HEY TAKSÄ°!.. Hayatında hiç "Hey taksi!.." dememiÅŸ kimse var mıdır? Kuzey Kutbu'nda, balta girmemiÅŸ tropik ormanlarda ya da Nemrut Dağı'nın zirvesinde ikamet

Güncelleme Tarihi:

HEY TAKSİ.. Hayatında hiç Hey taksi.. dememiş kimse var mıdır Kuzey Kutbunda, balta girmemiş tropik ormanlarda ya da Nemrut Dağının zirvesinde ikamet
OluÅŸturulma Tarihi: Haziran 30, 2000 00:00

HEY TAKSÄ°!.. Hayatında hiç "Hey taksi!.." dememiÅŸ kimse var mıdır? Kuzey Kutbu'nda, balta girmemiÅŸ tropik ormanlarda ya da Nemrut Dağı'nın zirvesinde ikamet etmiyorsanız, mutlaka, günün birinde, yelken yepenek yola dökülüp, kollar havada "Hey taksi!"yi haykırmışınızdır.Haa, bir de, okyanus ortasındaki ıssız adasında çile dolduran biçare Robinson Crusoe'nun taksiye ihtiyaç duyduÄŸunu pek sanmıyorum. Onun hayallerini, ne eti budu yerinde fıstıklar, ne de Covent Garden'da bir temsil süslüyordu. Düşlerinin baÅŸtacı, ufukta belirecek kurtarıcı bir gemi silüeti idi.Kendi halinde insanlarımız için taksi, düğün, cenaze ya da hastalık halinde, kimi mutlu kimi mutsuz vesilelerle, "müracaat edilen" bir araç. Tarife ne olursa olsun, iÅŸin ucunda "okkalı bir kazık" garantidir. YerleÅŸik bir peÅŸin hüküm. Tüm peÅŸin hükümler gibi, yanlış. Sadece, sevgilinizle randevuya geç kalmışsanız, taksi kazığı umurunuzda bile deÄŸildir.Trafikte sinirleri bozulup yaÅŸlanmak istemeyen paralı kesimde de taksiyi yeÄŸleyen var. Araba bakımı, park sorunu ya da özel ÅŸoförle uÄŸraÅŸmaya üşenenleri kastediyorum. Vallahi, haklılar...Yalnızca üç kuruÅŸ para kazanan biri olduÄŸum halde, benim hayatımda da, taksi, vazgeçilmez. Zamanlama ayarını bir türlü tutturamayıp iÅŸi başından aÅŸkın, saçları darmadağınık bir adet Jülide olarak ne zaman darda kalsam, bizim Küçüksu Taksi'nin mümtaz elemanları imdadıma koÅŸar. Kimi, daha ahizeyi kaldırıp "Günaydın" dediÄŸimde sesimden tanır. Kimi, ismimi bellemiÅŸtir, ben kırk saat evi tarif edince, "Haa, Jülide Hanım. Niye isminizi söylemediniz?" diye ufak çapta fırçasını atar. Yeni gelen acemiler ise, iÅŸaret koyarcasına, "Haa, ÅŸu gazeteci hanım" yahut "Evet, evet... Garip'in annesi, ÅŸu kedileri olan..." deyiverir.TeÅŸhis tamamsa, elimde bilumum çantalar, evrak vs. Ä°le dört kat merdiveni uçarak (!) inebilen bendeniz, yüreÄŸim aÄŸzımda, kapağı taksime atarım. Selam faslı tamamlanınca, varış noktasına giden en kısa güzergah belirlenir. Can alıcı cümle hep aynıdır:"Çok geç kaldım anacağım. Ocağına düştüm. YetiÅŸtir beni, rezilim çıkacak vallahi."Vaziyetin vahameti anlaşılınca, hoplanır zıplanır; daÄŸlar, tepeler aşılır, ağır aksak giden manasız otomobiller bol bol sollanır, ortalık tenha ise kırmızı ışıklara itibar edilmeyiverilir; akla gelen ve gelmeyen her türlü atraksiyon denenir. Hülasa, beni genellikle yetiÅŸtirirler. Hatta, bozuk para çıkışmayınca, "Sonra alırız" deyip anında yok olurlar.Hayatta en çok özlediÄŸim ÅŸeylerden biri, iki dirhem bir çekirdek giyinip, ayağımda gıcır iskarpinlerim, rugan çantamla, pelerinimi savuÅŸtururken tüm merdivenleri parfüm kokusuna boÄŸarak (acil durumda koku sürünecek hal mi var?) fıstıki makam yürüyerek, en zarif halimle ÅŸoför kardeÅŸimi selamlamak -veee, hiç telaÅŸsız- arka koltuÄŸa kurulmak.