Her istediğimi yaptım bedelini de ödedim

Güncelleme Tarihi:

Her istediğimi yaptım bedelini de ödedim
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 10, 2003 00:00

Cemil İpekçi'yle Bodrum'da yeni satın aldığı Mina Urgan'ın evinde dün kaldığımız yerden devam ediyoruz.Son olayları, hayatını, mesleğine ve geleceğe bakışını tam da ‘‘Cemil İpekçi gibi’’ anlatıyor. Tırnak içine aldığım ifadeyi, lütfen ‘‘adam gibi’’ olarak algılayın. Çünkü o öyle bir insan. Ve gerçekten de gözlerinin karşında direnebilmek çok zor. Beni etkilemez diyene allah kolaylık versin derim...Sizin modanızın ayırıcı özellikleri neler?- Etnik bir tasarımcıyım ben. Hiç modacı olmadım yani. Zaten ‘‘modacı’’ lafını fena buluyorum. Ne demek modacı? ‘‘Ben bu sene şunları şunları yaptım. Giyersen hoş görünürsün, aksi takdirde ayvayı yersin!’’ Yok ya? Yakışmıyorsa ne yapsın kadın! Boyu 160'sa, kilosu 90'sa. Bu modacılar insanları hasta etti. Moda denilen kavramı insanların giysilerine ve beyinlerine hükmetmek gibi algılıyorum. Allahtan kendimde böyle bir hak görmüyorum. Osmanlı'da giysi tasarımı var. Giysi bir sanat gibi. 16. yüzyılda bir elbise yapılıyor, 200 sene geçiyor torunların torunları sandıktan çıkarıp giyiyor...Bazıları kendileri için ‘‘terzi’’ diyor ya, çok hoşuma gidiyor. Hafif bir alay da var. Sezen Aksu'nun kendisine şarkıcı demesi gibi...- Evet. Ve terziler çok önemli. Doğru dürüst bir terzin yoksa berbat bir tasarımcı olursun! Kim dikecek senin o şahane tasarımlarını! Tasarımcı ve terzi eşdeğer aslında. Ama insanlar kendilerine şarkıcı yerine sanatçı demeyi, terzi yerine de modacı demeyi tercih ediyor. Çünkü diğerlerinin haysiyetini taşımayı bilmiyor. Sizin giysi tasarımcısı olmanızdaki esas saik neydi?- Annem dikiş dikmeyi çok severdi. Ama ne babası ne de kocası, terzilik yapmasına izin vermiş. Ben bu işi kurduktan sonra 20 yıl birlikte çalıştık. Ben tasarımları yapardım, o dikerdi. Bana gelince, 5 yaşında elbise yapmaya başlamışım...İnsan, cinsel tercihlerinden dolayı mı bu tür yaratıcı işlere bulaşır, bu tür yaratıcı işlerle uğraştığı için mi gay olur?- Ben de sordum bu soruyu kendime. Çünkü dünyadaki tasarımcıların çoğu kendi cinsini tercih eden insanlar. Bilmiyorum. Böyle ince, hassas şeylerle uğraşıp hart hurt bir adam olmak mümkün değil tabii. Fakat feminen görünen ama gay olmayan insanlar da var.Siz küt diye anlar mısınız? Gay olduğunu düşündüğünüz ama yanıldığınız insanlar olur mu?- Yok, hayır. Ben ağzın yalan söylediğine inanırım, ama gözler ı-ıh. Doğrudan bir erkeğin gözüne bakarım, o istediği kadar gizlemeye çalışsın, hatta kendisi bile farkında olmasın, derecesini bile anlarım! Kimler için giysi tasarlıyorsunuz?- Ben içimdeki kadını giydiriyorum. Hep söylüyorum kadınlara, zannetmeyin ki, bu koleksiyonlar size, benim meselem içimdeki kadınla. Yonca Ebuziya'yı çok beğenirim mesela. Çünkü benim çizdiğim kadınlara benzer. Aynı burun, aynı gözler, aynı boy bos. Hayalimdeki kadın kısrak gibi bir kadın. Yonca'yı bu kadar sevişim, ondan vazgeçmeyişim belki de bundan. Hepimizin içinde bir erkek ve kadın var. Siz de küçük yaştan beri giysi tasarlamış, içinizde kadınla uğraşmışsınız. Peki nasıl oluyor da İstanbul'daki pek çok kadınla ilişkiniz olmuş?