Güncelleme Tarihi:
Nisan 2012, Roma-İstanbul: 14.30’da, skype röportajı için randevulaştık Ferzan Özpetek’le. O Roma’da. Ben, İstanbul’da. 6 Nisan’da vizyona girecek filmi “şahane Misafir”i konuşacağız.
ıtalyan basınını kurcalayarak filmin konusunu az çok öğrenmişim. Pietro (Elio Germano), oyuncu olma hayaliyle Sicilya’dan Roma’ya gelmiş, geceleri pastacıda çalışan, 28 yaşında naif bir genç. Kuzeninin yanından ayrılıp kiralık bir ev bulunca çok mutlu oluyor. Ama yeni bir hayata başlamak için ortaya çıkan bu fırsat, paranormal bir maceraya dönüşüyor. Yalnız ve içine kapanık yaşamı, onu korkularıyla ve zayıflıklarıyla yüzleşmeye zorlayacak yeni tanışıklıklara yol açıyor.
CEM YILMAZ-AHU YAĞTU DÜĞÜNÜNDEN FOTOĞRAFLAR
BÖYLE FİLM ÇEKMEMİŞTİM
Önce, her filminde bir duyguya ve atmosfere ışınlandığımı, bu defa beni neyin beklediğini soruyorum: “İnsanın kendi filmini anlatması çok zor. Mutlu bir hüzün veriyor sanırım. Korku olarak başlıyor ama komedi de, dram da var. Daha önce yaptığım hiçbir filme benzemiyor. Çok tehlikeli bir durumu var. Çok komiğe düşebilirsin, çok drama düşebilirsin; hatta saçma sapan bir şeye de düşebilirsin. Bunu sadece çekince anlayabilirdim.”
Bir arkadaşının bundan 15 yıl önce anlattığı hikayeden yola çıkmış. “Ev değiştirmişti ve yeni hayatıyla ilgili ilginç hikayeler anlatıyordu. Ben de yalnız hissettiği için böyle şeyler anlattığını düşünüyordum. Çünkü yalnızlık çok güçlü bir his.” ılham kaynağı ise Nobel ödüllü Sicilyalı tiyatro yazarı Luigi Pirandello’nun “Altı Kişi Yazarını Arıyor” eseri: “Oyunun gerçek ve kurgu arasındaki ilişkiyle yüzleşmemdeki etkisi çok güçlü.”
Elio Germano, filmin tüm karmaşık duygularını kusursuz bir şekilde üstlenmiş. Ferzan Özpetek, başrol oyuncusuna olan hayranlığını sık sık dile getiriyor. Onun için, “Bu filmin ve benim sinematografik hayatımın muhteşem varlığı” diyor: “ıtalya’daki oyuncular çok hevesli, seviyorlar benimle çalışmayı. En iyi performanslarını benim filmlerimde gösterdiklerini söylüyorlar. Birçok oyuncu arkadaşınız oluyor, birçoğuyla karşılaşıyorsunuz, tanışıyorsunuz. Ben içgüdüsel hareket ediyorum. Altıncı hissime göre seçiyorum oyuncuları. Hiçbir zaman deneme yapmadım. Elio Germano, bence ıtalya’nın en iyi oyuncusu, hatta belki Avrupa çapında en iyi oyuncu. Göreceksiniz filmde. Müthiş bir performans.”
İTALYANLAR CEM’E BAYILIYOR
Peki ya Cem Yılmaz? “Cem gittiği her yere yeni bir nefes getiriyor. Bir sahnesi var, herkesi ağlatacak. Çok heyecanlanıyorum, merak ediyorum insanların tepkisi ne olacak... Çok büyük bir başarı bence bir oyuncunun seyirciyi ağlatabilmesi. ıtalyanlara filmi gösteriyorum hepsi Cem’e bayılıyor. Adam dahi. Geldin bir başka ülkeye, bir an mı bocalamazsın. Mesela Rusya’da bir sete gittiğimi, bir kişiyi bile tanımadığımı düşünüyorum. Hakikaten adapte olmak zor. Türkiye’de bir starsın, burada hiç kimse değilsin. Onun o alçakgönüllülüğü, bir şeyleri anlamaya çalışması, kıvrak zekası... Sette herkes bayıldı. Ah bir de herkes soyadı üzerinde durdu, çok güldüm. Beş filmimde Serra Yılmaz oynadı, şimdi Cem Yılmaz oynuyor. Bütün Türklerin soyadını Yılmaz zannediyorlar.”