Ãœmit fakirin ekmeÄŸi. Bakarsınız, bu düş bir gün gerçek olur. Karı kocasınız diye...Ender de olsa, "Hey Taksi"nin çocuksu, ÅŸipÅŸirin saadetlere tanıklık ettiÄŸini de yaÅŸadım.Ä°ki sene evvel...15 Eylül 1998... O gece, Ä°stanbul en karambol ve de en güzel gecelerinden birini yaÅŸadı. GüzelliÄŸi, ÅŸimdilik, bir kenara bırakıp evvela iÅŸin "karambol" faslını anlatayım.O zamanlar, BaÄŸdat Caddesi tarafında, benim kıymetimi pek anlamayan bir iÅŸyerinde çalışıyordum. Patronumun, nasıl olduysa, "Haydi artık, adam aÄŸaç olmasın!" ikazından sonra, ofisten fırlıyorum. Vakit normal, gelin görün ki, hesap yanlış!Zira, Kadıköy'ün o meÅŸhur Salı Pazarı'na denk gelmiÅŸiz. Ãœstelik bir de, Fenerbahçe'nin maçı var... Stadın oralarda, "git git bir arpa boyu"nu, yani "gitme"yi yaşıyoruz. Onca izdiham bir iÅŸe yarasa bari... Sanki, kazanacaklar.Sen misin sarı minibüse binen. Sabır ve sinir katsayılarım paralel yükseliyor. Yol dediÄŸin ise, peeek uzaklarda, eriÅŸilmez bir meçhul.Asabiyatıma hâkim olup gözümün önünde canlandırmaya çabalıyorum. AkÅŸam yemeÄŸi için buluÅŸacağım, kırk yıllık kadim dostum, zavallı Yakub, Kadıköy'ün o güzelim eski iskelesinin önünde meyve vermek üzere... Ben ise, mevcut tüm tırnaklarımı yemiÅŸim.Nihayet, alı al moru mor vak'a mahalline vardım. Yakub, tabii ki, her zamanki inceliÄŸiyle, sırf gelebilmiÅŸ olmamdan ötürü, mutlu gülücüklerle karşıladı beni, kucakladı.Ben tam geç kalma mahcubiyetimden sıyrılıyordum ki, o anda, inanılmaz bir saÄŸanak indirdi. Tüm beceri ve araçlarıyla bizi zehirlemekte pek mahir bu ÅŸehr-i Ä°stanbul, aniden pırıl pırıl ışıldamaya baÅŸladı.Biz iki budala, yaÄŸmur altında ölesiye mesut, ahmak ıslatan şıpır şıpır damlalarla dost, çocuklar gibi ÅŸen... "Ayyy, ne güzel ıslanıyoruz..." diye deliler gibi seviniyoruz.Bu arada, nafile bir çaba da olsa, taksi aranıyor. Malum, iki damla yaÄŸmur düşsün, o saat yok olurlar. Acil iÅŸiniz yokken, her on saniyede bir yoldan geçip kornalarıyla sizi taciz eden taksilerin bir teki kalmaz ortada.Tüm taksiler dolu. Bekle, bekle... Kazara bir taksi belirdi; inanılmaz. Hemen atladık... YaÄŸmur altında gülüşmeye baÅŸlamıştık ya, gülmemizin önü alınamıyor. Okulu kırmış liseliler gibi, fıkır da fıkır...Aslında, sabah başı bir baÅŸka taksi ÅŸoförüyle belaya girmiÅŸ bir hatun olarak, azıcık sinirliyim. Dahası, yorgunum. Başımı Yakub'un omuzuna koymuÅŸum... Bu sayede, Harem çıkışını kaçırdık. Zira, derdimiz, Salacak'taki meÅŸhur meyhanemize gitmek...