Arkeologlar, Atina’daki antik olimpiyatları araştırdı ve ortaya son derece ilginç bulgular çıktı: Bir katılımcı üç dalda da başarılı olduğu takDirde birinci ilan ediliyordU. ‘İkincilik’ ya da ‘önemli olan katılmak’ gibi avundurucu parolalar antik çağda geçerli değildi; birinciler dışında herkes boynu bükük evine dönüyordu.Yarışmalar kıran kırana geçiyor, testisler bile sıkılıyordu. Sporcular her şeye rağmen yine de korkusuzdu. Sonuçta her olimpiyat birincisinin bir heykeli dikiliyordu; bu onura ancak tanrılar sahipti ve bu da bir yerde ölümsüzlük demekti. Şampiyonlar adeta bulutların üzerinde uçarcasına evlerine dönüyor ve çeşitli imtiyazlara kavuşuyordu. Halkın yüzde 70’i olan kölelerin ve evli kadınların olimpiyatlara katılması yasaktı.3800 m’lik uzun mesafe koşusuna, at yarışı, boks, güreş ve Pankras gibi atletizm dalları da eklenince program iyice genişlemişti. ‘Ben Hur’ filmini hatırlatan araba yarışları, etle doping yapan güreşçiler, karşılaşma sırasında ölen boksörler.. Sonuç: Olympia’daki güç yarışı, yeni bir insan tipi yaratmıştı. 1200 yıl iç savaşlar, devrimler ve Roma egemenliği bile yarışmalara engel olamamıştı, ta ki Hıristiyanlığa dek... Son olimpiyat şampiyonu İ.S.385 yılında zeytin dalı çelengini alan Atinalı genç bir boksördü. O tarihten sonra kilise, kas geliştirmeye karşı amansız bir savaş açtı. Olimpiyatlar Hıristiyanların baskısıyla 19.yy’a dek dünya tarihinden silindi.Görkemli olimpiyat alanında rahipler koro müziği eşliğinde zeytin dalından örülmüş ve üzerinde altın bir orağın bulunduğu çelenklerle zafer kazanan sporcuları onurlandırıyorlardı. 50 bin-60 bin izleyicinin Alpheios ırmağının kıyısına akın etmesiyle bölge dev çınarlarla çevrili neşeli bir bayram yerine dönüşüyordu.Yirmiyi aşkın karşılaşma içinden en önemlisi dört ‘çelenk oyunu’ idi. En iyi lir çalgıcıları ve komedi şairlerini yetiştiriyor, flüt turnuvaları ve delikanlılar için öpüşme yarışmaları düzenliyorlardı. Olympia trompetçilere ve tellallara bile çelenk veriyordu. Ve bu şekilde yarışmalar her kesimden insan için çekici hale geliyordu.Büyük umudumuz, büyük sporcumumuz Süreyya Ayhan’ın sakatlanması sonucu katılamadığı Atina Olimpiyat Oyunları başladı. İstanbul’da dahil, beş kıtayı dolaşarak Atina’ya varan Olimpiyat meşalesi’nin koruyuculuğu altında, atletler en iyi olmak için yarışıyor.Atina, Olimpiyatların doğum yeri. Yunanlılar sevinç ve coşku içindeler ve gururla Olimpiyatların yaratıcısı atalarını anıyorlar. Zeus’un kulları, ne de olsa sadece felsefe ve tiyatroyu keşfetmekle kalmadı, bundan 3000 yıl önce sporu da bulmuştu. Gerçi firavunlar döneminde bile, okların hedef tahtasına fırlatıldıkları bilinmekte. Hatta Thera adasındaki 3500 yıllık duvar resimlerinde de boks yapan delikanlılar betimlenmişti.Ama beden eğitimini kurallara göre gerçekleştirilen bir yarış haline getirenler Yunanlılar olmuştu. Olympia’daki arenada henüz İ.Ö.8.yy’da bile kısa mesafe koşucuları, kısa etek ve çıplak ayaklarıyla kum pistinin üzerinde yarışıyorlardı. Alman filolog Karl-Wilhelm Weeber, Olimpiyatların yapıldığı bölgeyi ‘Yunan ulusunun en büyük kült merkezi’ olarak tanımlıyor. Roma döneminde burada hanlar, hamamlar ve içinde 12m yüksekliğinde bir Zeus heykelinin bulunduğu bir tapınak da dahil olmak üzere, otuzu aşkın yapı bulunuyordu. Bu görkemli kent görüntüsü önünde rahipler, koro müziği eşliğinde zeytin dalından örülmüş ve üzerinde altın bir orağın bulunduğu çelenklerle zafer kazanan sporcuları onurlandırıyorlardı. Klasik dönemde, 50 000-60 000 izleyicinin Alpheios ırmağının kıyısına akın etmesiyle bölge dev çınarlarla çevrili neşeli bir bayram yerine dönüşüyordu (Pindar İ.