Güncelleme Tarihi:
Her sezon oluyor bu. Tasarımcılar birçok trendin mayasını çalıyor, önerilerde bulunuyor; ama bir bakıyorsunuz birdenbire bir şey ansızın ‘‘salgın’’ boyutlarında boy gösteriyor. Bu yılın ‘‘en’’i ise çiçek motifleri. Her yerde: Bluzlarda, eteklerde, elbiselerde, pantolonlarda, ayakkabı ve çantalarda. Hatta takı ve tokalarda bile. Galiba bunda iki şey etkili oldu. Birisi hipi kılığının geri dönüşü, diğeri ise etnik; özellikle Uzakdoğu ve Çingene rüzgarları.
Çiçek çocuklarının dönüşünde eskiye oranla fark var elbette. Yeni çiçek çocuklarının imajı yalnızca görsel şıklıktan ibaret. Ve sanki bir tür çiçek fanatizmi gibi. Çünkü biraz abartı görüyorum. Hem bluz, hem pantolon, hem ayakkabı, hem de çantada aynı anda çiçekler bana abartı geliyor ya, neyse. Eski hipilere sadık kalınan tek şey makyaj. Saçlar ve makyaj tıpkı eski günlerdeki gibi.
NEREDEN ÇIKTI?
Dönem kostümleri, abartılı, dramatik görünüm ve minimalizmin arasından nasıl sıyrıldı estetikteki bu nebat aşkı? Bana öyle geliyor ki ya filmlerden tüyo alıyor tasarımcılar, ya da şu bildik 100 yılı devirme psikolojisinde iyimserlik havasını tutturanlar ağırlıkta. Tarihte nedense 100 yıl dönümleri hep karmaşa ve felaketlerle olmuş. Eh, global durum da şimdilik bu yönde. 21. yüzyıla sayılı gün kalmışken savaş, siyasi açmazlar ve ekonomik bunalım yaşanıyor. Ama yüzyıla damgasını vuran ‘‘olumlu düşün’’ düsturu bir tek moda alanında ağırlığını gösteriyor anlaşılan. Ya da şu İngilizce'de ‘‘wishfull thinking’’ deyişi, yani gönül arzusu ile düşünme sözkonusu.
Aslında bir tür kara mizah gibi. Dünyanın gündeminde savaş varken, modada hipi veya çiçek çocuklarının telaffuz edilmesi; etnik kıyım sürerken modada etnik motiflerle şıklık yaratmaktan söz etmek bir tür ‘‘şaka’’ gibi geliyor. Çiçek çocukları, barış ve sevgi çocuklarıydı, sloganı ‘‘Savaşma seviş!’’ti. Modacılar savaş karşıtı mı davranıyorlar, modada tarihsel bir sürçme mi sözkonusu bilmiyorum ama, çiçekli birşeyler giyerseniz, bir zamanlar çiçeklerin ‘‘konuştuğunu’’; çiçek çocuklarının sloganını unutmayın derim.
Model Monica
Monica Lewinsky. Amerikan siyasi tarihindeki bütün ‘‘esas kadın’’ları gölgede bırakan bir kimlik. Bir savaşın hem galip, hem mağlup iki tarafından birisi. Olay bir yana, biz sıradan insanların, sıradan bakışı da var Monica'ya. ‘‘Nasıl biri, güzel mi, özelliği ne?’’ türünden sorularla baktığımız bir Monica.
Skandal patlak verdiğinde hepimiz Clinton'ı bu kadar zor durumda bırakan kadını merak ettik. Haberlere yansıyan görüntülerde öyküyle ilgili ipuçlarını önce onun yüzünde aradık. Acaba ‘‘özel’’ biri miydi? Clinton'la birlikteki görüntülerinde gözlerinde, gülüşünde bir şeyler aradık. Erkekleri bilmem ama, kadın olarak hemen görsel inceleme sonucu yargımızı patlattık: ‘‘Çok sıradan, hatta hımbıl biri!’’ diyen çok oldu. Sonra ‘‘şişmanmış da’’ dedik. Kimileri başkana, kimileri Monica'ya sempati duydu. Kimileri ikisine de acıdı. Kimileri her ikisinne karşı da acımasız oldu. Bana sorarsanız, ikisi de kazandı, ikisi de kaybetti.
Öykü bir anlamda geride kaldı sayılır. Gündemde kaldığı sürece medya Monica'ya ‘‘baktı’’. Medyanın odağı olan herkes gibi, Monica da büyütecin altındaki görüntü gibi büyüdü. Şimdi sıra ona geldi. Medya aracılığı ile o bize bakıyor. Çünkü objektifin yakaladığı sıradan biri kimliğinden çoktan sıyrıldı. O, objektif aracılığı ile şimdi gözlerimizin içine, doğrudan bize bakıyor. Şimdi bir de siz ona bakın. Artık görünüm olarak ‘‘sıradan biri’’nden biraz fazlası değil mi? Hatta ‘‘hoş’’, hatta ‘‘etkileyici’’ diye tanımlayanlar olacaktır. Bu, medya ile aramızdaki rol değişiminin bir örneği. Medyaya yansıyan bir öyküdeki kaçınılmaz son. Bizler kim olursak olalım, başta ‘‘bakan’’, yargılayan biz olsak da süreç işledi, şimdi Monica, biz sıradan insanların peşin veya gecikmiş hükümlerini temize çekecek.
Karpuz kolun dönüşü
Modada hep ‘‘dönüş’’ler yaşanıyor ya, bu yıl ki dönüşlerden biri de karpuz kol. Bu tür ‘‘tekrar’’lar genellikle biraz değişerek, evrilerek gerçekleşir; insan kolayca benimseyebilir (bir de şu nostalji takıntımız var tabii). Ama kişisel olarak üç dönüşün karşısındayım. Biri kaşsızlık, diğeri vatkalar, üçüncüsü ise karpuz kol. Çok şükür, kaşsızlık ve vatkanın ne denli estetiksel bir ‘‘kaza’’ olduğu anlaşılmış gibi görünüyor. Ama galiba karpuz kolu sevenler varmış. Çünkü epeydir ‘‘sandık uykusu’’nda olan karpuz kollar yeniden ortaya çıktı. Bana öyle geliyor ki bunda ‘‘Aşık Shakespeare’’ filminin de payı var. Dönem kostümleri birden karpuz kolları akla getirmiş olacak ki, aynı anda birden ortaya çıkıverdiler.
Karpuz kolları sevenler vardır elbet. Ama bu dönüşü hiç hoş karşılamayanlar da var. Nedeni ise bence basit: Bir giyside modern olmayan, demode bir unsur yaratmak isterseniz, karpuz kol takıverin. Karpuz kolun çağrıştırdığı imgenin ne menem bir şey olduğunu anlatabilmek için küçük bir soru: Sizin için kadınsılık, güç ve etkileyicilik timsali bir kadını gözünüzün önüne getirin. Ve onu bir de karpuz kollu bir giysi içinde düşünün. Nasıl, anlatabildim mi?