Hemen akla geliveren Ataç’ın, Sabahattin Eyüboğlu’nun, Nahid Hanım’ın, Nadir Nadi’nin, Melih Cevdet’in, Fethi Naci’nin ünlü sofralarına bakıp, Edebiyatçı Sofraları’nı Cumhuriyet’le başlamış bir gelenek olarak değerlendirmek gereklidir kesinlikle. Çünkü, salt bize özgü olup olmaması da bir yana, geçmişi çok eskilere dayanmaktadır gördüğümüz kadarıyla. Örneğin Osmanlı sultanlarının da en azından ta II. Murad döneminde başlamış ünlü Yaran Toplantıları vardır. Hani, medreselerde fizik, kimya, tarih, coğrafya, edebiyat gibi derslerin okutulmadığı, cebir ve geometrinin de ancak
ezan saatleri ile kıbleyi saptayabilecek kadar öğretildiği düşünülürse, Osmanlı Beyliği’nin hızla bir imparatorluk haline döndüğü o yıllardaki bu Yaran Toplantıları’nın da geyik muhabbeti yapılan işret ve eğlence toplantıları olmadığından galiba kuşku duyulmasa gerektir. Çünkü, gene bilindiği gibi bu toplantılara sultanın yakın dostları ile dönemin saygın kişileri, yani yaranları, muhibleri, nedimleri katılmaktadır ve tam o günlerde şehzadelerin eğitimleri de şairlere bırakıldığından, hem daha sonraki yüzyıllarda neredeyse şiir yazmamış Osmanlı sultanı kalmamıştır, hem artık Saray’da da görevlendirilen Divan şairleri sultanların nedimleri arasına alınmıştr. Dolayısıyla, Divan şairleri de bu toplantılara mutlaka çağrılmaktadırlar, hatta ola ki baş konuklarıdır.
*Kısacası, Osmanlı sultanlarının Yaran Toplantıları’nın da aslında Divan şairleri’nin "edebiyatçı sofraları" olduğundan galiba gerçekten kuşku duyulmasa gerektir.Çünkü, ortaçağla hesaplaşıp düşüncesini dinsellikten kurtararak dilini soyut sözcük ağırlıklı bir aşamaya getirememiş toplumlar, kendilerine özgü bir felsefe kuramadıklarından gereksinim duydukları bilgileri de ancak edebiyat aracılığıyla üretebilmektedirler. Örneğin, rönesansını gerçekleştirmiş Batılı toplumların dilleri bugün neredeyse dörtte üç oranında "isim" ağırlıklı iken, bu yüzden Türkçe hálá "fiil" ağırlıklı bir dildir. Dolayısıyla da hálá en önemli düşünürlerimiz (yol göstericilerimiz-felsefecilerimiz) Nasrettin Hoca’dır, Bektaşi dedeleridir, İncili Çavuş’tur, Bekri Mustafa’dır, Keloğlan’dır. Toplumsal sorunlarımız için gereksindiğimiz düşünce de ancak fiil ağırlıklı bir dille kurgulanmış imgelerle, hisse’li kıssa’lı öykücüklerle üretilmektedir.Bilindiği gibi, Mustafa Kemal de Cumhuriyet’i kurarken devrimler için gerekli bilgiyi Ankara’ya ayak bastığı andan itibaren Osmanlı sultanlarının bu Yaran Toplantıları’nı sürdürerek üretmiştir sanki. Yani, bizce Mustafa Kemal’in Çankaya’daki bu ünlü akşam sofraları’nın da, Osmanlı beyliğini hızla imparatorluk haline getirmiş sultanların Yaran Toplantıları’nın bir devamı olduğundan gerçekten kuşku duyulmasa gerektir. Unutulmamalıdır ki, bu sofraların da sürekli ve baş konukları Falih Rıfkı, Yakup Kadri, Ruşen Eşref, Hasan Áli, Halide Edip, Adnan Adıvar, Memduh Şevket, Yunus Nadi gibi ediplerdir, muharrirlerdir. Hatta, söylentilere göre "Ben Deniz Kızı Eftelya değilim" diyerek kapısına gelen polisi geri çevirmiş Nazım Hikmet bile bu sofraya çağrılmıştır.Nasıl unuturum, sevgili dostum Arif Keskiner’in de Hollywood’la birlikte bir
Atatürk filmi çekmeye uğraştığı 1998-99’da, "Aydınlarımız ve Laisizm" adlı çalışmam için Mustafa Kemal’in 1919-1928 yılları arasındaki yaşamını birazcık incelerken, asker arkadaşlarının da onca uğraşmasına akıl erdiremeyip "Kapat şu Meclis’i, önce vatanı kurtaralım" demelerine karşın "Meclis" diye direnen Mustafa Kemal’e, çoğunu da kendisinin zorla üye yaptığı neredeyse tamamı şeriatçı milletvekillerinin dünyayı nasıl zından ettiklerini görünce, inanın sözcüğün tam anlamıyla dehşet içinde kalmıştım. Örneğin, cepheye gider gitmez hemen ardından yasaları değiştirmişler, "Evkaf ve Şer’iye Vekaleti" diye şeriatçı bakanlıklar kurmuşlar, Hoca Vehbi Efendi gibi şeriaçıları bakanlığa getirmişler, hatta
Galatasaray Lisesi’nin adını bile medrese yapmaya kalkışmışlardı. İsmet Paşa da anılarında, şeriatçılarla káh gizli, káh açık toplantılarda boğuşmaktan yorulup kendisine birkaç kez "Artık Meclis’le çalışmam mümkün olmayacak. Meclis kapatılırsa ne gibi durumlar ortaya çıkabilir?" diye telgraflar çektiğini yazmaktaydı.
