HEY TAKSİ!.. Hayatında hiç "Hey taksi!.." dememiş kimse var mıdır? Kuzey Kutbu'nda, balta girmemiş tropik ormanlarda ya da Nemrut Dağı'nın zirvesinde ikamet etmiyorsanız, mutlaka, günün birinde, yelken yepenek yola dökülüp, kollar havada "Hey taksi!"yi haykırmışınızdır.Haa, bir de, okyanus ortasındaki ıssız adasında çile dolduran biçare Robinson Crusoe'nun taksiye ihtiyaç duyduğunu pek sanmıyorum. Onun hayallerini, ne eti budu yerinde fıstıklar, ne de Covent Garden'da bir temsil süslüyordu. Düşlerinin baştacı, ufukta belirecek kurtarıcı bir gemi silüeti idi.Kendi halinde insanlarımız için taksi, düğün, cenaze ya da hastalık halinde, kimi mutlu kimi mutsuz vesilelerle, "müracaat edilen" bir araç. Tarife ne olursa olsun, işin ucunda "okkalı bir kazık" garantidir. Yerleşik bir peşin hüküm. Tüm peşin hükümler gibi, yanlış. Sadece, sevgilinizle randevuya geç kalmışsanız, taksi kazığı umurunuzda bile değildir.Trafikte sinirleri bozulup yaşlanmak istemeyen paralı kesimde de taksiyi yeğleyen var. Araba bakımı, park sorunu ya da özel şoförle uğraşmaya üşenenleri kastediyorum. Vallahi, haklılar...Yalnızca üç kuruş para kazanan biri olduğum halde, benim hayatımda da, taksi, vazgeçilmez. Zamanlama ayarını bir türlü tutturamayıp işi başından aşkın, saçları darmadağınık bir adet Jülide olarak ne zaman darda kalsam, bizim Küçüksu Taksi'nin mümtaz elemanları imdadıma koşar. Kimi, daha ahizeyi kaldırıp "Günaydın" dediğimde sesimden tanır. Kimi, ismimi bellemiştir, ben kırk saat evi tarif edince, "Haa, Jülide Hanım. Niye isminizi söylemediniz?" diye ufak çapta fırçasını atar. Yeni gelen acemiler ise, işaret koyarcasına, "Haa, şu gazeteci hanım" yahut "Evet, evet... Garip'in annesi, şu kedileri olan..." deyiverir.Teşhis tamamsa, elimde bilumum çantalar, evrak vs. İle dört kat merdiveni uçarak (!) inebilen bendeniz, yüreğim ağzımda, kapağı taksime atarım. Selam faslı tamamlanınca, varış noktasına giden en kısa güzergah belirlenir. Can alıcı cümle hep aynıdır:"Çok geç kaldım anacağım. Ocağına düştüm. Yetiştir beni, rezilim çıkacak vallahi."Vaziyetin vahameti anlaşılınca, hoplanır zıplanır; dağlar, tepeler aşılır, ağır aksak giden manasız otomobiller bol bol sollanır, ortalık tenha ise kırmızı ışıklara itibar edilmeyiverilir; akla gelen ve gelmeyen her türlü atraksiyon denenir. Hülasa, beni genellikle yetiştirirler. Hatta, bozuk para çıkışmayınca, "Sonra alırız" deyip anında yok olurlar.Hayatta en çok özlediğim şeylerden biri, iki dirhem bir çekirdek giyinip, ayağımda gıcır iskarpinlerim, rugan çantamla, pelerinimi savuştururken tüm merdivenleri parfüm kokusuna boğarak (acil durumda koku sürünecek hal mi var?) fıstıki makam yürüyerek, en zarif halimle şoför kardeşimi selamlamak -veee, hiç telaşsız- arka koltuğa kurulmak.Ümit fakirin ekmeği. Bakarsınız, bu düş bir gün gerçek olur. Karı kocasınız diye...Ender de olsa, "Hey Taksi"nin çocuksu, şipşirin saadetlere tanıklık ettiğini de yaşadım.İki sene evvel...15 Eylül 1998... O gece, İstanbul en karambol ve de en güzel gecelerinden birini yaşadı. Güzelliği, şimdilik, bir kenara bırakıp evvela işin "karambol" faslını anlatayım.O zamanlar, Bağdat Caddesi tarafında, benim kıymetimi pek anlamayan bir işyerinde çalışıyordum. Patronumun, nasıl olduysa, "Haydi artık, adam ağaç olmasın!" ikazından sonra, ofisten fırlıyorum. Vakit normal, gelin görün ki, hesap yanlış!Zira, Kadıköy'ün o meşhur Salı Pazarı'na denk gelmişiz. Üstelik bir de,