- Çünkü içimdeki kadın gibi içimde bir de erkek var! Bazı sabahlar öyle tuhaf olur ki, yataktan kalkarım kendimi son derece maço hissederim. Küfürlü konuşmaya başlarım. Vuran, kıran kaba saba bir herifimdir. Ama bazı sabahlar, ipek röpdöşambrlarımı, kristal kadehlerimi isterim. Ben kendimi hiç kısıtlamadım. İçimdekiler ne zaman uyanmak istedilerse uyandılar. İkisi hoş bir şekilde birbiriyle flört ediyor. Birbirlerini kıskanıyorlar da. İlişkilerimin de zaman zaman onlar yüzünden bozulduğunu düşünüyorum. Birlikte olduğum insanı kıskanıyorlar, beni vazgeçirmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Yine de hiç şikáyet etmedim.Hüseyin Çağlayan'ı ya da Rıfat Özbek'i hiç kıskanmadınız mı? Onlar uluslararası arenada da başardılar...- Onları değil ama gençleri biraz kıskanıyorum. Çünkü daha çok vakitleri var, benimki azaldı. Tasarımlarından dolayı kimseyi kıskanmadım ben. Çünkü herkesin başarısı kendine aittir, kimse kimsenin başarısını kendi başarısı haline getiremez. Aynısını yapsa bile. Ama gittikçe bu ‘‘başarı kavramı’’ da bana manasız gelmeye başladı. O yüzden bütün ödüllerimi depoya koydum. Kimin kime ödül vermeye hakkı var? Yine de bu sene aldığım pazende dünya birinciliği hoşuma gidiyor, o henüz depoya kalkmadı!Kendinizle barışık mısınız?- Olabildiğince. Barışık kelimesinin bir ömürde söylenebileceğine inanmıyorum. 55 yıl bile ona yetmiyor.Peki kendinizi ne kadar çok seviyorsunuz?- Kendimi sadece sevmiyorum, bir de beğeniyorum. Aynaya bakıyorum bazen, ‘‘Cemilciğim, sen güzel bir adamsın’’ diyorum. Bazen de yüzümü okşuyorum: ‘‘Oh! İyi ki varsın.’’Sevgilinizi ne kadar seviyorsunuz?- Kendimden daha çok sevmiyorum tabii. Bundan 20 yıl önce olsaydı, belki. Bunu suratına da söylüyorum, ‘‘Hiçbir şey artık benden daha önemli değil, sen bile’’ diyorum. Hayatımın öyle bir dönemindeyim ki, beni üzen her türlü beraberlik, ilişki orada biter. Çünkü kaybedecek, üzülecek vaktim yok... İpekçi soyadının ağırlığının üzerinize çöktüğü oldu mu? Keşke başka bir soyadım olsa dediğiniz...- Yok, hiç olmadı. Ben zaten doğuştan İpekçi değilim. İpekçiler, benim babaannemin ailesi. Babaannemin kız kardeşinin çocuğu olmamış, babamı üstüne geçirmiş. Zaten babaannemin kız kardeşi de kendi kuzeniyle evlenmiş. Ama ben bir İpekçi gibi yetiştim. Benim büyükbabam Mahir Tokay. Saray doktoru ve Akademi'de anatomi hocasıymış. Değerli bir insan. Ben de ilk erkek torunum. Bir gece rüyama girdi: ‘‘Çok üzülüyorum, benim soyadımı taşımıyorsun’’ dedi. Sabah hemen gittim, onun adını da koydum. Artık dükkanda Cemil İpekçi Tokay yazıyor.En sevdiğiniz politikacı İsmail Cem mi?- Hiç alakası yok. Cem, bence politikacı olabilecek biri değil. O yazsın, çizsin. Çok dürüsttür. Kafası çetrefile ermez. Hepimiz aynı apartmanda doğduk, büyüdük. Benim babaannemle onun babası, kardeş çocukları. O kadar kuzen var ki bizim ailede. Hep aile içi evlenilmiş çünkü. Binlerce kuzeniz...Hakikati, insanlar senin yüzüne vurmadan, sen vur ki, onların vuracakları bir şey kalmasınSiz ailenizin, istediğini yapan, kuralları hiçe sayan isyankár çocuğu muydunuz?