Herkes kendi parkında, herkes bunun farkında

Güncelleme Tarihi:

Herkes kendi parkında, herkes bunun farkında
Oluşturulma Tarihi: Haziran 23, 2013 00:00

Gezi parkı olaylarının ardından, birçok şehirde parklarda düzenlenen forumlarda pek çok konu tartışılıyor ama herkesin mutabık olduğu tek bir şey var: Sokağa çıktık bir kez; sokakları boşaltmayacağız.

Haberin Devamı

19 Haziran akşamı, Maçka Parkı’nda şerbet gibi bir hava var. İnsanlar sessizce kalabalığın olduğu yere ilerliyor. Murat, benden 10 dakika önce varmış, çalışmaya başladığında tepki gösterildiği için fotoğraf makinesini kenara koymuş, bekliyor.
İki gece üst üste, üç ayrı parkta yaşadığımız durum aynı: Gezi Parkı’yla başlayan hareketin bir devamı olarak, ülkenin birçok şehrinde, parklarda düzenlenen forumlardaki kalabalık, basın, medya dediniz mi alerjik reaksiyon gösteriyor. Toplu kareler için, yüzlerin görünmemesine özen gösterme kaydıyla izin alıyoruz. Görüş vermeye razı olanların pek azı fotoğraf çektirmeyi kabul ediyor. Pek çoğu ismini söylüyor ama “soyadını boşverin.” Kimileri devlet memuru olduğu halde, “Dert değil, çekebilirsiniz” diyor; yanındakilerin ikazıyla vazgeçiyor.

Parklar, terapi arenalarına dönüşmüş halde bir nevi. Herkeste bir “Şu üç haftada yaşadıklarımı anlatsam roman olur” durumu; bir dokundunuz mu bin ah işitiyorsunuz. Gürültü kirliliği yaratmamak için bedensel bir dil oluşturulmuş.

Sırayla mikrofonu alıp getirilen önerilere ve bunlara alternatif ya da itiraz sunanlara verilen tepkiler tezahürat ya da alkışla olmuyor. Beğenilen öneriler, kolları havaya kaldırıp el sallayarak “alkışlanıyor.” Reddetmek için, eller çapraz biçimde yumruk yapılıyor. Mikrofonu eline aldı mı uzanıp çocukluğundan başlayanlar içinse, kolları birbirinin etrafında, çark edercesine çevirmek gibi bir formül bulunmuş; “Tamam anladık; hadi artık toparla” manasına geliyor.

Maçka’daki ilk akşam (18 Haziran) moderatörlüğü üstlenmiş olan Taksim Dayanışması’ndan Ahmet Kale ve Nuri Cemal’le konuşuyoruz.

İnsanların en çok mahallelisiyle müşerref olmanın şaşkınlığını ve sevincini yaşadığını söylüyor Kale. Forumlara katılan insanlar arasında, terzisinden manavına semt esnafı bolmuş. Yıllardır eve tıkılıp kaldığını neden sonra fark etmiş insanların sokağı yeniden keşfetmesi, herkesin yüzünde güller açtırmış.

Nuri Cemal, polis müdahalelerinin olduğu gecelerde, insanların evlerinin içinden, “Biz kafayı uzatamıyoruz, siz gelin!” diye haykırarak gazdan kaçışanlara isimlerini ve adreslerini verdiğini söylüyor: “Teşvikiye’de kaç insanın daire numarasını bildiğimi söylesem inanamazsınız.”

Her gün moderasyonu başka birinin üstlenmesine ve bu sıranın bir akşam bir erkek, bir akşam bir kadın olmasına karar verilmiş ilk gün. Bu ikinci günde, moderasyon için Efser Semizoğlu gönüllü oluyor.

Parkta takas pazarı kurulmasından tutun, herkes internet ve sosyal medya kullanmadığı için forumlarda konuşulanların ve alınan kararların notlarının apartman duyuru panolarına asılmasına, parkta santranç dersi verilmesinden atölyeler kurulmasına, fikirler havada uçuşuyor.