Ãœsküdar yolundan Salacak'a dönene kadar akla karayı seçince, ben biraz vızıldanmaya baÅŸladım. Yakub beni teskine uÄŸraşıyor ama nafile! Bak Yakub, artık farz oldu. Bize nikâh düşer!Bu arbedede ÅŸoför kardeÅŸimiz ne dese beÄŸenirsiniz?"Ben karşı tarafın arabasıyım. Sizi de karı-kocasınız diye aldım."Yarabbim!.. Sen aklımı bana ihsan eyle.Ä°ÅŸin abukluÄŸuna bakar mısınız? "Ben karşı tarafın taksisiyim." Ne demek? Yolu bilmiyorsan, yola çıkma, Madde 1. Birbirine ilgi ve ÅŸefkat gösteren, gülüşen her kadın ve erkeÄŸin illaki karı-koca mı olması gerekiyor? Yakub ile ben, tüm bu tuhaflıkları boÅŸ verip şöyle birbirimizin gözlerinin içine baktık. Ä°kimizin nazarlarında da aynı ifade: "Amman, gözünü seveyim. Bozma..."Nasıl gülüyoruz, çaktırmamaya çalışarak. Geberdik... Sonunda, gözlerimizden yaÅŸ geldi. Ve ben, hayatında ilk defa, bir taksiden yanımdaki adamın karısı "varsayımı"yla indim. "Ä°lk"leri unutmamak lazım; ne olur ne olmaz.Ben, hazır fırsatını yakalamışken, "Bak Yakub, artık farz oldu. Kaçarı yok... Bize nikâh düşer!" diyorum. Ä°ki büklüm yerlerdeyiz. O saçlarımdan yakalayıp kucağına oturtuyor.Çılgınlar gibi güldük...Çünkü, nadir yakalanan, çok tertemiz, çocuksu bir coÅŸku idi. Åžoför kardeÅŸimiz ise, farkında olmadan ufak çapta bir toplumsal tablo sergiliyordu. KastettiÄŸi nikâh deÄŸildi; "berabersiniz"i nazik söylemeye çabalıyordu.Biz neler gördük. "Hürriyet" henüz CaÄŸaloÄŸlu'ndaki tarihi binasında. Yani, gerçek Bâb-ı Âli günlerindeyiz. Sabah vapurdan inmiÅŸim; gündem toplantısına yetiÅŸmem gerekiyor. Üüü kaptan sarhoÅŸ muydu, geceden kalma mıydı, bilmiyorum. Ä°skeleye yanaÅŸmamız saatler sürdü. Hemen bir taksiye atladım."Hürriyet'e gideceÄŸiz" dedim.Karşı soru: "Hürriyet neresi?"O an orta ÅŸiddette bir ÅŸok geçirmeye baÅŸladığım halde, sakin olmaya çalışarak,"Solda koskoca vilayet binası var. Oradan yukarı doÄŸru çıkalım. Ä°neceÄŸim yeri ben gösteririm" dedim.Gene, karşı soru: "Vilayet neresi?"Hiç ötesi yok. Ä°nsan katil olur. Fakat, memleketinde üç kuruÅŸa ehliyet alıp sonra Ä°stanbul gibi bir dünya kentinde direksiyon sallamaya kalkan dangalağı mı öldürmeli, yoksa böyle bir rezalete izin verenleri mi?Son yıllarda, taksi ÅŸoförleri camiasında görülen derlenip toparlanma, taksilere bir çeki düzen verme çabaları, bu açıdan çok ümit verici."Taksi KeÅŸfi...Geçenlerde, çok yetenekli genç bir gazeteci arkadaşım servisi kaçırınca, çaresiz, taksiye girmiÅŸ. Kimi ÅŸerden hayır doÄŸar misali, takside bir dergi ile tanışmış: "TAKSÄ° KEYFÄ°..."Birbirimizi ilk aradığımızda da, hemen, "Åžu dergiyi bir görsenize..." dedi. AraÅŸtırdım, meÄŸer bizim Küçüksu Taksi'ye birkaç nüsha bırakılmış.