*İşte o günlerde bunaldıkça Arif cana telefon ediyordum, saatlerce konuşuyorduk. Gene böyle bir gün telefon etmiş, "Biliyor musun" demiştim öfkeyle. "Cumhuriyet, Çankaya’daki bu akşam sofraları olamasa olanaksız kurulamazmış, hiç kuşkum yok. Gün boyu şeriatçılarla boğuşmaktan yorulup umutsuzluğa kapılarak İsmet Paşa’ya "Meclis’i kapatacağım" diye telgraflar çeken Paşa, akşamları Çankaya sofrasında edebiyatçı dostlarıyla iki kadeh atıp sakinlemiş, tartışarak kendini tazeleyip ertesi sabah Meclis’te savaşımını yeniden sürdürmeyi başarmış da Cumhuriyet kurulmuş. Yani, "rakı olmasa Cumhuriyet zor kurulurmuş ha!" demiş, kahkahayı patlatmıştık karşılıklı. Kısacası, "edebiyatçı sofraları"nın geleneği ta Osmanlı’nın "Yaran Toplantıları" ile Mustafa Kemal’in "Çankaya Sofrası"na dayanmaktadır, kesinlikle hafife almamak gerekir. Hiç kuşku yok, o sofralar da birer "edebiyatçı sofrası"dır sonuçta.Bu nedenle biz edebiyatçılar da her perşembe günü Pera Balık’ta Mercan rakısı içip geyik muhabbeti yapmak için biraraya gelmiyoruz asla. Geyik muhabbeti ile zaman öldürecek kadar yaşlanmadık henüz. Halkımız belki farkında bile değildir ama bize hálá gereksinimi var biliyoruz ve bu sorumluluğumuzun gereğini yerine getirmeye çalışıyoruz. Her perşembe günü ayrı bir güncel gündemimiz vardır yani. Rakı da bahane...Yanılmayasınız...
Kim onlar? (Post sahibi) yazar Demirtaş Ceyhun, Çiçek Bar’ın sahibi Arif Keskiner, türkücü Rahmi Saltuk, şair İsmail Uyaroğlu, mekanın işletmecileri Hakan - Veli Gölçek ve
Alptekin Yıldırım, yazar Veysel Dikmen, yazar Ülkü Ayvaz, Cem Yayınları sahibi Mehmet Ali Uğur, ressam Hakan Demirok, tiyatro sanatçısı Levent Yılmaz, işadamı Osman Görgülüer...
Ne zamandır buluşuyorlar? Taa 1970’lerde buluşmaya başlayan Nadir Nadi, Oktay Akbal, Melih Cevdet Anday’lı grup geleneğinin devamı olduğu düşünülürse 35 yıldır. Demirtaş Ceyhun’a göre aslında "Çankaya masası" olduğu kabul edilirse daha da eski, yani Atatürk zamanından kalma
Ne sıklıkla? Her perşembe saat 14.00’te
Nerede? Uzunca bir süre mekanları Galatasaray Balık Pazarı’ndaki Cumhuriyet Meyhanesi’ydi, üç yıldır da İstiklal Caddesi’ndeki Pera Balık Lokantası’nda buluşuyorlar
Buluşunca ne yapıyorlar? Oradan buradan, tarihten şiirden, memleket meselelerinden, en çok da edebiyattan konuşup, bol bol içiyorlarSolda en önden Hakan Gölçek, İsmail Uyaroğlu, Rahmi Saltuk, Arif Keskiner, Demirtaş Ceyhun. Sağ taraf önden Veli Gölçek, Alptekin Yıldırım, Ülkü Ayvaz, Veysel Dikmen, Mehmet Ali Uğur.