Gazeteci Tuğba Tekerek, 19 Haziran’da attığı bir tweet’de “Sanki 20 günlük bir bebek var ve hepimiz ona gözümüz gibi bakıyoruz” yazmıştı ki Gezi direnişini de forumların havasını da şapşahane özetliyor.
Genel hava hep aynı: İnsanlar bir yandan, yaşananların muhakkak elle tutulur, somut sonuçlar da doğurması gerektiği kanaatindeler; bir yandan da çıkan neticenin hareketin “sivil” kimliğine halel getirmemesi gerektiğine kaniler. Bir şey olmalı da nasıl ve ne olmalı etrafında konuşuluyor, konuşuluyor, konuşuluyor...

Maçka’dan Cihangir Parkı’na geçiyoruz. Mikrofon elinde bir beyefendi; “Forumu Gezi’ye taşıyalım” diyor ve şöyle bir durup nefes aldıktan sonra gülerek ekliyor: “Yiyorsa tabii!..”

Üç parkta da; olaylar tekrar harlanırsa, ne yapılacağına dair soru işaretleri, durup durup gündeme geliyor. Zira hemen herkes aynı dertten mustarip: “Ben bundan sonra evime hırsız girse bile polisi çağırmam, çağıramam. Biz kimden medet umacağız?” Her seferinde Gezi olaylarının Ghostbusters’ına dönüşmüş olan çArşı’nın adı yad ediliyor.

Bunun yanında, forumlarda, protestolarda ve sosyal medyada da kullanılan lisan, en hararetli tartışma konularından biri. Dil mevzuu mühim. Hükümet taraftarı olan, AKP mitinglere katılan insanlarla ilgili alaycı ve küçümseyen ifadelerden rahatsız olanlar çok; hayat dilde var olduğu için, bu ülke herkesin olduğu ve neticede hep birlikte yaşanacağı için, geçinmeye gönüllü bir üslup kullanılmasına itina gösterilmesi isteniyor. Cinsel içerikli hakaretlerin sanal ortamda LGBT ve feminist örgütlerin müdahalesiyle, hatırı sayılır oranda azaldığı hatırlatılıp, bu tür ikazların işe yaradığından, insanların iyiniyetli uyarılarına devam etmeleri gerektiğinden dem vuruluyor. Provokatör, marjinal gibi kelimelerin kullanılmasına, devlet dilini tekrar üretip kullanıma soktuğu için, büyük itiraz var.
Uzun yıllar Paris’de yaşamış, birkaç yıllık Cihangir sakini bir sinemacı, özeleştiriyle yola çıkıp, herkesi Göngören, Bağcılar gibi mahallelere de gitmeye davet ediyor. Entellektüel kesimin kafasını “müreffeh mahallesinden” çıkarması gerektiği fikrine büyük alkış geliyor; sessizinden...

Bir başkası; “Eskilerin” düştüğü hataya düşülmemesi gerektiğinden dem vuruyor: “Hani anlatırlardı ya, ev bastıklarında ele geçmesin diye kitaplarımızı yaktık, diye. Şu anda sokakta yürüyen kimsenin evinde baret, gözlük, gaz maskesi bulunmasından doğal bir şey olamaz. Evin ortasında dursun onlar öyle. Saklamayalım.”