DİLSİZİ OYNAYACAĞIM DİYE HEVESLENMİŞTİM
Nisan 2012, İstanbul: Ferzan Özpetek hakkında daha fazlasını anlatacak birine ihtiyacım var. 16.00’da Yeniköy’de Sait Halim Paşa Yalısı’nda Cem Yılmaz’la buluşuyorum. Zihnimde aniden yanan bir ampulle: “Magnifica Presenza”, Muhteşem Varlık demek. Ama film Türkiye’de “şahane Misafir” adıyla vizyona giriyor. Sanırım filmdeki muhteşem varlık Elio Germano, şahane misafirse Cem Yılmaz! Türkiye’nin en popüler, muhtemelen son iki aydır bir de en çok konuşulan adamı, düğününden 48 saat önce fotoğrafçı Charles Richards ve benimle Sait Halim Paşa Yalısı’ndaydı.
Cem Yılmaz, filmde bir hayaleti, 1940’larda var olmuş bir kumpanyanın Türk sanatçısı Yusuf Antep’i canlandırıyor. Hem de ıtalyanca. Onu en son bir buçuk yıl önce “Av Mevsimi”nin vizyona girdiği dönemde görmüştüm. Çok zayıflamış. Ama rolü için değil, rolü bittikten sonra. “ıtalya’da zayıflamak zor, Ferzan’la zayıflamak daha da zor. Bizim mevzu da odur ya, her film için kilo vermek gerekir ya... Mesela benim ‘Yahşi Batı’da kilo vermiş olmam gibi... Elbette benim hiçbir hikayemde kilo vermem gerekmedi ama Ferzan’ın filmindeki karakterin kostümleri için biraz kilo versek iyi olur diyorduk. Fakat yemekle çok haşır neşir bir memleket, çok zorlandık kendimizi tutalım diye. Tuttuk da. Yine de filmde hayalimdeki görüntüye kavuşamadım. Filmden sonra kilo verdim.”
Çekimlerin devam ettiği iki buçuk ay boyunca Roma’da yaşadı. Başka bir ülkede oyuncu olmak nasıl? Daha da ötesi ıtalyancayı nasıl kotardı: “ılk okuma provasına uçaktan inip gittim. Elimde bavulla girdim kapıdan içeri, herkes birkaç saattir çalışıyordu. Senaryoyu aldım elime, maşallah paragraflarca yazmışlar bana. Birkaç tanesi beni çok zorladı, çıkardık. Hiç ıtalyancam yok. Birkaç pizza söylerim, ravioli, margarita derim... O pozisyonda okuma provasına girince, tabii çok güldüler. Benim karakterim de o sırada şekillenmeye başladı zaten. Bir noktadan sonra bir dilsizi oynayacağım diye çok ümitlendim. Ödüle bile koşardım hebe hebe diye. Oraya doğru gidiyordu. Ama toparladık sonra.”