- İsyankár değildim ama istediklerimi yaptım. Babam tasarım okumamı istemiyordu, okudum. 19 yaşında sürme sürüp, küpe takmamı istemiyorlardı, taktım. Karşımdakilerin benim hakkımda bir karar vermelerini engelledim. Rahmetli Zeki Bey'in (Müren) bana bir takım öğütleri olmuştur ki, hayatıma yön verdi onlar...Neler mesela?- 20 yaşındayım. Belçika'da talebeyim. Saçlarım omuzlarımdan aşağıya dökülüyor, sürmeler çekiyorum, mantarlı ayakkabılar giyiyorum. Türkiye'ye gelmişim, ailecek Tarabya Oteli'nde tatil yapıyoruz. Bir mecmuada hakkımda bir haber çıkmış: ‘‘İpekçilerin oğlu cemiyet dışı bir hayat sergiliyor.’’ Lobide nasıl ağlamaya başladım. O sırada Zeki Bey girdi otelden içeri. ‘‘Niye ağlıyorsun Ceylan?’ Bana hiç Cemil demezdi. ‘‘Bakın neler yazmışlar hakkımda?’’ dedim. Okudu dedi ki, ‘‘Bir gün sen çok meşhur olacaksın. Hiç aldırma bunlara. Ama şunu unutma: Hakikati, insanlar senin yüzüne vurmadan, sen vur ki, onların vuracakları bir şey kalmasın!’’Ve bu sizin hayatınızın felsefesi oldu...- Elbette! Sonra bir keresinde, 35 yaşındaydım o zamanlar, acayip áşığım, 24 yaşında bir sevgilim var. Bu yaş farkı meselesini dert ediniyorum, beni terk edecek diye korkuyorum. Kavga etmişiz. Bodrum'da sahilde ağlıyorum. Zeki Bey, yine ‘‘Nen var Ceylan?’’ dedi. Anlattım. ‘‘Üzüldüğün şeye bak’’ dedi, ‘‘Bir gün sana gelmeseler bile şöhretine gelecekler!’’ Yıllar geçti, çizgilerim oluşmaya başladı. Ama bakanım çoğaldı! Haklıydı Zeki Bey. Hayata cesur başlayacaksın. Ve cesur yaşayacaksın. Ama her şeyin bedelini ödemeye de hazır olacaksın. Ben hiç tereddütsüz güzel bir hayat yaşadım diyebiliyorum. İstediğim her şeyi yaptım ama bedelini ödedim. Hayata borcum yok yani!Gazetecilikte bazı şeyler espriyle yapıldığında bayılıyorum. ‘‘Yumuşaklar’’ diye bir sayfa yapmışlardı. Pek çok isim sıralamışlar, benimki de var. Hiç rahatsız olmadım. Sonra bir bakkala girdim, kasanın arkasında küçük bir çocuk var. Hesabın üstünü verirken ‘‘Vernelleyin yumuşacık olsun...’’ diye bana bakarak şarkı söylüyor. Gülmem tuttu. Hoştu. Bugüne kadar ‘‘yumuşak modacı’’ dediler, ‘‘zararsız modacı’’ dediler, ‘‘zararsız erkek’’ dediler, güldüm geçtim. Fakat Şok Gazetesi'nin attığı ‘‘İpekçi, sevgilisiyle evlendi. AB'ye tersten girdik’’ başlığı son derece pespaye. Haber yalan. Başlık düzeysiz...Bundan sonra her sene defile yok. Bir sene yaparım da, beş sene yapmam. Bir resim sergisi açabilirim. Yazı yazabilirim. Aralıkta Hindistan'a gideceğim, 3 ay kalacağım. 6 ay Bodrum'da yaşayabilirim. Artık bu aptal yarışın içinde olmak istemiyorum. Ben istediğim şeyleri hayata geçirdim, tamam bu kadar. 70 yaşında kafamda tek kıl kalmışken tayyör ya da döpiyes dikecek olan bir Cemil'in hayali beni korkutuyor. Elimdeki iğneyi titreyerek koyarken, ‘‘Hanımefendi bu gece çok şık olacaksınız!’’ mı diyeceğim? Bir de zaten müşteri değişti. Elbise, tasarım olduğu sürece güzel. Ama elbise sana kimlik verdirmeye çalışıyorsa felaket. Sana şahsiyet ve kimlik veremem ben. Şahsiyetsizsen ben ne yapayım! Artık sadece şahsiyetli insanlara dikmek istiyorum...
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!