Bağcılar’dan bir direnişçi, barikatlarda direnen insanların, önümüzdeki zamanda yalnız bırakılmayacağını umduğunu söylüyor. Bir gün önce evinin yakınlarında  “Duran Adam” eylemi koymuş, kendini hiç bu kadar yalnız hissetmemiş; çünkü orada kimse ne yaptığını anlamamış. Haberleri bile yokmuş. Oysa, olaylarda yaralanan insanların büyük bir çoğunluğunun, barikatlarda, en önde olan, kendisi gibi insanlar olduğunu hatırlatıyor yumuşacık, lokum gibi bir dille: “Sizi de bizim oralara bekleriz; bir tramvay mesafesi neticede.”
Cihangir’de görüş bildirenler arasında Ahmet Şık ve Binnaz Toprak da var. 01:00’e doğru Şık, politik bir insan olarak, evvelden apolitik bulduğu insanlara teşekkür ediyor. Bunun gücünü örgütsüzlükten alan bir hareket olmasını çok değerli bulduğunu söylüyor. CHP’yi de faşizan dilinden kurtaracak isimler olması gerektiği fikrinde: “Biz partilerin peşinden gideceğimize, partiler bize bakıp hiza almalı.” Ana akım medyaya alternatif matbu yayınlar çıkması gerektiği fikrinde; imkanı olsa, hemen şimdi Gezi adıyla bir gazete ya da dergi çıkarası var: “En azından tanıtım sorunu yok, kitlenin ruhunu gayet iyi anlayacak bir yayın olacağından da eminim.”

Binnaz Toprak, referandum, plebisit gibi “kulağa hoş gelen” şeylerin, pek de o kadar “hoş” sonuçlar doğurmayacağını 82 Anayasası’ndan örneklerle açıklıyor: “Doğrudan demokrasi, diktatörlüğün eline güç verir.” Cihangir ahalisi, parklardaki forumları teker teker dolaşan, yüzünde şık bir maske, üzerinde eteği tütüden sarı bir elbise olan, gencecik bir sanatçının söylediği aryayı dinleyip sonra ona Yiğidim Aslanım’da eşlik ettikten sonra dağılıyor. Bir grup, bu performansı az sonra Taksim’de, AKM önünde yineleyecek olan sanatçıya destek olmak üzere, meydana doğru yürüyor.

Ertesi gün Abbasağa Parkı’ndayız. Diğer parklara nazaran burası çok daha kalabalık ve acil somut çözüm, yol haritası peşinde.
Mikrofonu alıp şiir okumaya başlayan bir Beşiktaş esnafının performansı sırasında yanımda oturanlar aralarında “Şiirin şairi dahil hiçkimsenin, yüksek sesle şiir okumaması gerektiği” konusunda fısıldaşıp kıkırdaşıyor.

Akabinde mikrofonu alan genç bir kadın; “Ben bir Trakya kızıyım ve Dersim’den özür diliyorum” diyor. Günlerdir gece gündüz ağlayıp, bunca zamandır yarı kör yaşadığına hayıflanıyormuş.

Gezi Sergisinin olduğu alanda oturmuş cıvıl cıvıl muhabbet eden bir grup gence yaklaşıyoruz. Görüş vermek isteyen olup olmayacağını sorduğumuzda, hemen hepsi, güzel gözlü bir genç adamı işaret ediyor.

Merhabalaştıktan sonra; “Niye size yönlendirdiler beni?” diye soruyorum. “Ben Ali Deniz Kılıç’ım” diyor!