Ö. 522-446). Tabii bu olayın sadece güzel yanı. Avustralyalı tarihçi Tony Perrottet, ‘Çıplak Olympia’ ile ilgili bir kitabında ‘antik Woodstack’tan söz edecek kadar ileri gidiyor. Ziyaretçi akınından sonra çam ormanları umumi tuvalete dönüşüyordu. İlk kez Romalılar tarafından inşa edilen tuvaletlerden her biri 15 kişilik bir dam altıydı sadece. Birbirine bitişik olarak kurulan çadırların arasında hayat kadınları hizmet veriyordu. Kazı çalışmalarıyla ortaya çıkarılan ölçekler, el arabaları ve saplı tencereler, tüccarların hurma ve çorba sattıklarını gösteriyor. Kutsal alanda 1200 yıl boyunca mızraklar uçuşmaya devam ederken, iç savaşlar, devrimler ve Roma egemenliği bile yarışmalara engel olamamıştı, ta ki Hıristiyanlığa dek.İnsan bedenine yasakDindar Roma imparatoru Theodosius’un İ.S.390 yılından itibaren kas kültünü yasaklaması, keşişler tarafından başlatılan bir döneme denk gelir. O dönemin Hıristiyanları insan bedenini bir ‘cehennem kapısı’ olarak görüyorlardı. Öyle ki havari Paulus’a göre ölümlü bir bedenin iyi bir tarafı olamazdı. Böylece büyük bir gelenek terk edilmiş ve unutulmuştu. Peki antik çağın sporcuları tam olarak neler yapıyorlardı? Gerçi steller üzerinde 922 birincinin ismi yazılı. Fakat yarışmanın kuralları üzerine bile büyük tartışmalar yaşanmakta. Özellikle de önemli bir yasağın açıklanabilmesi için birçok uzman kafa patlatıyor: Kadınların stadyuma ayak basması yasaktı ve cezası da ölüm idi. Peki genç kızlar için serbest olan yarışma evli kadınlara niçin yasaklanmıştı? Bu ve benzeri sorular için uzmanlar heyecan verici yanıtlar getirdiler. Yunanlıların beden eğitimini sürdürdükleri yapılar Marsilya’dan Anadolu’ya kadar uzanmakta. Arkeologlar Nemea ve Rodos’taki kazılarını sürdürdü, bazı sonuçlar şöyle: Antik spor türleriYunanistan’da bundan 2500 yıl öncesinde bile profesyonel sporcular bulunuyordu.Boksörlerin antrenman sırasında kullandıkları yumruktopu, kulak koruyucuları ve boks eldiveni burada bulunmuştu. Yunanlılar tüm yasaklara rağmen 7.yy’a dek atletizm yarışları düzenlemişlerdi. Alman profesör Ulrich Sinn’le birlikte çalışan bir araştırmacı İ.S.600 yılına ait bir Bizans sikkesi buldu. ‘Sikke seyirci tribününde bulundu, stadyum o tarihte hala sağlamdı’ diye anlatıyor Sinn. Yarış alanları ancak ortaçağın karanlığına geçiş evresinde tamamen kapanmıştı ve 1200 yılı aşkın bir süre devam eden yarışlarla ilgili kalıntılar şimdi arkeolojik kazılarla gün ışığına çıkarılmakta. Mesela kırılmış diskler ve kazıma demirleri gibi. Bu demirlerle atletler bedenlerindeki yapışkan zeytinyağını, teri ve tozu kazıyorlardı. Buluntular çoğaldıkça Hellas’ın sadece düşüncenin değil beden eğitiminin de merkezi olduğu anlaşılmakta. Alman uzman Wolfgang Decker, Helen halkının spora aşırı tutkun olduğunu düşünüyor. Yarış düşüncesi yüzü aşkın özerk bölgede önemli ölçüde benimsenmişti. Büyük felsefeci Platon boks, Aristo hafif atletizm hayranıydı. Miletli Thales’in İ.S.548 yılında Olimpiyat Oyunları sırasında kalp enfarktüsünden öldüğü sanılmakta. Dört çelenk oyunuYunanlıların düzenledikleri yirmiyi aşkın karşılaşma