2000 yılı mayıs ayında bir kalp krizi geçirip, hastaneye kaldırılıyor. Doktor çok zor geçen ameliyattan sonra, ‘Şansınız varmış’ diyor: ‘Sizi getirirlerken gördüm. Kapıda Yaşar Kemal’i bekliyordum. Meyhaneye gidecektik. Geç kaldı. Zamanında gelmiş olsaydı, acil müdahaleyi yapacak kimse olmayacaktı... Geç kaldığı için Yaşar Bey’e bir can borçlusunuz.’ Cezzar, ‘Borcum yok. Ödeştik’ diyor sadece. İşte bu yıl tiyatrodaki 50. yılını kutlayan Engin Cezzar’ın, bu ve buna benzer pek çok anısının, eğlenceli ve akıcı bir dille anlatıldığı kitap, bugünlerde piyasaya çıkıyor. İzzeddin Çalışlar’ın kaleme aldığı, Doğan Kitap’tan çıkacak Engin Cezzar’ı Takdimimdir! Kitap, kimi bölümleriyle, Cezzar’ın 40 küsür yıllık eşi Gülriz Sururi’nin daha önce yayınlanmış anılarına da cevap niteliği taşıyor bir anlamda. Onlar son zamanlarda, bunu hep yapıyorlar zaten; birbirlerine söylemediklerini kitaplarına yazıyorlar! Engin Cezzar’la bunları konuştuk...
Gülriz Hanım, sizin için anılarını hiç yazamayacak demişti. Siz yazamadınız ama yayıncı bir gün kitabınızı yazsın diye size İzzettin Çalışlar’ı gönderdi! Yoksa yazamayacağınızı anlayıp siz mi gizlice yayıncıya haber yolladınız?
- Hayır. Tamamen bir sürpriz. Salih Ecer aradı bir gün, senin 50. yılın, bir kitap yapalım, dedi. Nasıl olacak dedim, ben sana bir yazar bulacağım dedi. Sonra bir gün İzzeddin geldi.
Siz niye yazamadınız?
- Çünkü yazma sabrı diye bir şey var, o bende yok. Ben hep kısa süreli işler yaptım, birkaç ay konsantre olup işi çıkarıyorum. Ama yazmaya gelince, mektup bile üç gün sürüyor. Böyle bir özrüm var.
Bir kitap daha var hakkınızda yazılmış: Gökhan Akçura’nın Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan Engin Cezzar Kitabı. Hangi kitabı daha çok sevdiniz?
- Akçura’nınki tamamen belgesel bir kitap. 40. yılımda çıkmıştı. Bu 50. yılda yazılmış, senin de söylediğin gibi eğlenceli bir anı kitabı. İkisi birbirini tamamladı galiba...
50. yılınız için başka bir proje var mı?
- O zamanlar Ayak Takımı’nı oynuyordum, onun böyle özel bir galasını yapalım demiştik. Ancak Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Lemi Bilgin’in başına o kötülük gelince (görevden alınması), yine kızdım ben. Oradan da istifa ettim. Onun için başka bir şey düşünmüyorum.
Sinema?
- Ya, deliriyorum sinema diye. Ama olmuyor ki bir türlü.
Nedir sizin bu sinemada istediklerinizi yapamama haliniz?
- Hep yakınında oldum ama hiç içine atlayamadım şu sinemanın. Senaryolar yazdım, o da olmadı. Bu da benim şanssızlığım. Türk sinemasında benim tipimde, yaşımda insanlara rol yazılmıyor.
Bunu yüzünüze bağlamışsınız kitapta, niye sizin yüzünüze uygun bir rol yokmuş ki?
- Olmaz olur mu, bütün dünyada var, Türkiye’de yok! Sean Connery, bırakın oyunculuğu, bir de en seksi erkekler listesine girip duruyor bu yaşta. Gene Hackman genç mi? AlPacino Angels of America’yı yaşlılığıyla götürdü. Antony Hopkins artık oynamayacağım diyor, rahat bırakmıyorlar... Beni beğenmiyorlar herhalde.
ASLA GADDAR DEĞİLİM TERSİNE SEVECENİM
Cezzar Arapça’da deve kasabı demekmiş. Bir anlamda da gaddar, kan dökücü. Kan döktüğünüzü pek duymadık, ama gaddar mısınızdır?
- Hayır. Asla. Gaddar olan Cezzar Ahmet Paşa. Ama benim onla hiç ilgim yok. Niye bu soyadını aldığımızı babama sormamışım, çok pişmanım.
Gaddarlık meselesini niye sordum; eşiniz Gülriz Sururi’nin daha önce yazdığı kitaplardaki siz, belki bazıları tarafından gaddar olarak niteleniyordur diye...
- Bana gaddar mı dedi? Hiç değilim. Tersine çok barışçı, insan, doğa, hayvan seven, sevecen biriyim...