Hatırlayanlar olacaktır, 2009’da DTP eylemine katıldığı için gözaltına alınıp, somut bir delil olmamasına ve savcının tahliye talebine rağmen, Aralık 2009’da girdiği hapishaneden Haziran 2012’de çıkmış gençlerden biri. Şu anda SDP’li. Hapiste bulunduğu süre zarfında, bilgisayar mühendisliği okuduğu üniversiteden, devamsızlıktan dolayı atıldı. İçeride tekrar sınava girip bu kez Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi bölümünü kazandı. “O zaman ‘İlla ki bir şey yapmışsınızdır’ diyordu herkes, kendi ailemde bile. Şimdi durduk yerde de böyle şeyler olabileceğini, herkesin başına her an her şeyin gelebileceğini gördüler; bu aralar özürleri kabul ediyorum” diyor gülerek. Tek böbreği olmayan, 19-22 yaş aralığını hapiste geçirmiş bir delikanlı olarak hala gözünün içiyle gülebiliyor olması, başlı başına bir mucize.
Taylan Kesanbilici, 23 yaşında, M.Ü. İletişim’den, öğrencilerin ve mezunların kendi imkanlarıyla yarattığı, tamamen bağımsız Spot dergisini çıkaran tayfadan, zıpkın gibi bir genç adam. “Kendiliğinden bir halk kalkınmasını, çok olur bulmuyordum; herkesi şaşırtan bir şey oldu. Antidemokratik uygulamalar sağolsun, halk devletin nezdinde haddini aştı diyebiliriz” diyor, gülerek. 14 yaş büyük ağabeyi Volkan Kesanbilici, olaylar sırasında gözünden yaralanmış. Temmuz başında ameliyatla gözü kurtarmaya çalışacaklar. Şu anda hala bünyesinde bulunan parça, ameliyatla çıkarıldığında, başına ne geldiğini de daha iyi anlayabilecekler.
İçim eziliyor. Duygu med cezirlerinde gidip geliyoruz cümleten. Hafta içi bir gecenin yine ilerleyen saatleri ve yine pek kimsenin evine dönesi yok. Kahkahalar gözyaşlarına karışmış. Sokağına sahip çıktığı için canı yanmış insanlar, yine sokakta, birbirinin yarasına merhem olmaya çalışıyor.

Haberin Devamı

Forumlarla ilgili gelişmeler, aşağıdaki adreslerden takip edilebilir:
http://parklarbizim.blogspot.com/
https://twitter.com/ParklarBizim
https://www.facebook.com/ParklarBizim
http://direnisforumu.org/
http://hemzeminposta.org/

Haberin Devamı

Hikmet Topal (Avukat; Maçka Parkı)
Avukatım. Gezi Parkı’nın benim için şöyle bir önemi var. Özellikle şu zamana kadar isyan etmeyen, örgütlenemeyen plaza çalışanlarının, büro çalışanlarının sokağa çıktığını gördük. Bu başkaldırış bence sadece hayat tarzına olan müdahaleden kaynaklanmıyor. 10 yıl boyunca ekonomik anlamda sıkışan, hayatını sürdürmekte zorlanan bir orta sınıfın, aslında işçi olup da işçi olduğunu bilmeyen bir orta sınıfın kendini ifade edişiydi de Gezi Parkı. O yüzden bence çok önemli. Biz yaklaşık bir buçuk yıldır falan özellikle bu konularla ilgilendiğimiz için bu tespiti çok önemsiyoruz. Gezi Parkı’nda Kaç Bize Gel (kacbizegel.com) çadırı vardı. Büro işçilerinin, plaza çalışanlarının sendikal hakları için mücadele eden bir hareket olarak biz de oradaydık. Burada da olmaya devam edeceğiz. Burada dikkat ederseniz, Nişantaşı, Cihangir, Beşiktaş; hep orta sınıf büro, plaza çalışanlarının bulunduğu yerler. Buradaki kesite de baktığımızda hepsinin aynı yerden geldiğini görüyoruz. Varoşlarda, mahallelerde yaşayan insanların, direnişe yavaş yavaş katıldığını, emekçi yığınlarının bu işe yeni yeni sahip çıktığını görüyoruz. Asıl bu dinamiğin ana motoru, plaza çalışanları, büro işçileri, beyaz yakalılardır. Bugüne kadar züppe dediğimiz, kredi kartı mağduru olarak gördüğümüz kesim artık yeni bir hayat istiyor; bunun için mücadele ediyor.