Fenerbahçe'nin maçı var... Stadın oralarda, "git git bir arpa boyu"nu, yani "gitme"yi yaşıyoruz. Onca izdiham bir işe yarasa bari... Sanki, kazanacaklar.Sen misin sarı minibüse binen. Sabır ve sinir katsayılarım paralel yükseliyor. Yol dediğin ise, peeek uzaklarda, erişilmez bir meçhul.Asabiyatıma hâkim olup gözümün önünde canlandırmaya çabalıyorum. Akşam yemeği için buluşacağım, kırk yıllık kadim dostum, zavallı Yakub, Kadıköy'ün o güzelim eski iskelesinin önünde meyve vermek üzere... Ben ise, mevcut tüm tırnaklarımı yemişim.Nihayet, alı al moru mor vak'a mahalline vardım. Yakub, tabii ki, her zamanki inceliğiyle, sırf gelebilmiş olmamdan ötürü, mutlu gülücüklerle karşıladı beni, kucakladı.Ben tam geç kalma mahcubiyetimden sıyrılıyordum ki, o anda, inanılmaz bir sağanak indirdi. Tüm beceri ve araçlarıyla bizi zehirlemekte pek mahir bu şehr-i İstanbul, aniden pırıl pırıl ışıldamaya başladı.Biz iki budala, yağmur altında ölesiye mesut, ahmak ıslatan şıpır şıpır damlalarla dost, çocuklar gibi şen... "Ayyy, ne güzel ıslanıyoruz..." diye deliler gibi seviniyoruz.Bu arada, nafile bir çaba da olsa, taksi aranıyor. Malum, iki damla yağmur düşsün, o saat yok olurlar. Acil işiniz yokken, her on saniyede bir yoldan geçip kornalarıyla sizi taciz eden taksilerin bir teki kalmaz ortada.Tüm taksiler dolu. Bekle, bekle... Kazara bir taksi belirdi; inanılmaz. Hemen atladık... Yağmur altında gülüşmeye başlamıştık ya, gülmemizin önü alınamıyor. Okulu kırmış liseliler gibi, fıkır da fıkır...Aslında, sabah başı bir başka taksi şoförüyle belaya girmiş bir hatun olarak, azıcık sinirliyim. Dahası, yorgunum. Başımı Yakub'un omuzuna koymuşum... Bu sayede, Harem çıkışını kaçırdık. Zira, derdimiz, Salacak'taki meşhur meyhanemize gitmek...Üsküdar yolundan Salacak'a dönene kadar akla karayı seçince, ben biraz vızıldanmaya başladım. Yakub beni teskine uğraşıyor ama nafile! Bak Yakub, artık farz oldu. Bize nikâh düşer!Bu arbedede şoför kardeşimiz ne dese beğenirsiniz?"Ben karşı tarafın arabasıyım. Sizi de karı-kocasınız diye aldım."Yarabbim!.. Sen aklımı bana ihsan eyle.İşin abukluğuna bakar mısınız? "Ben karşı tarafın taksisiyim." Ne demek? Yolu bilmiyorsan, yola çıkma, Madde 1. Birbirine ilgi ve şefkat gösteren, gülüşen her kadın ve erkeğin illaki karı-koca mı olması gerekiyor? Yakub ile ben, tüm bu tuhaflıkları boş verip şöyle birbirimizin gözlerinin içine baktık. İkimizin nazarlarında da aynı ifade: "Amman, gözünü seveyim. Bozma..."Nasıl gülüyoruz, çaktırmamaya çalışarak. Geberdik... Sonunda, gözlerimizden yaş geldi. Ve ben, hayatında ilk defa, bir taksiden yanımdaki adamın karısı "varsayımı"yla indim. "İlk"leri unutmamak lazım; ne olur ne olmaz.Ben, hazır fırsatını yakalamışken, "Bak Yakub, artık farz oldu. Kaçarı yok... Bize nikâh düşer!" diyorum. İki büklüm yerlerdeyiz. O saçlarımdan yakalayıp kucağına oturtuyor.Çılgınlar gibi güldük...Çünkü, nadir yakalanan, çok tertemiz, çocuksu bir coşku idi. Şoför kardeşimiz ise, farkında olmadan ufak çapta bir toplumsal tablo sergiliyordu. Kastettiği nikâh değildi; "berabersiniz"i nazik söylemeye çabalıyordu.Biz neler gördük. "Hürriyet" henüz Cağaloğlu'ndaki tarihi binasında. Yani, gerçek Bâb-ı Âli günlerindeyiz. Sabah vapurdan inmişim; gündem toplantısına yetişmem gerekiyor. Üüü kaptan sarhoş muydu, geceden kalma mıydı, bilmiyorum. İskeleye yanaşmamız saatler sürdü. Hemen bir taksiye atladım."Hürriyet'e gideceğiz" dedim.Karşı soru: "Hürriyet neresi?"O an orta şiddette bir şok geçirmeye başladığım halde, sakin olmaya çalışarak,"Solda koskoca vilayet binası var. Oradan yukarı doğru çıkalım. İneceğim yeri ben gösteririm" dedim.Gene, karşı soru: "Vilayet neresi?"Hiç ötesi yok. İnsan katil olur. Fakat, memleketinde üç kuruşa ehliyet alıp sonra İstanbul gibi bir dünya kentinde direksiyon sallamaya kalkan dangalağı mı öldürmeli, yoksa böyle bir rezalete izin verenleri mi?Son yıllarda, taksi şoförleri camiasında görülen derlenip toparlanma, taksilere bir çeki düzen verme çabaları, bu açıdan çok ümit verici."Taksi Keşfi...Geçenlerde, çok yetenekli genç bir gazeteci arkadaşım servisi kaçırınca, çaresiz, taksiye girmiş. Kimi şerden hayır doğar misali, takside bir dergi ile tanışmış: "TAKSİ KEYFİ..."Birbirimizi ilk aradığımızda da, hemen, "Şu dergiyi bir görsenize..." dedi. Araştırdım, meğer bizim Küçüksu Taksi'ye birkaç nüsha bırakılmış.