Güncelleme Tarihi:
Deniz İNCEOĞLU
Son dönemde kafasına takılan kelime ise “aşinalık” olmuş. Bilgiyi yeterince derin algılamak yerine, aşinalığın bilgi olarak kullanılmasının yeğlendiğini düşünüyor. İşte bu sebeple yalnızlaşma, yabancılaşma ve endişe duygusunu yansıtan 15 resmini “Yüz Göz Resimleri” adıyla Galeri Işık Teşvikiye’de sergiliyor. Resimler arasında önü kapalı figürlü olan dört tanesi de Koçan’ın “geride durmak”ı tartışacağı bir sonraki serisinin mesajını veriyor.
“Yüz Göz Resimleri” isminde bir eleştiri havası var. Doğru mu?
- Kesinlikle. Son zamanlarda aşinalıklarla ilgili takıntım var. Hep bunun üzerine düşünüyorum. Aşinalığı sanki bilgiymiş gibi kullanıyoruz. Gerçeği içselleştirme ve algılama konusunda aşinalık, önümüzde bir engel gibi duruyor.
Nedir sizin için aşinalık?
- Oldubitti gibi bakıyoruz her şeye. Hiç bir şeyden acı çekmiyoruz. Örneğin savaşlar. İletişim araçları savaşı evimize kadar getiriyor ve biz de onları sanki bir film izler gibi doğal karşılayarak takip ediyoruz. Bunlarla olan ilişkimiz artık bir insani ilişki olmaktan çıktı. Aşinalık ilişkisine dönüştü. Yaşamı sorgulama yeteneğimizi yitirdik. Artık çok sağır ve körüz. Keşfetme eylemimize de son verdik. Yüzgöz olma tümcesini aşinalıkla eş anlamda kullanıyorum.
Peki bunu genelden mi algıladınız, yoksa kendinizde mi fark ettiniz?
- Genel olarak insanlarda, öğrencilerimde, yakınlarımda ve elbetteki kendimde fark ettim.
ALGILARIMIZ BLOKE EDİLİYOR
Neydi kendinizde fark ettiğiniz aşinalık?
- Uzun süre kişisel tarihime yabancılaştığımı düşündüm. Bunun aslında tüm bu olup bitenler içinde kaybolmakta olduğumun göstergesi olduğunu fark ettim ve kişisel tarihimi keşfetmeye yöneldim. Bayburt’a gittim ve müze projesiyle uğraştım. Kendi tarihiyle yüz yüze gelme, hesaplaşabilip kendini yeniden keşfedebilme bahsettiğim aşinalık kavramını aşan bir eylemi gerektiriyor. Bu keşfi her konuda, her gün devam ettirmek lazım.
İnsanlardaki bu durumun kaynağını araştırdınız mı?
- Öğrencilerim benim için önemli bir laboratuvar. Türkiye’de kişinin artık pasifize edilmesi, siyasal eylemin dışına itilmesi gibi genel bir tanımı var bu durumun. Fakat günümüzde insanoğlunun algısı üzerinden çok büyük projeler üretiliyor. En önemli örneklerden biri de medyanın kendisini var etme süreci. Yani tüketim ekomisinin bu kanalı çok hızlı ve etkili bir biçimde kullanmasıdır. Bunun tipik örneği de televizyondur. Karşısına geçersiniz size bir şey anlatır ama üstüne “Son dakika” diye bir yazı gelir, altından borsa bilgileri geçer. Aynı anda izleyiciye üç ya da dört bilgi verir, algılamanızı bekler. Böylece izleyicinin algısını bloke eder. Odaklanma şansınızı elinizden alır. Bunun için zapping başlar. Çünkü artık bu kadar çokluk içerisinde kişiyi tatmin edebilecek, bağlayacak bir derinlik söz konusu değildir. Bu az bilgi de, zemini boş bir aşinalığa dönüşüyor.
Resimlerinizde de bu konuyu tartışmaya açıyorsunuz o halde...
- Evet. Tartışmaya açılan; aşinalığın hayatımıza ve önümüze açılmış derin, ağır ve bizi gerçeklikten uzaklaştıran perdesidir. Bunun için herkes kendi öyküsüne sahip çıkmalı, tıpkı resimlerimin yaptığı gibi.
KİÇ DEĞİL SADECE DAHA IŞILTILILAR
Resimleriniz için kiç (kitch) deniyor. Siz böyle olduklarını düşünüyor musunuz?
- Uzun süre halk resimlerini araştırdım, koleksiyonlarım var bu konuda. Halk kültürünün anlatısı bana çok zengin görünüyor. Bazıları bunu kiç olarak algılıyor. Bu bir değer yargısıdır. Değer yargısı bize tabu alanlar yaratıyor. Bunun için entelektüel sorgulama kapasitemizi de sınırlıyor. Yaptığım iş, bütün bunlara daha kontra giden ve kiç denen şeye, anlamaya çalışarak bakan ve oradan kendisi için malzeme çıkarmaya çalışan bir eylem. Resimlerimin de kiç olduğunu düşünmüyorum. Öyküsü olan resimler bunlar. Kiç ise malzemeyle ilgili bir tutumdur. Resimlerim sadece biraz daha ışıltılı, bezemeci bir tavırla devam ediyor. Her biri tıpkı bir halk anlatısı gibi kendi dilini ve tekniğini üretmiş durumda.
Bir önceki serginiz “Sona Gitti”deki figürler burada da dikkat çekiyor.
- Evet resmimim arka planında yine figürler var. Sona Gitti’de çevreden topladığım polenleri kullanmıştım. Bu sefer gecekondu mahallelerindeki tuhafiyeci ve boncukçulardan aldığım malzemelerle ön planı hazırladım.
Bazı resimleriniz çok renkli. Bu renklenmeye nasıl karar verdiniz?
- Renklilik kendi girdi, ben sokmadım resme. 70’li yıllarda halk resimlerini araştırmaya başladığımda herkes neden bunun resmimde olmadığını soruyordu. Sadece acelem yoktu. Her şeyin zamana ihtiyacı var. Kanıma girip refleksime yerleşmesini istemiştim. Ta 90’lara geldiğimizde resmimde kendisini göstermeye başladı. İşte renkler de böyle oldu.
Peki ya üzeri tel örgü gibi bir görüntüyle kapatılmış olanlar?
- O yeni bir seri. İma kültürü ve kendini saklama meselesi var. Çok konuşan bir toplum değildir Doğu toplumu. Daha çok ima eder. Saklanmadan da hoşlanan bir toplum. Bu yeni seride de bu konuya değineceğim.