içinden en önemlisi dört ‘çelenk oyunu’ idi. Olympia’daki şampiyonlar zeytin dalından, Delphi’dekiler ise defne dalından bir çelenkle ödüllendirilirdi. Nemea (Kereviz) ve Korint’teki (Çam) kupalar daha önemsizdi. Yunanlılar en iyi lir çalgıcıları ve komedi şairlerini yetiştiriyor, flüt turnuvaları ve delikanlılar için öpüşme yarışmaları düzenliyorlardı. Olympia trompetçilere ve tellallara bile çelenk veriyordu. Ve bu şekilde yarışmalar her kesimden insan için çekici hale geliyordu. Aileleri tarafından Gynasion’a gönderilen eski Yunan gençliğinin şişmanlık ve obezlik sorunu olamazdı, nitekim burada yaşam çok çetin geçiyordu.‘İkincilik’ ya da ‘önemli olan katılmak’ gibi avundurucu parolalar antik çağda henüz yabancı olan terimler olduğu için, birinciler dışında herkes boynu bükük vaziyette evine dönüyordu. Anlaşılan o ki sonu gelmeyen yarışma ve rekabet hevesi, olimpiyat güneşi altında yeni bir insan tipinin doğmasına neden olmuştu. Bu yazıyı büyük ölçüde aktardığımız Spiegel dergisindeki orijinal metine göre, (32/04), diğer halklardan daha hızlı düşünen Yunanlılar en iyi kazançları elde ederken, her yerde heyecanlı, atik ve şakacı kişilikleriyle ön plana çıkıyorlardı. Böylece oryantalist baskıya dayanan tekdüzelik içinde yeni bir ‘ben’ kültü, yeni bir bireysellik biçimi gelişmişti. Bugün antik olimpiyat alanına gidenler sadece taş temellere takılıyorlar. Sağda solda yatan kırık kirişlerin ve sütun başlıklarının üzeri yosun tutmuş. Yapıların en önemli kısmı İ.S.551 yılında güney Avrupa’yı sarsan bir depremle yıkılmıştı. Almanlar bölgede 1875 yılından bu yana kazıyorlar ve bugün artık kalıntıların birçoğu açıklanmış durumda. Olympia’daki kazı alanında boksörlere ait antrenman salonları ve üzeri kapalı bir koşu parkuru, kuzeyde ise imparator ve krallara ait bir yemekhane bulundu. ‘Çöplükte şeftali çekirdekleri bulduk’ diye anlatıyor arkeologlar. Hatta Arena’nın ilk karanlık dönemleri bile artık aydınlanmaya başladı. Son bilgilere göre Dor boyları İ.Ö.1000 yıllarında Peloponnes’e gelerek toprak tanrısı Gaia için bir kutsal alan kurmuşlardı. Hantal bir yapı kompleksinden oluşan bu alanda henüz spora ait bir iz yoktu. Tarihçi Hippias’ın belgelerinde, ilk yarışmanın İ.Ö.776 yılında yapıldığından söz edilmekte. Koşucular bir ‘Stadion’luk (600 ayak uzunluğu) mesafede koşuyordu. Olympia’da yarı tanrı Herakles’in ölçüleri geçerliydi. Stadion’un 197,27m olduğuna bakılırsa, kahramanın ayak numarası 50 olmalıydı. 3800m’lik uzun mesafe koşusuna, at yarışı, boks, güreş ve Pankreas gibi atletizm dalları da eklenince program iyice genişlemişti. Neredeyse her türlü ‘saldırının’ serbest olduğu Pankras dövüşlerinde testisler bile acımasızca tekmeleniyordu. Bakırdan diskYaklaşık olarak Homeros’un ölüm yılında (İ.Ö.708) ilk beşli mücadele yarışmaları da başlamıştı. Aristo bunları ‘hafif atletizmin’ en iyileri olarak adlandırır. Finale kalmak isteyenler, hızlı, çevik, dayanıklı ve kuvvetli olmalıydı. Bu disiplindeki yarışmalar sabah sekizde disk atışlarıyla başlıyordu. Diskin en ilkel biçimi işlem fırınında pide gibi ergiyen bakırdı. Demirci ustası herhangi bir zamanda bu metal pidesini hışımla fırlatmış olmalı ve böylece yeni bir spor dalı doğmuştu!Eski bir belgede disk atışları şu şekilde anlatılmakta: ‘Atlet önce ellerini kumla ovuyor. Yarım dairelik bir hareketle fırlatılan disklerin düştükleri yerler