Güncelleme Tarihi:
- Konuya Doğu Tabletleri isimli kitabınızla kazandığınız, 2012 Yunus Nadi Şiir Ödülü’yle girmek gerek, ne hissediyorsunuz?
- Basınımızın kurucularından Yunus Nadi adına konulmuş böylesine köklü bir ödüle değer görülmek insanı gönendiriyor. Bir de Türk şiirinin, Türk aydınlanmasının çok önemli isimlerinden oluşan seçkin bir jürinin oylarıyla ve ittifakla kazanmak ayrı bir onur.
- Sizin ve şiirleriniz için söylenen sözlerin başında ‘devrimci şair’ ifadesi var. Ama diğer taraftan da ‘devrim’in kalmadığına dair yorumlar var, ne düşünüyorsunuz? - Evet, her zaman ve hiç eksilmeyen devrimci bir ruh taşıdım. Yaşantım devrim kavramının bütün çağrışımları içinde şekillendi. Bugün de öyle. Buna karşın ‘devrimci şair’ tanımlaması bana, bir şair için fazlalık gibi görünüyor. Çünkü devrimci olmak, dünyanın her yerinde ve tarihin her döneminde insanın en önemli erdemlerindendir. Ve şairler erdemli olmak zorundadır... ‘Devrim durumu’nun kalmadığı görüşüyse hayata aykırı. Hele hele bugün dünya büyük devrim dalgalarına gebeyken, sancıları hissediliyorken...
- Doğu Tabletleri’nin ‘Sunuş’ kısmında Doğu’nun ne olduğunu soruyorsunuz. Nedir sizce Doğu; bir coğrafya mı, yoksa kadim kültürler bütünü mü? Ayrıca ‘Sunuş’u Doğu Tabletleri için müstakil bir manifesto olarak değerlendirebilir miyiz?
- Sondan başlarsak, Doğu Tabletleri için kullandığınız manifesto tanımını yerinde buluyorum. Ortaya konulan yapıtı ve amacını açıklayan doğru bir yaklaşım. Doğu nedir? Yine ‘Sunuş’un diline dönersek; Doğu, nefes alırken bizim ciğerlerimizin kullanmadığımız yanıdır. Denilebilir ki, 80 yıldır ciğerlerimizin hep Batı yanıyla soluklandık ve bu nedenle yarım nefesle yaşadık. Nefes darlığı çektik. Toplumsal, düşünsel bedenimizde ‘solunum yetmezliğinin’ yarattığı sağlık sorunları ortadadır... Bir başka deyişle Doğu, beynimizin kullanmadığımız ‘Doğu lobu’dur. Sizin ‘Manifesto’ tanımınız burada değer buluyor: Ey şair, derin nefes al; göğsün temiz havayla şişsin. Ey şair, beyninin tamamını kullan; beynin tutuşsun.
- Her ne kadar sunuş yazısının bir manifesto olduğunu söylesem de, aslında tek tek her tablette / şiirde bir manifesto söylemi bulmak mümkün. Yüksek sesle söylenen şiirler bunlar.
- Bu saptamanız da doğru. Tabletler’i derinliğine okuduğumuzda bunu görebiliriz. Yüksek ses, yüksek volüm. Şiirde zor olan. Söylevciye dönüşme tehlikesi olduğu için... Önce konuşma diline ineceksiniz ve oradan içbükey, kat kat anlam dalgalarıyla derinleşeceksiniz. Bazen de tersi. Öyle ki, imgesel anlamın patlamalarıyla oluşan alana insan ruhu dolacak. İnsan bu çekime kapılacak. Doğu Tabletleri’nin bu çekimine kapılan insanlarda ağlayanların sayısı az değildir. Belki de mahşer uğultusu içinden sıyrılmak isteyen bireylerin varoluş çığlıklarıdır. Gerçeğin ve haklılığın haykırılışı gibi. Kendi haklılığına dayanan güvenle sesini yükseltme arzusu.
DERİNLİĞE ULAŞABİLMEK İÇİN OKUR BİRİKİM SAHİBİ OLMALI
- Doğu Tabletleri’nin sesleniş şekli kadar dili, kelimeleri de önemli aslında. Eski Türkçe kelimelere sık rastlanıyor; dile dair bu tutumunuzun altı çizilmeli belki de.