ROMA’DA 2 AY KALDIM ASKER GıBİYDİM
“İki ay boyunca film çekmekten başka bir şey yapmadınız mı?” diyorum. “Ferzan nereye götürüyor Allah aşkına. Sokağa çıkamıyor. Kendisi de çok iyi yemek yapar ama film sırasında abimiz iptal. şaka yapıyorum. Ağırlama ve yardım etme refleksi o kadar gelişmiş ki.... Film çekiyor, bir yandan da kültür ataşesi gibi. ıtalya’ya gelen herkesi oteline yerleştiriyor, gezdiriyor. Ben film çekerken babamı görsem uzaktan el sallarım. O monitörün başında ‘Galliano motor!’ diye bağırırken bir bakıyorsun birini otele yerleştirmiş... Türkiye’de film yapması, bir oyuncu olarak benim hayalim. Hatta keşke senaryosunu da birlikte yazsak. Aslında çok iyi komedyen. Ama ben söyleyince inanmıyor... Roma’da iki ay kaldım. Hayatımız enteresandı. 05.00, 06.00 gibi kalkıp sete gidiyorduk. Asker gibiydim. Bazen makyajımı silmeye halim kalmıyordu. Bir keresinde yine makyajı silmeden otele döndüm. Otelin önünde indim ve Ali Sunal’la karşılaştım. Roma’nın ortasında gözleri sürmeli bir şekilde görünce çok şaşırdı. Gizli gizli Roma’da makyaj yapıp geziyor bu adam dedi herhalde. Gerçekten izahı zordu. O sırada kimse de bilmiyor filmi, fotoğraflar da çekilmemiş. Ali’cim bak, valla film çekiyorum dedim. Sokağın ortasında 1940’lar olarak geziyorum, düşün.”
SANIRIM GİTTİKÇE GENÇLEŞİYORUM
Ona bakarken “istediği her şeyi yaptı galiba” diye düşünüyorum: Gösterisi kapalı gişe gidiyor, hayalindeki filmleri yapıyor, Mazhar Alanson’la şarkı söylüyor, hayran olduğu şener şen’le birlikte oynadı. Ferzan Özpetek filminde yer aldı... Aklımdan geçeni soruyorum; “Her istediğin oldu mu”:
“Dün gece bir videomu izledim. 26 yaşındayım, böyle şey görmedim diyorum. 99’daki gösteri. Bir ahkam, bir ahkam. Ne diyeyim, gittikçe gençleşiyorum galiba. 20’li yaşlar insanın her şeyi bildiği yaşlar oluyor. 30’larda her şeyi bilmiyor olabilir miyim diyorsun. 40’a gelince de hiçbir şey bilmediğini anlıyorsun. 20’li yaşlarım sahnede geçti. Bir kamu hizmeti gibi herkesi güldür. şimdi de öyle geçiyor gerçi ama ne mutlu ki biraz daha tedbirli yaklaştığımı düşünüyorum. Kendime de vakit ayırıyorum. Mesela film yapmak isteme meselesi de öyle oldu. Bir şeylere ara verip başka şeylere bakabildim. Vakit ve hüner isteyen şeyler yapmak istiyorum. Eskiden beri yaptığım işlere saygı duydum ve karşılığını alıyorum. Hayatla ilgili de çok farklı değil planım, programım. Hayatımda olmasını istediğim insanların hep hayalini kurdum, onlarla bir şey yapmak için nasıl davranılması gerekiyorsa öyle davranmaya gayret ettim. Bazı insanlar, etrafındakilerin onlara gösterdiği toleransla yaşar. ‘O da bizim kardeşimizdir, gelsin burada bulunsun.’ Bana hiç kimse böyle bir hediye versin istemem, hak etmek isterim. Çaba gösteririm. Ne mutlu ki böyle düşünen insanlar çok. Çok olduğu için de hem mesleki olarak, hem özel hayatta bu prensibi devam ettiriyorsun... Dün hissettim bunu, yaptığım iş bana eskisinden daha çok keyif veriyor artık.”
ETRAFIMDAKİ HERKESE “ÇOCUK YAPIN” DİYORUM
“Röportajlarında, “babalık, zamanı gelince” demiştin, o zaman geldi” diyorum Cem Yılmaz’a. Cevap vermiyor. O zaman da ben çıkışıyorum, ama odada bir fil var: “Sen de haklısın... Her şey planlandığı gibi gidiyor, dermişim! Her şeyin hayırlısı olsun. Her insan evladı gibi heyecanlıyım. Ama şu iki aydır o kadar eksantrik şeyler yazıldı ki; ben o insan değilim. Bu konuları hiç kimseyle konuşmuyoruz biz. Bir de ben böyle bir heyecanı dillendirecek biri değilim. Ama mutluyum. Etrafımdaki herkese çocuk yapın diyorum. Hatta bir iki ay sonra yaparlarsa çok iyi olur, benimkinin eskilerini giyerler.”