tahta parçalarıyla işaretlendikten sonra mesafe, sopalarla ölçülmekte.’Elbette ki disklerin zaman zaman seyircilerin üzerine fırladığı da oluyordu. Yunan efsanelerinde kazara insanların üzerine düşen disklere sıkça değinilmekte. Ekip daha sonra kendisini bir kum çukurunun önünde bulurdu. Eski vazo resimlerinde betimlenen uzun atlayıcılarının elinde ağırlıklar bulunmakta ve uzun atlama yarışının tam olarak ne şekilde yapıldığı hala kesin olarak bilinmemekte. Araştırmacılar, atletlerin son beş adımda kollarındaki sarkaç hareketinden yararlandıklarını düşünüyorlar. Üç dalda birincilik şartÜçüncü sıradaki yarışma olan cirit de pek tehlikesiz sayılmazdı. Ahşap ciritler havada büyük kavisler çizerek seyircilerin yakınından uçuyordu ve Olympia stadyumu sadece 30m genişliğindeydi. Eğer bir katılımcı üç dalda da başarılı olduğu taktirde birinci ilan ediliyordu, ama böyle biri bulunmuyorsa seyircilerin çılgın tezahüratları arasında güreşe geçiliyordu. Parlak kırmızı giysili hakemler kızgın güneşin altında çiftleri seçtikten sonra yarışmacılar flüt sesleri eşliğinde kıyasıyla dövüşüyorlardı. Antik dönemde ağırlıklara göre sınıflandırma olmadığı için en cüsseli olanlar daha şanslıydı. Sadece dizin yere değmesi bile tuş sayıldığı dövüşlerde kazanmak için üç tuş yeterliydi. On saatlik bir yarış süresinden sonra nihayet kazanan belli oluyor, görevliler mor kurdelelerle süsledikleri şampiyonlara susuzluklarını gidermeleri için şarap sunuyordu. Antik şampiyonlar listesinin incelenmesiyle spor karşılaşmalarının ilk başlarda soyluların elinde olduğu anlaşıldı. Birincilikleri alanlar mülk sahipleri ve derebeyleriydi, sonuçta haftalar boyu Zeus’un onuruna yapılan çıplak yarışlara hazırlanacak kadar para ve zamana yalnızca onlar sahipti. Eti ve kemiğiOlimpiyatlarda en büyük başarıyı gösteren Sparta, çocuklarına en katı eğitim programını uyguluyordu. Yedi yaşına gelen her erkek çocuk, değnekle döverek eğitim veren bir antrenöre veriliyordu. O tarihte Yunanlıların en güçlü devletinin ekibi olimpiyat köyünde kısa sürede zirveye oturarak tüm ödülleri toplamıştı. İ.Ö.688 yılında kısa mesafe koşusunu kazanan Spartalı atlet Charmis’in özel bir meyve diyeti yaptığı bilinmekte. Koşucu her yarıştan önce sadece incir yediğini itiraf etmiş. Antik olimpiyatlarda ilginç bir giysi kuralı da getirilmişti. Belgelere göre Spartalı koşucu Akanthos, daha hızlı koşabilmek için kısa eteğini çıkarınca, çıplaklık yarışma koşulu olarak kabul edilmişti. Giysiye sadece at yarışlarında izin veriliyordu. Ancak bu yarışlara sıradan insanların katılması imkansızdı. Zengin jokeyler güney İtalya ve Sicilya’dan gösterişli saltanat gemileriyle yolculuk ederken, Kirene (kuzey Afrika) ve Bizans’tan (İstanbul) gelen hükümdarlar sahile atlarını, arabalarını ve çadırlarını indiriyorlardı. Ayrıca ekibe, koşum vuran deri işçileri de dahildi ve seyisler yedek atlardan sorumluydu. Uzunluğu 780m olan Olympia hipodromu, yatığını defalarca değiştiren Kladeo nehri yüzünden çamurların altında kaldığı için burası hemen hemen hiç araştırılamamıştır. Araba yarışçısına öğütFakat belgeler yarış pistinde yaklaşık olarak on arabanın yarıştığını söylüyor. Ellerinde kamçı ve dizgini tutan yarışçılar arabanın üzerindeki sepetlerde ayakta duruyorlardı. Dört atın koşulduğu arabalarla yapılan yarışta pist başlangıçtan itibaren özellikle de dönemeçlerde dar geliyordu.Homeros