ÅžipÅŸirin bir dergi... Nasıl da hevesle, özenilerek hazırlanmış. Hiç aralıksız tekrarlanan ana fikir, "Taksi bir iÅŸyeridir." Müşteriyi bir yerden öbürüne "nakletmek"in ötesinde, doÄŸru bilgi vermek, yol göstermek, kısacası iÅŸini kolaylaÅŸtırmak, hayatı rahatlatmak "iÅŸyeri"nin sunduÄŸu hizmetlerin ve ÅŸoförün görev kapsamına giriyor. "Taksi Keyfi" tüm öbür "keyifli" magazin sayfalarının da desteÄŸi ile, bu temel ilkeyi yerleÅŸtirmeyi hedefliyor. Sektörün selameti için..."Taksi" kelimesinin Fransızca'daki biyolojik ve zoolojik karşılığı pek bir kafa karıştırıcı. Türkçe kelime karşılığı: göçüm. Meydan-Larousse'a göre, protoplazmanın çeÅŸitli nedenlerle yer deÄŸiÅŸtirmesi demekmiÅŸ. DoÄŸuÅŸtan gelen veya sonradan kazanılan ve refleks özelliÄŸi taşıyan hareketler anlamında.Bizim "Hey Taksi" dediÄŸimizde kastettiÄŸimiz ise, yine Fransızca'daki "taximetre"den kısaltılan "taxi!" Eski Yunanca'da, "taksis"den gelen "taksi", "taxi", "takso" ve "taxo" hep aynı kökten. Bu nokta önemli: Düzenleme yahut "düzenden alınan" manasını taşıyor. Eski deyiÅŸle "narh."Ä°lle de taksimetre...GazeteciliÄŸe ilk adım attığım aylarda, o zaman çalıştığım ve basın kartımı da aldığım ajansın patronunu en çok "kıl eden ÅŸey" neydi, biliyor musunuz? Taksilerde taksimetre olmaması. Mustafa Küçük'ün kulakları ÅŸu anda çınlıyor mudur, bilemem. Fakat, "Ulan, ÅŸu memlekette bir hükümet iÅŸbaşına gelsin ve ertesi günü taksilere taksimetre taktırsın, kulu kölesi olacağım" diye ter ter tepinirdi. Avrupa standartları ufak ufak zorlanmaya baÅŸlandıkça her ÅŸeyin yoluna gireceÄŸini söylerdim, ama o ökeyle ne kadarını duyardı, pek emin deÄŸilim.Görüyorsunuz iÅŸte... Taksilerdeki düzensizlikler ya da iyilikler, bireysel yaÅŸantımızı ne kadar yakından etkiliyor. Demek ki, taksi çok önemli."Taksi Keyfi"ni de o yüzden çok sevdim. TaksiciliÄŸin ne kadar önemli olduÄŸunu vurguluyor. Müşteriye yönelik ÅŸirinlikler içeriyor; magazin konuları ve bilgi içeren sayfaları ile. Ä°lk nüsha olduÄŸu gözönüne alınırsa, hatasız olması beklenemez. Hepsi, zamanla aşılabilir hatalar bunlar.Düşünün, nereden nereye gelmiÅŸiz. Yeni yetiÅŸen gençler, bugün taksimetresiz bir araba düşünebiliyor mu? Güler, geçerler. Ben, Londra'daki taksilerin zarafet düzeyine ulaÅŸmak için daha kırk fırın ekmek yenmesi gerektiÄŸini görüyorum. Ancak, uÄŸraşılırsa, olabilir. En azından, içi ve dışı temiz, viyak müziÄŸin olmadığı, yakışıklı ÅŸoförümüzün kravatlı ve de üstelik latif bir tıraÅŸ losyonu koktuÄŸu, o anda içinden gelmese de, gülümseyebildiÄŸi bir ortamı kim istemez?..Bu süreç elbette iki yönlü: müşteri de hem haklarını, hem de haddini bilirse, bence, ortamımız günlük gülistanlık olur. "Müşteri velinimetimizdir" anlayışı, belki, her hizmet sektörü için geçerli zannedilebilir. Ancak, sırf ücretini ödedi diye, müşteri taksiyi -ÅŸoförüyle beraber- satın almış deÄŸildir: hizmetinden yararlanmak üzere o iÅŸyerinde -geçici olarak- bulunur. Karşılıklı olarak "sınırlar"ın sınırı bilinirse, lüzumsuz yere yaÅŸanan gerilim de de en aza iner. "Taksi Keyfi" bu konulara da eÄŸilmeli.Unutmadan... Åžu "kumru sandviç"in de ilk fırsatta tadına bakalım.Jülide ERGÃœDER - 30 Haziran 2000, Cuma Â
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!