Her masada bir öykü

Güncelleme Tarihi:

Her masada bir öykü
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 01, 1998 00:00

Haberin Devamı

Toplumsal yergi temalarını beyaz perdeye hiç kimse Ettore Scola'dan daha güzel, daha gerçekçi, daha kusursuz yansıtamaz. Ettore Scola melodramın da ustasıdır. Kameranın arkasına geçti mi şiir gibi anlatır trajikomik gerçekleri...

Güneylidir. Elbette yoksulluğu bilir. Savaş arifesinde doğmuştur. Kıtlığı yaşamıştır. Faşist rejimi tanımıştır. Savaş sonrası İtalyası'nın enkazı altında kalanlardandır. Ama yarasını ağır da olsa melankolik bir tarzda sarmasını bilmiştir. Tıpkı yaşadığı toplum gibi.

Scola'nın mesajı eserlerinin adlarından çıkar. Sıfat kullanmayı sever yönetmen. Yer ve özellik... Tek bir kelime ile anlatır.

Kadın olma özelliği. Ne güzel çizmiştir kadın portresini ‘‘Özel bir gün’’de... Faşist düzende kadın erkeğin bir ‘‘obje’’sidir. Kadın üremeye yarar, hizmet eder, cinsel dürtünün tatmin aracıdır.

Ve ideolojik anlatım... ‘‘Nasıl da Sevmiştik’’te karşımıza çıkar. O bir şarkıdır: ‘Nasıl da sevmiştik... Bir veya birkaç yıl... Sonra kopmuştuk... Nedenini şimdi hatırlamıyorum... Sonra bir gece tekrar karşılaştık. Kaderin cilvesiyle...''

Savaşta partizanlığın bir araya getirdiği üç kafadar ve aralarında daldan dala konan, artist olma düşü ile yaşayan saf bir kızın öyküsü... Siyah-beyaz geçmiş zamandaki kopuşla, renkli tekrar bir araya geliş... Yıllar sonra ‘‘Nasıl da sevmiştik’’ diyebilmek.

Sayın Scola uzun bir aradan sonra tekrar sinemaya döndünüz. Yeni filminiz ‘‘Akşam Yemeği’’ni bitirdiniz. Yeni konunuz nedir?

- Herhangi kentte bir restoran. Güneyde de olabilir kuzeyde de. Müşteriler geliyor. Gençler, sanayiciler, çiftler, arkadaşlar. Hiç kimse birbirini tanımıyor, aralarında bir bağ yok. Ama onları ideal şekilde birleştiren lokantanın sahibi ve garsonlar. Onlar müşterilerle konuşuyorlar, müşteriler garsonlarla konuşuyor, böylece her birinin öyküsü birbirine temas ediyor, çarpışıyor...

Neden akşam yemeği?

Siz filmlerinizin adlarında sıfat kullanmayı seversiniz. Niçin son filminizin adı ‘‘Akşam Yemeği’’?

- Bir restoranı seçtim mekan olarak, dolayısıyla adı ‘‘Akşam Yemeği’’ oldu. Çünkü aile içersindeki iletişimi televizyon katlediyor... Benim zamanımda öğle ve akşam yemekleri bir ailenin en önemli töresiydi. Her gün tekrarlanan bir oturumdu. Önemli kararlar alınan, yaşadıklarımızın anlatıldığı, umutlarımızın yeşerdiği, geleceğimizin tartışıldığı, programlarımızın hazırlandığı bir meclisti. Şimdilerde sadece restoranlarda bir masa etrafında oturulup konuşuluyor, tartışılıyor. İşte bu nedenle filmimin adı ‘‘Akşam Yemeği’’ oldu.

O halde bir lokanta sizin gençliğinizde kilit bir rol oynadı gibi...

- İlk kez restorana 1949 yılında gittim... O dönem çiçeği burnunda bir gazeteciydim. Stajyer türü. Yazıişleri müdürü beni yemeğe davet etti. Roma'nın en lüks restoranı 'Otello alla Concordia'ya gittik. Ben meteliksizim. Yedim, yedim... O şevkle canla başla çalıştım. Mürettiphanede, klişehanede, grafik servisinde... Karın tokluğuna çalışıyordum. Ama iyi kaliteli yemekler yiyip her gün ünlüleri tanıyordum. Ünlüler garsonlarına anlatıyorlardı. Öykülerini garsonlar sabırla dinliyorlardı. İstemeden kulak misafiri olunuyordu.

O zaman son filminizde ilham buradan mı geldi?

- Hayır... Kişileri ve o ortamı çalmadım. O atmosfere de dokunmadım. Ben sadece bugünkü toplumda insanların sorunlarını ulu orta anlatamadıklarını bunun için bir restorana gidip burada masa başında dertleştiklerini yansıttım.

Peki siz genelde restoranlara gider misiniz?

- Televizyondan fırsat buldukça... Şöyle diyelim. Eşim Gigliola ile her hafta biriktirdiğimiz sorunlarımızı, anlatımlarımızı kusmak için çarşamba günleri ‘‘Otello’’ya gideriz. Rezervasyonumuz vardır.

Bugüne kuş bakışı

Kadro her zamanki gibi çok güçlü...