yarışçıları şu şekilde öğüt verir: ‘Sol tekerlek dönüş sütununa iyice yaklaşmalı / öyle ki arabanın tekerlek yuvası neredeyse buraya değecek gibi olmalı / ama herhangi bir taşın sıçramasına izin verme / atlar yaralanmamalı, araba zarar görmemeli. Bilginin nasihatine rağmen yarışlar sırasında kazalar hiç eksik olmuyordu, arabalar birbirine kenetleniyor, devriliyor, bilekleri burkulan atlarla birlikte yarışçılar da piste yuvarlanıyordu. Pindar, bir yarışçının, yerde yatan atların ve insanların yanından geçerek birinci oluşunu anlatır. Böylesine cüretkar yarışlar tam da soyluların zevkine hitap ediyordu. Olympia’daki at yarışları için Sirakuza zenginleri görkemli arabalarla gelirdi; burada zafer kazananlar arasında Büyük İskender’in babası Kral Phillpp’de bulunuyordu. Olimpiyatta askerileşmeAristokratların madalya paylaşımı Atina’nın İ.Ö.594 yılında dünya tarihinde demokrasi gibi yeni bir deneyim yaşamasıyla son bulunca, olimpiyatların kapısı halka da açılmış ve olimpiyatlarda başarılı olan her Atinalı o tarihten itibaren 500 drahmiyle ödüllendirilmeye başlanmıştı. Ve 500 koyuna eşit olan bu ödül aşçıdan tüccara, çiftçiden çobana birçok kişiyi heveslendirecekti. Birçok araştırmacı İ.Ö. 6. ve 5.yy’ı, sporun demokratik bir kitle hareketine neden olan önemli bir dönüm noktası olarak kabul etmekte. Ülkenin her yerinde Gymnasion’lar kurulmaya başlamıştı. Okul ve derslerle pek ilgisi olmayan bu eğitim kurumları daha çok gençleri savaşa hazırlayan merkezlerdi. Sonuçta Hellas’ın atik askerlere ihtiyacı vardı. Devletler yeni bir savaş taktiği geliştirmişlerdi, ağır silahlarla donatılı piyadelerin (‘hoplitler’) 20 kiloluk yükle, hızlı adımlarlı düşmanı etkisiz hale getirmeleri isteniyordu. ‘Hoplit koşusu’ İ.Ö.520 yılında olimpiyat disiplini haline getirilince yarışçılar kalkan, miğfer ve kılıçla 400m’lik mesafede yarışmaya başladılar. ‘Yunanlılar, savaşı antrenmana, antrenmanı ise savaşı çevirmişlerdi’ der Philostratus. Zenginleşen OlimpiyatAslında bu biraz gerekli olan bir gelişmeydi. Pers birlikleri batıdan zorluyordu. Daha önceleri de Anadolu’da Efes ve Milet gibi kentler kaybedilmişti. Oysa olimpiyatlar sayesinde iyice güçlenen Yunanlılar, İ.Ö.480 yılında Perslere karşı Marathon ve Salamis’te, bir yıl sonra da Platee’de büyük bir zafer elde edince, ganimetlerden elde edilen gelirler Olympia’ya aktı ve böylece önemli bir yapı patlaması yaşanmıştı. Böylece yeni bir stadyumla birlikte bir de hamam inşa edilecek, sanatçı Phidias, büyük Zeus heykelini cam, altın ve değerli taşlarla süsleyecekti. Kutlamalar Kıbrıs ve Epidamnos’a (Arnavutluk) kadar yayılınca şenlik beş güne çıkarılmış ve muazzam bir organizasyon yapılmıştı. 60km kuzeydeki Elis halkına kutsal alanın düzenlenmesi 60km kuzeydeki Elis halkına verilmişti. Elisliler tarafından seçilen olimpiyat kurulu ve on hakem (‘Hellanodikler’) kuralları izleyerek ceza kesiyordu ve ihmal edildiklerini hissedilen sporcuların mahkemeye başvurma olanakları bulunuyordu. Büyük rekor şovunun başlamasından yaklaşık dört hafta önce ‘olimpiyat barışı’ devreye girince, Hellas’ın tartışmalı devlet kaosunda sporcuların tehlikesiz yolculuğu için bir güvenlik koridoru oluşturulmuştu. 