İşte insanları, özellikle kadınları çok seviyor olmanız gaddarca davranmanıza neden olmuştur!
- Çok seviyorum tabii. Bunun neresi gaddarlık yahu?
Bu nedenle bir kadına yıllarca acı çektirmeniz, olabilir mi?
- Sıkıştırmaya başladın, ama ben kabul etmiyorum, yorumu sana bırakıyorum.
Üstelik Gülriz Hanım, ‘Engin bu kadar insaflı yazdığım için bana müteşekkir kalmalı!’ demişti.
- Şekerim onun yazdığı kitap, her ne kadar öyle gözükmese de bir aşk kitabıdır. Bana olan aşkını yazmıştır.
Ama ‘kitaplarında beni harcıyor’ diyorsunuz...
- Demiş miyim? Belki bazı yorumları ağır, abartılı gelmiştir. Ben de böyle tepki vermişimdir.
ÊSiz kitabınızda, ‘ilişkimiz boyunca kimseyle beraber olmadım’ diyorsunuz. E Gülriz Hanım da tersini söylüyor. Kim doğru söylüyor?
- Yalan demeyelim de... Ben doğru bildiğimi aktarmışımdır, yalan söyleyen biri değilim. Öyle inanıyorum. O ise tersini biliyor, tersine inanıyor olabilir. Bu konuda hiçbir zaman mutabakata varma imkanı yok. İkimiz de akıllı insanlarız, üstelik Gülriz’in inançları çelik gibidir, inandığına inanır, aksini ispat edemezsiniz ona.
Eğer bu kadar masumsanız, ona kızmanız gerekirdi, niye kızmadınız?
- Ne yaparsa yapsın, kızamam. Çok seviyorum.
Ama kitabınızda bir yandan böyle söyleyip, bir yandan da geçmişteki bu çok eşli yaşama halinizi bir teoriye dayandırmaya, antropolojik olarak açıklamaya çalışıyorsunuz? Sanki suçu erkek doğasına atıp kurtulma gibi bir çabanız var...
- Bizim iki evlilik sürecimiz, bir de ayrı olduğumuz dönemler var. Benim açıklamalarım ayrı olduğumuz dönemlere ait. Erkek doğası çok iddialı bir laf. Hayır, çabam kendimi kurtarmak değildi. Belki kendi pozisyonumu... Peki belki öyle bir çaba var! Haklısın.
ÇOK KADINI ÜZDÜĞÜM İÇİN ÜZGÜNÜM
‘Belki de içinde çok kadın arzusu duyanlar henüz evrimini tamamlamamış olanlar’ diyorsunuz. Kendiniz için böyle mi düşünüyorsunuz?
- Tamamlamamışsam, çok geç! Yetmiş yaşıma geldim. Ama bunu da kabul ediyorum, tamamlamamış olabilirim. Zaten insan şu kısacık yaşamında hiçbir şeyi tamamlayamıyor. Ne evrimini tamamlıyor, ne yapmak istediği işleri. Bakıyorum önüme, arkamda yaptıklarım kadar iş görüyorum. Yapmak istediklerim, tutkularım, daha güzel şeyler... Allah sağlık versin. Kimse hiçbir şeyi tamamladım diyemez.
Çok kadını üzdüğünüzü düşünüyor musunuz?
- Evet.
Ne hissediyorsunuz şimdi?
- Üzgünüm! Çok doğru söylüyorum.
Bir de müthiş bir cümleniz var: ‘Birine gerçekten áşık olduğunu ancak başka biriyle beraber olarak fark edebilirsin!’ Bu cümlenize ‘oh ne álá’ demezler mi, kimi inandırabilirsiniz, ya da hangi kadını?
- Anlamak için değil ama, sonuç öyle olmuş olabilir. Öyle olmuştur, doğrudur.
Aşk niye böyle bir sağlamaya ihtiyaç duysun ki?
- E aşk dediğin nedir ki. İki kalas, bir heves...
Zannetmiyorum.
- Hayır değil tabii. Ama hayatta hiçbir şeyi kesin, senin olarak almamalısın. Hayat o kadar rengarenk, inişli çıkışlı, maceralarla dolu ki, hiçbir değer ilk günkü değerini, başıboş bırakırsan sürdüremez.
Sürekli zenginleştirmek mi lazımmış?
- Diye sanmışım.
Yanılmış mısınız?
- Hayır.
AMAZON KADINLARA BAYILIYORUM
Peki, neden Amazonları sevdiğinizi anlatır mısınız, yani sizin deyiminizle hoş, agresif, harbi, cesur ve kişilikli kadınları? Genellikle erkekler korkar da böyle kadınlardan?
