı Dağı Efsanesi (1974), Islıkçı (1976), ve Yolcu (1977). Rastgele asılmadığı her halllerinden belli olan afişlerin hikayesini anlatıyor: ‘‘Annemle babam ‘‘Ağrı Dağı Efsanesi’’nde birlikte oynarlarken tanışmışlar. İki yıl sonraki ‘‘Islıkçı’’ oyununda annem bana hamile kalmış. 1977'de ‘‘Yolcu’’ oynanırken, saat 22.00 civarında doğmuşum. Erdal Özyağcılar, Savaş Dinçel ve babam oyundan çıktıktan sonra hastaneye beni görmeye gelmişler.’’
Mehmet Ali Alabora, ikisi de Şehir Tiyatrolarında oyuncu olan Betül Arın ve Mustafa Alabora'nın tek çocukları. Ve işe bakın ki, oyunculuk kariyerlerinde 25 yılı geride bırakan anne babasından daha ünlü: ‘‘Arkadaşları babama, vay Mehmet Ali'nin babası geldi diye takılıyorlar. Onu kızdırmaya çalışıyorlar. O ise bu durumdan hiç şikayetçi değil. Tam tersine benim başarımdan mutluluk duyuyor.’’
ANNENİ Mİ, BABANI MI?
‘‘Anneni mi daha çok seviyorsun, babanı mı?’’ gibi bir soruyu artık bebekler bile yutmadığı için, ‘‘annen mi daha iyi oyuncu, baban mı?’’ diye soruyoruz: ‘‘Sahne sanatlarının çok ilginç bir yanı var. Kadınlarla erkeklerin birbirlerini çekememezlik yapmaları imkansız, çünkü kadın rollerini kadınlar, erkek rollerini erkekler oynuyor. Bu yüzden anne babamı karşılaştırıp bir cevap vermem çok zor. İkisi de iyi oyuncu ikisinin de kendine göre farklılıkları var. Babam beni bazen çok şaşırtıyor, annem beni bazen çok güldürüyor.’’ (Çok iyi kıvırdı, daha fazla sıkıştırmayalım.)
Mustafa Alabora ile Betül Arın iki iyi oyuncu, iyi birer anne babaydılar, ama iyi bir çift olamazlar ve çocukları iki yaşındayken ayrılırlar. Mehmet Ali hafta içinde babasında, haftasonu annesinde kalır. Bu ayrılığın üzerinde hiçbir olumsuz etkisi olmadığına inanıyor: ‘‘Annem babam hep görüşüyorlardı. Bana hep çok zaman ayırdılar. Üstelik bir tiyatrocu olarak en çok zamana ihtiyaçları olduğu halde. Şahane bir çocukluk geçirdiğim ve sevgiyle büyütüldüğüm için bundan sonra yapacağım tüm hıyarlıkların bana ait olduğunu bugünden söyleyebilirim.’’
Mehmet Ali'nin hayatında en az anne babası kadar önemli biri daha vardır, babaannesi Nurhayat Pınar. Besteci Selahattin Pınar'ın kızkardeşi olan Nurhayat Hanım, son İstanbul Kadısı'nın da kızıdır, tam bir Osmanlı kadınıdır. Mali'ye çok emek verir ve çok sevdiği torunu 16 yaşındayken ölür.
KENDİ SESİMDEN GAZA GELİRİM
Liseyi Boğaziçi Koleji'nde okuyan Mehmet Ali, lise son sınıfta kredili sistem sayesinde okulu erken bitirince mecara olsun diye birkaç aylığına Savaş Ay'ın A Takımı'na girer. Niyeti yaza kadar çalışıp sonra da konservatuar sınavlarına girmek ve oyuncu olmaktır. Ama gazetecilik öyle sarar ki, iki yıl boyunca hem A Takımı'nı hem de konservatuarı birlikte götürür: ‘‘O iki sene zevkli, yorucu ve kararsızlıklar içinde geçti. Oyunculuk okuyordum, gazetecilik yapıyordum ve acaba hangi işi seçsem diye düşünüyordum. Sonunda oyunculuk ağır bastı ve işi bıraktım.’’
Ufak tefek rollerin ardından genç erkek starına terfi ettiği televizyon dizisi, başrollerini Melten Cumbul'la paylaştığı ‘‘Yılan Hikayesi’’. Oyunculuğun işlevinin hayatı bir tarafından tutup anlatmaya çalışmak olduğunu düşünüyor: ‘‘Zaman zaman oyunculuğun sanat olup olmadığını bile sorguluyorum. Oyunculuğun bir şey yaratma olup olmadığına kendimi tam inandırabilmiş değilim. Ama neyse bunlar ‘büyük' konular. Sonuçta yaptığım işten keyif alıyorum.’’
Babası ile aynı apartmanın farklı katlarında oturan Mehmet Ali, ev hayatını çok seviyor. Evde geçen bir gününün özeti şöyle: Kahvaltı etmek, piyano çalmak, müzik dinlemek, yemek pişirip yemek, tekrar piyano çalmak, kitap okumak, tekrar müzik dinlemek. Kız arkadaşları ile olan ilişkileri 6-7 aydan fazla sürmüyor. Şimdi Rutkay Aziz’in kızı Doğa Rutkay ile beraber. Bütün ilişkilerinde musluklarını sonuna kadar açtığını söylüyor:
‘‘Yalnızca aşk ilişkilerimi değil iş ilişkilerimi de bütün yanlışlarımla doğrularımla, hıyarlıklarımla, sevgimle, sonuna kadar açık olarak yaşıyorum. Beni tanımak için birkaç günü birlikte geçirmek yeter. Onun için de rahatım. Mistik, gizemli insanları sevmiyorum. Böyle insanlarla yakın arkadaş olamıyorum. Ama tabii ki ben azınlıktayım. En çok aşkta hesap yapılıyor ve kadınlar çok hesaplı davranıyor.’’
Şimdi melek gibi bir adam portresi çıkmasın ortaya. Tabii o da bazen saçmalıyor. Ama saçmalamasını anlatması bile komik: ‘‘Bazen olmadık bir şeye sinirlenirim. Bağırmaya başlarım, kendi sesimden gaza gelip daha çok sinirlenirim. Ama hatamdan dönüp özür dilemeyi de bilirim.’’