100 sığırlık şölenVe Temmuzu, Ağustos’a bağlayan hafta nihayet beklenen an geldi, yaklaşık 400 kişi Olympia’ya geldikten sonra, yarışçılar adil bir şekilde yarışacaklarına dair ant içtiler ve ardından delikanlıların yarışı başlamıştı. Üçüncü gün köleler 100 sığırı kutsal alan ‘Altis’e sürdüler. Hayvanlar tanrılara kurban edildi. Butlar yakıldıktan sonra geriye kalan etlerle ziyafet yemekleri hazırlanıyordu. Belgelere göre Olympia’nın merkezinde geç Roma dönemine dek yaklaşık yedi metrelik bir kül yığını oluşmuştu. Nihayet dördüncü günde yetişkinlerin yarışları 200, 400 ve 3800 m koşularıyla başlamış, koşucular sinirli yüzlerle start çizgisinde buluşmuştu. Yarış bir sinyal sesinden sonra start mekanizmasının açılmasıyla başlıyordu (bkz. Grafik). En az 30 derecelik sıcaklıkta yapılan yarışları izleyen seyircilerin serinlemeleri için yirmi küçük çeşme bulunuyordu Olympia’da. Öğleden sonraları pankreas dövüşçüleri sahneye çıktığında heyecan doruğa çıkıyordu. Pankreas karşılaşmalarında gözleri yaralama dışında her şey serbestti. Fakat boks karşılaşmaları çok daha sert geçiyordu. Amerikalı spor tarihçisi Michael Poliakoff, ‘fiziksel açıdan en sert ve en zararlı dövüş sporu’ olarak adlandırıyor antik dönem boks maçını. Boksörler yumruklarını iplerle korusalarda, rakibe sert bir deri parçasıyla saldırılıyordu. Bir boks karşılaşmasını izleyen ozan Theokrit, dövüşlerin çok kanlı bir şekilde tamamlandığından söz eder. Hakemler en kötü durumları önlemek için ağır yaralıları sahadan çıkarıyor, faul yapanları kamçılayarak uyarıyorlardı. Fakat sporcular her şeye rağmen yine de korkusuzdu. Sonuçta her olimpiyat birincisinin bir heykeli dikiliyordu, ki bu onura ancak tanrılar sahipti ve bu da bir yerde ölümsüzlük demekti. Taş veya dökme demirden yapılan yüzlerce heykel bir zamanlar Altis’e dikilmişse de bugüne bir tanesi bile kalmamıştır. Şampiyonlar adeta bulutların üzerinde uçarcasına evlerine dönerken, üzerlerine çiçek, tahıl ve şifalı bitkiler atılıyordu. Ayrıca ömür boyu belediye binasından
yemek yeme hakkını kazanan sporcular vergiden muaf tutuldukları gibi tiyatroda da locada oturabiliyorlardı. Halkın yüzde 70’i köleElbette ki bu tür kariyer sıçramalarını ancak özgür Yunanlılar yapabiliyordu, tapınaktan dışlananlar ve katiller dışında Olympia’nın kapıları yabancılara da kapalıydı. Halkın %70’i kölelerden oluÅŸmasına raÄŸmen kölelerin olimpiyatlara katılamayacağı zaten en başından anlaşılmıştı. Peki ama Arena neden evli kadınlara yasak, genç kızlara serbestti? Yazar Pausanias bu ilginç kuralı ÅŸu ÅŸekilde açıklıyor: Stadyuma girmeye cesaret eden annelerin üzerine büyük bir kaya düşmüştü. Yunanistan’daki baÅŸka hiçbir spor yarışmasında böyle bir yasak bulunmuyordu. Kadınlar her yere girip çıplak sporcuları izleyebildikleri gibi bazı devletlerde kadınların beden eÄŸitimi bile yapmalarına izin veriliyordu. Spartalılar kızlarını spor okullarına gönderirken, Olympia’da genç kızlar için özel spor ÅŸenliÄŸi bile düzenleniyordu ve genç kızların omuzlarını ve göğüslerini açıkta bırakan giysilerle 160m’de yarıştıkları bilinmekte. Kadınlara niçin yasak? AraÅŸtırmacılar yasağın nedenini uzun bir süre, kadınların burada çok fazla egemen olduklarına baÄŸlamışlardı. Ä°.Ö.600 yılında inÅŸa edilen ilk tapınak Hera’ya adanmış ve doÄŸuda da bir zamanlar geceleri düzenlenen gizli törenlerle genç kızların kutsandığı Demeter kutsal alanı bulunuyordu.Tahminlere göre Zeus rahipleri bu anaerkil külte karşı büyük bir mücadele vermiÅŸ ve maçolar da eski geleneklerin bir daha hatırlanmaması için kadınların Olympia’ya girmelerini yasaklamıştı. Ama ne var ki Hera tapınağında yapılan yeni kazılarla bambaÅŸka bilgilere ulaşıldı. Anlaşıldığı üzere ‘Anaerkil merkez’ bir zamanlar Zeus’a adanmıştı. Tanrıların tanrısı Ä°.