Haberin Devamı

Binnaz Toprak (71, CHP İstanbul Milletvekili; Akademisyen; Cihangir Parkı)
Burada bir kütüphane evimiz var; kızım burada oturuyor. Ben Ankara’dayım şimdi ama İstanbul’dayken burada oturuyorum. Forumlar, insanların böyle kendi başlarına organize olmaları, çok etkileyici. Gezi’de gençler bir ütopyayı gerçekleştirdiler aslında. Bambaşka bir Türkiye’nin mümkün olabileceğini gösterdiler. Dayanışmalarıyla, vicdanlarıyla, çevreye verdikleri önemle, sınıf farklarını ortadan kaldırdılar. Çok farklı insanların bir arada, kardeşçe, dayanışma içinde yaşayabileceğini gösterdiler. Ben 68’i gördüm mesela, o yıllarda ABD’de öğrenciydim; daha sonra politik olaylara dönüştü ama her şey ilk önce Çiçek Çocuklar’la başladı. ABD’nin her şeyine isyan ettiler. O 68 ruhu, dünyayı değiştirdi daha sonra. Ondan önce iki savaşa rağmen hala 19. Yüzyıl’ın devamı gibi bir dünya vardı; değerleriyle, o burjuva kültürüyle. Sonra 80’lerde Thatcher’ıyla, Reagan’ıyla, orada bir kırılma oldu ama şimdi, bunun da kalıcı olacağını düşünüyorum ben. Herkesi çok şaşırttı bu gençler. Bu olayın hoşluğu kendiliğinden olması. Yalnız, konuşan arkadaşlardan bazıları doğrudan demokrasi çok güzel, temsili demokrasiye inanmıyoruz dediler ya, siyaset bilimi hocası olarak bunu çok öğretmişliğim var. Aslında siyasi partiler, sivil toplum örgütleri, sendikalar gibi aracı kurumları devletle vatandaş arasında ortadan çektiğinizde ve vatandaş devletle yüz yüze kaldığında bu demokrasi falan getirmiyor. Bunun tarihten dünya kadar örneğini verebilirim. Şunu söylemek istiyorum, doğrudan demokrasi değil de, yerel demokrasi çok önemli. Şurdaki halkın, gelip de Cihangir’e ne yapalım demesi başka bir şey, buna bütün İstanbul’u katmak başka bir şey. Orada yaşayan insanlar karar vermeli. Hele hele Türkiye gibi kurumsallaşmamış bir demokrasi demek, hangi partiyi seviyorsan veya hangi lideri seviyorsan, ona oy vermeye dönüşüyor.

Haberin Devamı

Ali Deniz Kılıç (23; M.Ü. Hukuk Fakültesi öğrencisi; Abbasağa Parkı)
Bu forumlar, Türkiye tarihine geçebilecek önemde meseleler. Çünkü Türkiye tarihi ve bu halk hiçbir zaman böyle demokratik bir ortam görmemişti. Gezi direnişi üzerinden şekillendi mesele. Ve şu fark edildi: İstedikleri kadar bizi susturmaya çalışsınlar, biz sözümüzü söyleyecek alanları kendimiz yaratabiliriz; kimsenin bu alanları bize hediye etmesine gerek yok. Aslında Türkiye’de mücadele her zaman vardı ama halktan biraz kopuktu. Eskiden sokaklarında iki tane asayiş polisini görenler kendilerine çeki düzen veriyorlardı, şimdi TOMA’ların üzerine yürüyorlar. Tabii devlet de şuna oynuyor: “Ortada bir halk var, bir de marjinal kesimler var!” Yıllardır yaptığını yapıyor işte. Bir de marjinali açıktan küfür olarak kullanıyor. Eskiden eylemciyi küfür olarak kullanıyordu, eylemciyi küfür olmaktan çıkardı halk, sağolsun. Bu meseleyi hukuksal kazanımlar elde etmeden bitirmemek lazım. Tutuklamalarda, dışarıdakiler, içeridekileri savunmaya devam etmeliler. Yoksa dışarıdakiler de ileride içeriye düşecektir zaten. Biz içeri alındığımızda, basın açıklamasına gitmiştik. Basın açıklamasına bile kalmamamıza rağmen, yürürken gözaltına alınmıştık. Hiçbir delil olmamasına rağmen, iki buçuk yıl hapis yattık. Şöyle bir rahatlığımız vardı: Ne yaptığımızı, ne yapmadığımızı biliyorduk; o yüzden kafamızda çok fazla soru işareti yoktu. Uyuşturucu satmadık, kimseye tecavüz etmedik, kötü bir şey yapmadık. Esasında sıkıntı yaşadık. Ben tek böbrekliyim. Benimle birlikte alınan Baran’ın (Nayır) kalp rahatsızlığı var. Tedavi olamıyorsun, bir şey yapamıyorsun; insanlar sana farklı bakıyorlar. O zaman, biz işte, marjinaldik. Dışarı çıktığımızda herkes, “Çocuğum yapmasaydın, etmeseydin, polis aldıysa bir bildiği vardır” diyordu mesela. Bana kendi teyzem bile böyle bir laf etmişti. Şimdi teyzeme bakıyorum, polis ona da müdahale ediyor, o alanda yürüdüğü için. Kendi akrabalarım bile bana inanmıyorlardı. Bir sürü iddia vardı; biz bu iddiaları hukuken çürütmüştük; yine de serbest bırakılmadık. Yine de “Bir şey vardır ki tutuyorlar” diyorlardı. Şimdi artık, bir şey olmadan nasıl tutulabildiğini gördüler. İnsanlar bilinç sıçraması yaşıyorlar. Bence esas önemli olan mesele şu: Mesela Gezi direnişinden çok kısa bir süre önce Reyhanlı meselesi yaşandı. Medya aynı şeyi Reyhanlı meselesinde de yapmıştı. Gençlik Reyhanlı için de yürümüştü, İnönü Stadı’nın önünde; yine TOMA’lar müdahale etmişti. Gençlik yine marjinal olmuştu. Şimdi halka müdahale ediyorlar ve halk bunu fark ediyor. Burada şöyle bir hataya düşmemek lazım bence. Halka kızmamak lazım; “O gün niye yanımızda değildiniz” diye. Bugün yanımızdalar. Eskiden biz provokatördük, marjinaldik; şimdi herkes öyle.