- Ben bayılıyorum. Amazonlar çok ilginç bir kavim. Bazı nedenlerden ötürü yalnız kalmışlar. Güçlü, başarılı, doğaya karşı direnmek için yollar geliştirmişler. Bu kadınlar da benim çok hoşuma gidiyor. Bir kere güvenilirler. Yardım eli alınabilir ve uzatılabilir, şöyle harbi bir el sıkışılabilir. Kendi öz güvenlerinden ötürü de çok çekici olurlar. İşte bundan.
Bir de şu var: Gülriz, tam kadın, diyorsunuz, nedir tam kadın?
- Eksik olmayan kadın!
Teşekkür ederim, çok açıklayıcıydı.
- Tam kadın, hem arkadaş, hem sevgili, hem ev kadını, hem müşfik, hem yırtıcı, bütün bunları kişiliğinde toplayan kadın. Amazonlar gibi.
Kadınları seviyorsunuz ama Ekşi Sözlük’e ‘Her yaştan kadın için tehlikeli bir erkek’ olarak geçmişsiniz. Bu yaman çelişkiyi açıklayabilir misiniz?
- O benim yorumum değil ki, o ekşi yorum tatlım!
Yine eşinizin söylediği gibi, hálá bütün kadınlarla yatak odası sesiyle mi konuşuyorsunuz? Hani onları etkilemek, onlar tarafından beğenilmek için...
- E tamam ne güzel anlattın işte! Ama gerçekten öyle. Bu bir zaaf, bak ben ne kadar güzel konuşuyorum, ne çekiciyim... Her zaman bir umut. Sen konuş, ya tutarsa durumu...
Gülriz Hanım da aynı şeyi yaptı, bunu Engin bilmez, bu kitapta okuyacak, dediği şeyleri yazdı. Siz evde konuşmak yerine, niye kitaplar aracılığıyla anlaşıyorsunuz? Bu iletişimsizlik mi, bir oyun mu?
- Ben başlamadım, Gülriz başladı! Şaka bir yana, iletişimsizlik diye bir şey olamaz tabii. Bir oyun diyelim.
MENDERES’E BENDEN BİR RAKI
Cevat Çapan, kız kardeşim Mine’nin kocası. İkisi, Tunç Yalman ve Maynard Morris’le birlikte evdeyiz. 25 Mayıs 1960 gecesi. İçki içiyoruz. Alacakaranlık. Adnan Menderes de o gün Park Otel’e gelmiş. Bizim balkonun karşısında, İstanbul’daki rezidansı olarak kullandığı dairesinde kalıyor. Kafayı bulduk. ‘Kahrolsun Menderes’ diye bağırarak kadehleri otele fırlattık. On dakika sonra sivil polisler kapıya dayandı tabii. Üzerim bildiri doluydu. Meşhur 555 K şifresi, ‘Beşinci ayın beşinde, saat beşte, Kızılay’da’ cümlesinin başharflerinden oluşuyordu. Hemen tuvalete gidip kağıtları ufak ufak doğrayıp çukura attım. Sarhoş sarhoş amirin karşısına çıktım. Ne göreyim? Adam bizim kapı komşusu. O da Sansaryan’a götürülen oğlunu merak ediyor. Bizi yan kapıdan bıraktı, iki gün sonra ordu yönetime el koydu.
1935 İstanbul doğumlu olan Engin Cezzar, tiyatro çalışmalarına Robert Kolej’de başlamış, Amerika’da Yale Drama School’da ve Actors Studio’da eğitim görmüş. İstanbul Şehir Tiyatroları’nda 1950’li yıllarda ‘Hamlet’ rolüyle oyunculuğa başladı. Daha sonra, Gülriz Sururi-Engin Cezzar Topluluğu’yla yıllarca oyuncu ve yönetmen olarak çalıştı. Dormen Tiyatrosu, Devekuşu Kabare, İstanbul Devlet Tiyatrosu, Antalya Devlet Tiyatrosu’nda rol aldı; oyunlar sahneledi. Danimarka Prensi Hamlet’le Sokak Kızı İrma’nın aşkı ise o yıllardan bugüne sürüyor.
VOTKA FABRİKASINDA İŞÇİYKEN NASIL AKTORS’ STUDIO’YA GİRDİ
Marlon Brando’nun ajanı Maynard Morris sahne arkasına gelip beni kutladı. Actors’ Studio’da çalışmayı düşünüp düşünmediğimi sordu. İyi de nasıl? Votka fabrikasında bir işçiyim ben. Dev bir kazan var. Onun üstüne çıkıp, ıskartaya çıkmış şişeleri tekrar kazana dolduruyorum. Bir saatten fazla çalışamıyorum çünkü sarhoş oluyorum. Bir de ızgara koymuşlar, içine düşmeyeyim diye. İyi ki koymuşlar. Ağzıma içki koymuyorum ama kafa hep iyi. Oradan üç kuruş kazanıyorum da Yale’de okuyorum... Ben nere... dünyaca ünlü, başvuran beş bin kişiden yetenek sınavıyla beş kişi kabul eden Actors’Studio nere? Ama kabul edildim.