Şipşirin bir dergi... Nasıl da hevesle, özenilerek hazırlanmış. Hiç aralıksız tekrarlanan ana fikir, "Taksi bir işyeridir." Müşteriyi bir yerden öbürüne "nakletmek"in ötesinde, doğru bilgi vermek, yol göstermek, kısacası işini kolaylaştırmak, hayatı rahatlatmak "işyeri"nin sunduğu hizmetlerin ve şoförün görev kapsamına giriyor. "Taksi Keyfi" tüm öbür "keyifli"
magazin sayfalarının da desteği ile, bu temel ilkeyi yerleştirmeyi hedefliyor. Sektörün selameti için..."Taksi" kelimesinin Fransızca'daki biyolojik ve zoolojik karşılığı pek bir kafa karıştırıcı. Türkçe kelime karşılığı: göçüm. Meydan-Larousse'a göre, protoplazmanın çeşitli nedenlerle yer değiştirmesi demekmiş. Doğuştan gelen veya sonradan kazanılan ve refleks özelliği taşıyan hareketler anlamında.Bizim "Hey Taksi" dediğimizde kastettiğimiz ise, yine Fransızca'daki "taximetre"den kısaltılan "taxi!" Eski Yunanca'da, "taksis"den gelen "taksi", "taxi", "takso" ve "taxo" hep aynı kökten. Bu nokta önemli: Düzenleme yahut "düzenden alınan" manasını taşıyor. Eski deyişle "narh."İlle de taksimetre...Gazeteciliğe ilk adım attığım aylarda, o zaman çalıştığım ve basın kartımı da aldığım ajansın patronunu en çok "kıl eden şey" neydi, biliyor musunuz? Taksilerde taksimetre olmaması. Mustafa Küçük'ün kulakları şu anda çınlıyor mudur, bilemem. Fakat, "Ulan, şu memlekette bir hükümet işbaşına gelsin ve ertesi günü taksilere taksimetre taktırsın, kulu kölesi olacağım" diye ter ter tepinirdi. Avrupa standartları ufak ufak zorlanmaya başlandıkça her şeyin yoluna gireceğini söylerdim, ama o ökeyle ne kadarını duyardı, pek emin değilim.Görüyorsunuz işte... Taksilerdeki düzensizlikler ya da iyilikler, bireysel yaşantımızı ne kadar yakından etkiliyor. Demek ki, taksi çok önemli."Taksi Keyfi"ni de o yüzden çok sevdim. Taksiciliğin ne kadar önemli olduğunu vurguluyor. Müşteriye yönelik şirinlikler içeriyor;
magazin konuları ve bilgi içeren sayfaları ile. Ä°lk nüsha olduÄŸu gözönüne alınırsa, hatasız olması beklenemez. Hepsi, zamanla aşılabilir hatalar bunlar.Düşünün, nereden nereye gelmiÅŸiz. Yeni yetiÅŸen gençler, bugün taksimetresiz bir araba düşünebiliyor mu? Güler, geçerler. Ben, Londra'daki taksilerin zarafet düzeyine ulaÅŸmak için daha kırk fırın ekmek yenmesi gerektiÄŸini görüyorum. Ancak, uÄŸraşılırsa, olabilir. En azından, içi ve dışı temiz, viyak müziÄŸin olmadığı, yakışıklı ÅŸoförümüzün kravatlı ve de üstelik latif bir tıraÅŸ losyonu koktuÄŸu, o anda içinden gelmese de, gülümseyebildiÄŸi bir ortamı kim istemez?..Bu süreç elbette iki yönlü: müşteri de hem haklarını, hem de haddini bilirse, bence, ortamımız günlük gülistanlık olur. "Müşteri velinimetimizdir" anlayışı, belki, her hizmet sektörü için geçerli zannedilebilir. Ancak, sırf ücretini ödedi diye, müşteri taksiyi -ÅŸoförüyle beraber- satın almış deÄŸildir: hizmetinden yararlanmak üzere o iÅŸyerinde -geçici olarak- bulunur. Karşılıklı olarak "sınırlar"ın sınırı bilinirse, lüzumsuz yere yaÅŸanan gerilim de de en aza iner. "Taksi Keyfi" bu konulara da eÄŸilmeli.Unutmadan... Åžu "kumru sandviç"in de ilk fırsatta tadına bakalım.Jülide ERGÃœDER - 30 Haziran 2000, Cuma Â
button