Haberin Devamı

Taylan Kesanbilici (23; İletişimci; Abbasağa Parkı)
Gezi Parkı’nda insanlar ilk kez, aniden parka yığılmaya başladıklarında, fiziken orda bulunmamıştım. Yani bu memlekette, sokak ortasında insan öldürülebiliyor, anadillerinden mahrum yaşayabiliyor, bunlara dair hiçbir tepki görmedik bugüne kadar. Birçok antidemokratik uygulama varken, buna dair ciddi muhalefet oluşmayan bir ülkede; çevresel duyarlılık üzerinden böyle bir muhalefet oluşabileceğini düşünmüyordum. Bunu diğerlerinin yanında daha önemsiz değil ama daha ufak bir sorun olarak görüyordum. Fakat daha ilk gecede polis müdahalesini gördükten sonra insanlar, her şeye rağmen orada durdular. Bence herkesi etkileyen de o ikinci, sabaha karşı yapılan diğer müdahalede olanlar oldu. İnsanlar çok net bir şekilde devletin ne kadar hırçınlaşabildiğini, ne kadar sert müdahale edebildiğini, aslında birçok yerde kendi variyetini önemseyerek toplumu hiçe sayabildiğini gördü. Buradan çok başka yere vardı olaylar. Arkadaşlarım zaten oradaydı; direkt bunun sorumluluğuyla, işten çıkıp Taksim’e gittim ilk kez. 31 Mayıs gecesiydi; öyle bir kalabalık beklemiyordum açıkçası. Daha önce üniversitede, öncesinde de birçok demokratik eyleme, basın açıklamasına katıldım. Fakat bu kadar kalabalık ve bu kadar iç içe olunabileceğini hiç tahmin etmemiştim. Bir yanda takım formaları, bir yanda Türk bayrakları, bir yanda kitle partileri, bir yanda ideoloji partilerini gördüm. Çok şaşırtıcı bir görüntü; alışmakta da zorlanıyorsunuz ama gazı yediğinde, herkesin birbiriyle nasıl dayanıştığını görüyor insan. Başta çok fazla yadırgadım. Bugüne kadar hep bilimsel Marxizm’i savundum ve alanda hep benimle aynı fikirde olan insanlarla beraberdim. Bu başka türden bir şeydi. Sonra ağabeyim de o esnada, bunu duyunca alana çıkma ihtiyacı duymuş, bir yandan da bana ulaşmaya çalışıyor. O Tünel tarafından, ben meydan tarafından ilerlerken bir anda gazla müdahale edilince İmam Adnan Sokak’ın girişinde bulduk birbirimizi. Gezi’ye çıkmayı denedik birkaç kez. O esnada Tarlabaşı Bulvarı’na baktık; kalabalık bir kitle var; cadde geniş, rüzgar ters; gidelim, dedik meydana çıkmak için. Geceyarısı civarıydı. TOMA’nın ışığı göz kamaştırdığı için abimle birbirimizi kaybettik. Ben kaçıp ara sokağa girdikten yaklaşık bir dakika sonra, abim “Vuruldum, ilk buluştuğumuz yere gel” dedi. Vardım ki gözünden kan geliyor. (Taylan’ın ailesi,  konuştuğumuz günün ertesinde, yasal süreç başlatacaktı. Yaşadıkları şeyin hikayesi uzun ve hazin. Bilahare…)