Ö.456 yılında 64m uzunluÄŸundaki yeni tapınağına taşınınca, eski yapı Hera’ya adanmış. Arkeolog Sinn bu yüzden baÅŸka bir teori sundu: Marathon zaferinden sonra daha büyük bir stadyumun yapılması isteniyordu diye anlatıyor arkeolog; yer kısıtlığı yüzünden Demeter’in kutsal alanı seçilmiÅŸ ve o tarihten sonra kadınların stadyuma girmeleri engellenmiÅŸti. Kutsal alan böylece kadınların elinden alınmıştı. Yeni stadyumun tamamlanmasından sonra olimpiyat oyunları iyice zenginleÅŸmiÅŸti. Poliakoff, geç antik döneme bakıldığında profesyonel bir spor organizasyonu görülmekte, diyor Gymnasion’larda artık içi tahıl taneleriyle dolu yumruk topları asılıydı. Boksörler baÅŸlarında koruyucu baÅŸlık takıyor, masörler bedenlerini yaÄŸlı ve pudralı süngerlerle ovuyordu. Hepsi kör ve topalKusana kadar et yiyen güreşçiler fazladan protein alabilmek için geceleri bile uyanık geçirerek beslenmeye devam ediyorlardı. Yazar Euripides’e göre güreşçilerin çeneleri köle, karınları kurban idi. Hiçbir dövüş sporcusunun saÄŸlıklı kalmadığını Romalı doktor Galen’in (Ä°.S.129-119) belgelerinden öğreniyoruz: ‘Atletler kör, topal bana geldiklerinde kısmen de felçli oluyorlardı.’ Darbe yemekten yırtık pırtık hale gelen kulak kepçelerine antik dönemde ‘karnabahar kulakları’ deniyordu. Olympia’da sadece beÅŸ sahtekarlık olayı saptandı. Sporcular, rakiplerini rüşvet vererek yenmeye çalışmışlardı. Sinn, son kitabından tamamen farklı bir tablo sergilemekte. ‘Olympia’daki Zeus tapınağındaki barışçıl halk toplantıları tüm politik ve sosyal geliÅŸmelerden bağımsız olarak 1200 yıl boyu süregelmiÅŸtir. Olimpiyat kurulu tüm karşılaÅŸmaları sıkı bir ÅŸekilde takip ediyordu. Hiçbir iç savaÅŸ ÅŸenliÄŸe engel olamamıştı, hatta Atina ve Sparta, Peloponnes Savaşı’nda (Ä°.Ö.431- 404) birbirini boÄŸazlarken bile Olympia’da diskler uçuÅŸuyordu. Spor tesislerinin Roma dönemindeki yıkılışı bile yeni bilgiler ışığında çok daha farklı yorumlanmakta. Daha önceki araÅŸtırma belgelerinde Ä°.Ö.146 yılında lejyonerlerin Hellas’ı yerle bir etmeleriyle birlikte her ÅŸey bitmiÅŸti. Dahası stadyumda sürgün avı bile yapılmıştı. Romalılardan çok farklıFakat bunlar doÄŸru deÄŸil. Hellenler, gladyatör dövüşlerini seven ve kölelerini ayılara yedirten Romalılara hiçbir zaman özenmemiÅŸlerdi. ‘Yunan toplumu asla zulümden yana deÄŸildi, hele ki kendi halkına karşı. Ayrıca kanunsuzluÄŸa da karşıydı’ diye anlatıyor Ploiakoff. Halk genelde geleneklere baÄŸlı kalmıştır ve tam da en vahÅŸi olaylar, hakemlerin bunları durdurmak için çabaladıklarını göstermekte aslında: - Ä°.Ö. 520 yılında pankreas dövüşlerinde parmak kırmak yasaklanmıştı.- Boksör Kleomedes Ä°.Ö.490 yılında sert bir vuruÅŸla rakibinin göğüs kafesini parçalamıştı ve ortada faul durumu olmamasına raÄŸmen yüklü bir para cezası almıştı. - Boksör Damoxenos ise Ä°.