- Kabarık bir kadro çünkü. Restoranda 14 masa var. Her masada bir başka öykü. Değişik tonlar... Şen masa, umutsuz masa, kederli masa, mutlu masa, sorunlu masa, güvenli masa... Aslında ülkenin bugünkü durumuna bir kuş bakışı. Her şeyi ne toz pembe görmek gerek, ne de kara bulutlar altında. Ama müşterilerin uğrak yeri bu restoran. Bir göz aşinalığı var kahramanlar arasında. Bir öğretim üyesi, bir sihirbaz, bir uyuşturucu bağımlısı. Bir öğrenci, başarısız bir aktör, bir emekli, geçkin yaşına rağmen hala tavlanmayı bekleyen ihtiraslı bir kadın. Hepsinin ayrı öyküsü var. Tabii ki restoranın patronu. Masalarla iletişimi kuran o.

En çok sevdiğiniz eseriniz hangisi? Herkesin gönlünde daha bir benimsediği, daha bir sevecenlikle baktığı yapıtı vardır.

- Tüm filmler benim evladım gibi... Birini seçmek zor. Ama C'eravamo tahti amati (Nasıl da Sevmiştik), hazırlanışı açısından diğerlerinden farklıdır. Şöyle ki önce senaryoyu tek kişi üzerine kurup etrafını görüntüleştirmek fikri basit geldi. Böylece sahayı geliştirdik... İki karakter daha koyduk. Biri proleter diğeri burjuva. Ve savaş sonrası İtalyası'nı, o süreci, farklılığı anlattık...

Ya Özel Bir Gün?

- Özel Bir Gün dev bir kadroydu... Marcello Mastroianni ve Sophia Loren. Ben savaş sırasında buluğ çağımı yaşadım. Faşizmi iliklerime kadar hissettim. Tabuların, kuralların, mantıksızlığın kurbanı sayıldım. Erkeğin kadın üzerindeki egemenliği gördüm. Kurgulu sistemin, rejimin dışına sarkanların acımasızca silindiğine tanık oldum. 'Özel Bir Gün' bu birikimin bir sonucu olarak ortaya çıktı.

1970 yılından beri film çeviriyorsunuz. İtalyan sinemasını biraz anlatır mısınız?

- İtalyan sinemasından büyük yönetmenler geçti. Saymakla bitmez ve hala kamera arkasında harikalar yaratan duayenler var. Monicelli gibi. Çok ilginç, hepsinin daha doğrusu hepimizin ortak bir noktası var. La Commedia İtaliana'yı (İtalyan komedisi) benimsemişiz. Sanki bit pazarındaki kıymetli bir malmış gibi. Fellini de, Pasolini de, Corbucci de, Monicelli de, Risi de, Comencini de, De Sica da her ortamda öncelikle İtalyan usulü komediyi düşünmüş. Ne bileyim... Aydınların kitlelerle umutsuz ilişkilerine çözümlerin hala bulunamaması. Bu ortamdaki boşluk. Partilerin bu konudaki duyarsızlığı... Bunları hicivle anlatmak İtalyan sinemasının önde gelen senaryoları hala. ‘‘Nasıl da Sevmiştik’’te bunun izleri var. Aldatılmış, yorgun ancak tekrar kazanılabilecek aydının, komünizme direnişi bunun bir örneğidir.

Umut veren festival

Siz İstanbul Film Festivali'ne de katılmıştınız.

- 1995'te İstanbul'a gittim. Bence üzerinde durulması gereken, genç, dinamik, umut veren bir festival. Yıldızı mutlak parlayacak.

'Akşam Yemeği' Venedik Film Festivali'ne yetişecek mi?

- Yoğun bir tempo ile çalışıyoruz. Montajlar devam ediyor. Zaten bu yüzden bazı festivallerden aldığım davetleri kabul edemedim. Sanıyorum film Venedik Film Festivali'ne katılacak.

Son bir soru Bay Scola... 'Akşam Yemeği' Cinecitta Stüdyoları'nda tam dokuz haftada çekildi. Tek mekan, 14 masalık bir salon ve masaların üzerindeki zengin yemeklerdi. Yemek yerken çalışmak nasıl bir his? Dilekolay tam dokuz hafta, hiç kilo alan oldu mu?

- Şunu söyleyeyim, çekimler sırasında ekibe dışarıdan ekstra kumanya gelmedi. Düzenli bir aşçı sürekli yemek yaptı sette. Bu sayede eminim birkaç kilo aldık.

Ettore Scola KİMDİR?

Güney İtalya'nın Campania bölgesindeki Trevico kasabasında doğdu. Önce gazetecilik, sonra mürettiplik yaptı. Oradan grafiker oldu. Bir ara ‘‘Marcu Aurelio’’ mizah dergisine karikatür çizdi. Sonra ortak film senaryoları yazdı.

1964'te yönetmenliğe başladı. Ancak ilk ses getiren filmi Dramma della Gelosia (Kıskançlık Dramı) oldu. 'Nasıl da Sevmiştik' ile büyük başarı kazandı. Ardından ‘‘Çirkin, kirli ve kötü’’yü çevirdi. ‘‘Özel Bir Gün’’ ile başarısını perçinledi.

‘‘Teras’’ı, melodram türü ‘‘Aşk Tutkusu’’ izledi. Tarihi masal türü ‘‘Varennes Gecesi’’ ile yeni bir tür denedi. Ardından 1983'te ‘‘Ballando Ballando’’yu (Balo) çevirdi. Komedi filmi ‘‘Maccaroni’’de ABD'yi mekan olarak seçti. ‘‘La Famiglia’’ (Aile) ‘‘Che Oree’’ (Saat kaç) ve ‘‘Kaptan Fracass'ın Gezisi’’ filmlerine imza attı.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!