İlknur Bektaş (Belgeselci, Yazar, Yönetmen; Abbasağa Parkı)
Ben eylemlerde neden varım? Benim iki çocuğum var; ikisi de üniversite öğrencisi. Biri bilgisayar-matematik, diğeri kimya mühendisliği okuyor. İki pırlanta gibi çocuk; hepsi gibi. Oğlum, akşamları okul çıkışında Taksim’de gitar dersi alıyor. Okul çıkışında üç kişi Balık Pazarı’ndan Galatasaray önüne doğru yürürken, polis çeviriyor bunları; “Nereye?” diyor. “Abi gitara işte” derken, çocuğumun gözünün içine baka baka biber gazı sıkıp biberlediler. Çocuklarımın fotoğrafını göstersem, “Hadi canım, bu kadar mı?” dersiniz. Üstelik benim iki çocuğum da apolitiktir. Deliler gibi dersleri, kursları var; başka şeye zamanları yok bunların. Koşu atı gibi yetiştirdik biz çocuklarmızı. Gözünü açmamış çocuklar, bir anda kendilerini Gezi’de buldular. Çünkü servisteki arkadaşı arıyor; “Şu anda dayak yiyoruz” diye. Bu çocuklar terbiyesizlik bilmezler; hayatında küfür bilmeyen oğlumu ben savaştan çıkmış gibi gördüm. Ben çocuğuma terlik vurmadım, sen ne hakla benim çocuğuma biber gazı sıkıyorsun! Vali’ye şikayette bulundum, Başbakan’a mail attım, bilhassa BİMER’e mail attım; “Biz burada insan evladı yetiştiriyoruz” diye. Çocuklarımız dayak yedi bizim. Bunu affedemiyorum.

Zeynep (29; Abbasağa Parkı)
İnsanlar sokağa çıkıp forumlara katılmayı ihmal etmemeli. Kafalarda ‘Peki şimdi her şey bitti mi?’ gibi bir soru işareti oluştu. Bulundukları semtte, en yakın parka çıkınca görecekler ki aslında direniş her yerde sürüyor.

Tolga (39, DJ; Abbasağa Parkı); Dağlı (34; Tasarımcı; Abbasağa Parkı)
“Buradaki forumlar, diğerlerinden gördüklerimiz ve duyduklarımızdan anladığımız kadarıyla daha kapsamlı. Yerel yönetimle ilgili olabilecek şeyler üzerine daha ayağı yere basan şeyler konuşuluyor. Üç gün içinde epey de merhale katedildi. İlk iki gün daha yüzeysel şeyler konuşulmuştu. Şimdi karar almaya doğru gidiyor konular. Bizleri ilgilendiren konularda daha müdahil olmalıyız. (‘Ben niye muhtar olmayayım ki mesela?’ Tolga.)”


 

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!