Ö.420 yılında rakibinin bağırsaklarını parçalayınca galibiyeti geçersiz sayılmıştı. Romalılar Pelopponnes’teki masum spor gösterisini, yavan ve can sıkıcı buldukları gibi, çıplaklıklardan da pek hoÅŸlanmamışlardı. Roma’nın atletizme yaklaşımı biraz Amerika’nın futbola yaklaÅŸmasına benzemekte. Bilinen son olimpiyat ÅŸampiyonu Ä°.S.385 yılında zeytin dalı çelengini alan Atinalı genç bir boksördü. O tarihten sonra kilise kas kültüne karşı amansız bir savaÅŸ açtı. GüreÅŸ, ÅŸeytan iÅŸiydi ve boks karşılaÅŸmaları sırasında da tanrının yansıması olan yüzler zedeleniyordu. Olimpiyatlar böylece Hıristiyanların baskısıyla 19.yy’a dek dünya tarihinden silinmiÅŸti. Antik spor dalları günümüz atletlere fazla geldi24 yaşındaki Alman atlet Kenny Beele önce yürüyen bant üzerinde oksijen sarfiyatını ve solukla dışarı atılan karbondioksiti ölçen alete baÄŸlı olarak, miÄŸfer, kalkan ve baldır koruyucularıyla koÅŸtu. Olympia’da silahlı koÅŸu olarak adlandırılan bu yarışta kullanılan on kiloluk koruyucu giysilerle atlet 20 dakika bile dolmadan bitkin düştü. Ölçümler donanımların %25 daha fazla enerji gerektirdiÄŸini gösterdi ki bu araÅŸtırmacıların beklediklerinden çok fazlaydı. Bilim adamları antik dönem spor dallarının beden üzerindeki etkisini birçok bilimsel deneyle araÅŸtırdı. Amaç o zamanki spor aletlerinin ne gibi özel teknikler gerektirdiÄŸini ve donanımların ne gibi rol oynadıklarını öğrenmekti: Antik atletler ne kadar güçlüydü? ÖrneÄŸin disk atıcıları: BaÅŸarılı atışlarıyla ünlenen atlet Matthias Spahn, günümüzde kullanılanlardan daha büyük olan 34cm çapında ve 5,7 kilo ağırlığındaki diski üç dönüşten sonra fırlatamadı. Antik dönemin diski çok daha fazla kuvvet gerektiriyor. Spahn, diski fırlatabilmek için kolunu bükmek ve kalçasının hizasından atmak zorunda kaldı ve birçok denemeden sonra yaklaşık olarak 15m’ye fırlatabildi. Eski Yunanlıların bu diski daha uzaÄŸa fırlatıp fırlatmadıkları bilinmemekte. Denekler antik uzun atlama denemesinde zorlandılar. Günümüz atletler büyük bir hızla koÅŸarak atlarken, Yunanlılar peÅŸ peÅŸe beÅŸ kez hiç koÅŸmadan atlıyorlardı. Antik uzun atlayıcıların ne ÅŸekilde baÅŸarılı olduklarını bulmak için araÅŸtırmacılar 2003 Almanya çekiç atıcısı Markus Esser ile bir deney yaptılar. Çekiç atma dalı da koÅŸmadan gerçekleÅŸtirmekte. Esser’in 16m’lik rekora ulaÅŸması hiç de kolay olmamıştı. Atlet baÅŸarıya tıpkı Hellenler’in uzun atlama sırasında ellerinde taşıdıkları ağırlıkla çalışınca ulaÅŸtı. Bu ağırlıkla teknik önemli ölçüde deÄŸiÅŸmekte. Ağırlık, atlama sırasında öne doÄŸru kaldırdığında bacak kuvveti artıyor. Manchester Ãœniversitesi biyomekanikçisi Alberto Minetti, bilgisayar programında hangi ağırlığın en uygunu olduÄŸunu hesapladığında ilginç bir ÅŸekilde antik dönemde kullanılan 2-3 kiloluk ağırlıkların en kullanışlısı olduÄŸunu buldu.Antik dönem koÅŸu parkurunda start tekniÄŸiKorint stadyumundaki koÅŸucular, yarışa göğüs hizasındaki direklerin önünden baÅŸlıyorlardı. Direklere menteÅŸeyle tutturulmuÅŸ yatay çubuklar, iplerle gerilerek yukarı kalkıyordu. Yarışı baÅŸlatan kiÅŸi ortadaki bir çukurdan ipleri gevÅŸettiÄŸinde çubuklar aÅŸağı iniyor ve yarış baÅŸlıyordu.Rahipler ve atletler vadisiAntik kült merkezi OlympiaOlympia stadyumu yaklaşık olarak Ä°.Ö.1000 yılında Zeus’a adanmış küçük bir kutsal alandan antik dönemin en büyük spor tesisi olarak geliÅŸmiÅŸtir. Tapınaklar, yarış alanları, antrenman yapıları ve bir hipodrom 30 hektarlık bir alan üzerine yerleÅŸtirilmiÅŸti. Sarnıçlı bir su tesisatı Roma dönemine aittir. Ä°mparator Theodosius II, Ä°.S.426 yılında Zeus tapınağını yıktırmış, stadyum ise 6.yy’da meydana gelen iki büyük depremle tamamen harap olmuÅŸtur. Â
button