Güncelleme Tarihi:
Fıkra anlatmak zor zanaattir, dinlemek daha da zor...
Eğer sıkı bir fıkraysa, zaten refleks icabı güler, vaziyeti kurtarırsınız.
Ama eğer (a) bildiğiniz ve defalarca dinlediğiniz (b) daha da kötüsü, ilk kez dinlediğiniz ama bütün iyi niyetinize rağmen gülemediğiniz bir fıkraysa ... ne yapacaksınız? Anlatanın kalbini kırmadan vaziyeti nasıl idare edeceksiniz? Hele hele arada kaynayacak gibi kalabalık bir dinleyici grubu değil de, tek başınaysanız? Muhtemelen anlatan da ‘Sevdin mi? Ne komik değil mi?’ gibilerinden gözlerinizin içine bakmaktadır...
Standard can simitlerinden biri, işte yukarıda sözünü ettiğim bu sorudur:
- Ha ha ha! Ulan kim uyduruyor bu fıkraları be?!
Hiç yoktan iyidir.
Neyse, ben, gerçekten merak ederim, bir fıkra nereden, kimden çıkar? Birileri oturup fıkra yazmıyordur herhalde? Acaba biri, bir espri yapar, o espri dilden dile, küçük ilavelerle, hani deniz suyu çakıl taşını nasıl ufak ufak parlatırsa, öyle, küçük düzeltmelerle, sadeleştirmelerle FIKRA haline mi dönüşür?
Muhtemelen, birden fazla cevabı vardır bu sorunun. Ben, en azından bir cevap aldım bugün.
Hıncal Abi’nin (Uluç) köşesinde her gün bir fıkra yer alır, ‘Tebessüm’ başlığı altında, salı günkü fıkra şöyleydi:
Fıkra Yıldırım Tuna'dan : Bu argonot dedikleri az bilinen bir deniz canlısıdır. Hani deniz anemonu gibi, bitkiye benzeyen ve deniz dibinde kayalara tutunarak yaşayan bir hayvan türüdür. Argonotun çok orijinal bir döllenme yöntemi vardır. Spermlerini ve yumurtalarını diğer birçok deniz canlısı gibi suya, "Nasılsa birbirlerini bulurlar!.." diye salıvermez argonotlar.. Tabiri caizse "İşi sağlama bağlar." Erkeğin cinsel organı, çiftleşme mevsiminde, bedenden ayrılır, gider başka bir kayada yaşayan dişi argonotu bulur, döller ve sahibine geri döner. Bu yüzden, onunla bununla yatıp kalkıp, sonra "Vallahi haberim yoktu" ayaklarına yatan erkeklere argonot denir.
Yıldırım Tuna’nın Hıncal Abi’ye anlattığı, onun da köşesinde ‘fıkra’ diye yayımladığı, bu fakirin, yani Serdar kulunuzun bir yazısından alıntıdır. Kelimesi değişmeden. Hürriyetim’in teknik altyapısı elvermediğinden, taradım, ama tarihini bulamadım. (*)
Ama en azından anladım ki, fıkra diye anlatılan esprilerin bir bölümü, telif hakkına tecavüz edilen, ‘kendine rağmen anonim’ yazarların hikayeleridir.
Bundan sonra fıkralara daha bir saygı duyarım en azından!
(*) Kabahat, ne Hıncal Abi’de, ne de arkadaşında; kabahat yazıdan alıntı yapıp, imzayı es geçenlerde. Bu çok oluyor maalesef, bir yazının internete ‘düşmesi’ alimallah ‘geneleve düşmek’ten beter: elden ele gezmeye başlıyor artık... Onun için internetten alınan yazılardan hiç hazzetmem ya ben.)