- Çocuk yaşımdan beri sözcüklere ilgi duydum, onların büyüsüne kapıldım. Niçin öyle seslendirildiklerini, bunu kimin yaptığını, “acaba ben de yapamaz mıyım”ı düşündüm geldim. Defterler dolusu ‘sözcük bilgisi’ çalıştım... Son 20 yıldan beri de zamanımın yarısını dil çalışmaları alıyor. Yakında, yeni bir tezle okuyucunun karşısına çıkacağımı umuyorum. Doğu Tabletleri’ndeki dil tutumuna gelince, bütünüyle yapıtın kendi gerekliliğinden kaynaklanıyor. Başka türlü olamazdı. Doğu Tabletleri, nice yıllar küçümsenmiş, yoksayılmış, ilgisiz kalınmış Asya imgelerini, bozkır mitolojilerini, Doğu’ya özgü söz birikimini yeniden gündeme taşıyor. Bir anlamda, büyük bir insanlık kalıtına işaret ediyor.
- Doğu Tabletleri, tarihten, kültür tarihinden isimlere, sözlere, olaylara göndermeler barındırıyor. Haliyle, Hüseyin Haydar şiiri en azından tarihsel açıdan birikim sahibi okur gerektiriyor diyebilir miyiz?
- Şiirlerin derinliğine tam olarak ulaşabilmek için bu gerekiyor. Şiirde yoğunluk artınca, anlayış azalır. Anlayış azalınca kitlesel anlamda okuyucu ilgisi de düşer. Bu, şairlerin en önemli sorunudur. Peki, ben nasıl bir çözüm buldum? Dikkat edilirse hemen her şiirde, bir giriş kolaylığı vardır. Bunun için ilk kapının eşiği engindir. Hemen herkes içeriye kolayca girebilir. Girdiği alanla yetinen okurlar olabilir. Küçük bir avlu. Birkaç ağaç. Duvarda oynaşan günışığı, kulağa yansıyan bir türkü sesi vs. Bununla yetinmeyen okur, ikinci kapıyı bulur ve oradan geçer. Bu kez daha geniş bir alana çıkılır. Daha zengin bir görüntü ve daha yüksek bir müzik sizi karşılar. Bununla da yetinmiyorsanız, iç kapılardan birini daha bulup zorlamalısınız. İşte, şiirin yapısındaki anlayışın birbirinin içinden geçerek genişlemesi, her türden okuyucuyu size kazandırıyor. Şiire tutunacak kadar onu duyumsayanlar ya da öteye ve daha öteye geçenler...
KİMDİR
- 1956’da Trabzon’da doğdu.
- 1973’te Milli Eğitim Bakanlığı’nın açtığı Cumhuriyet’in 50. yılı şiir yarışmasında birinci oldu.
- 1979’da Toplum ve Sanat, Sanat Emeği, Edebiyat Cephesi, Türk Dili, Varlık, Yazko Edebiyat, Milliyet Sanat gibi önde gelen dergilerde şiirleri yayımlanmaya başladı.
- 1981’de ilk şiir kitabı Acı Türkücü dosyası ödül aldı ve yayımlandı.
- Sırasıyla; 1983’te Kara Şarkılar, 1987’de Yıldız Tutulması, 1993’te Sudan Gövde, 2011’de ise Zor Günlerin Şiirleri adlı kitapları yayımlandı.
BU VAHŞETTEN HEPİMİZ SORUMLUYUZ
Doğu Tabletleri’nin ilk 10 tanesi, 2003 Şubat ayının birkaç gününde yazıldı. Bu şiirlerin tümü, dönemin E Dergisi’nde kapaktan verildi. Sözünü ettiğim tarih, ABD’nin Irak’a saldırı hazırlıkları yaptığı bir dönemdi. Irak’a yapılan 1991 saldırısını ise koltuklarımıza yaslanarak yaşamıştık... İleri teknolojiye dayalı devlet şiddeti azmıştı. Aşağılık olabilecek ne varsa hepsinin utancına katlanarak, dizlerimizi karnımıza çekip izlemiştik. O sıra birkaç şiir de yazmıştım; Sudan Gövde kitabımdadır. Ama bu kez durum daha kabul edilemezdi; canavar daha istekliydi. İşte, kitabın ilk şiiri, ‘Doğu Tabletleri, Uygarlar’ bunu anlatır, manifesto böyle başlar. Bir başdönmesi, mide bulantısıyla... derin bir öfkeyle ve acıyla yazıldı. O ay ABD saldırdı. Bugün durum ortada: bir buçuk milyon ölü, milyonlarca sakat, ruh hastası, sürgün, öksüz, yetim ve çöplüğe, batakhaneye çevrilmiş bir insanlık coğrafyası. Ve kapısında, altın çivilerle çakılmış bir tabela: ‘Demokrasi’. Oysa bu coğrafya insanlığın ilk vatanıdır. Bu vahşetten hepimiz sorumluyuz. Daha sonra diğer şiirler geldi ve kendi kendini var eden sanatsal bir süreçle yapıta ulaştık.