Oluşturulma Tarihi: Aralık 13, 2003 00:00
Yemin ediyorum. Bu, Orhan Pamuk'la yeni kitabı üzerine yapılan ilk söyleşi. Hürriyet Pazar'ın bir ilk'e daha attığı 1000. imza belki. Ne var ki, nasıl kitapların korsanı çıkıyorsa, bu defa da röportajların korsanı çıktı! Yayınevinden, kitabın müsveddelerini ele geçirenler, ‘‘Orhan Pamuk'un ilk'leri: sertleşmeleri, aşkları’’ diye yayınlar yaptılar. Ama sadece kitap alıntıları. Kahramanla konuşanı yok! Bu röportajın kıymetini bilesiniz diye anlatıyorum bütün bunları. Ama alelacele yapıldıkları için de bir şeye benzemedi. Derli toplu fikir veremedi. Olayın aslı şu: Orhan Pamuk, bu defa farklı bir kitap yazdı. Kitabın kahramanı kendisi. Ama kitabın içinde aslında iki kitap gizli. Biri 21 yaşına kadar Orhan Pamuk ve ailesinin tarihi, diğeri İstanbul tarihi. Çok şey öğreniyorsunuz İstanbul hakkında. Kültürel olarak, sosyolojik olarak, tarihi olarak, sanatsal olarak. Ama yanlış anlamayın hiç sıkıcı değil. İstanbul'a değmiş, yerli ya da yabancı bir sürü adam hakkında ukalalık edebilirsiniz bu kitabı okuduktan sonra. Tanpınar, Yahya Kemal, Flaubert, Melling vesaire vesarie. ‘‘Vay be! Şu şehre bak!’’ dedirtiyor romanın ikinci kahramanı İstanbul insana. Birincisi ise Orhan Pamuk. Şaşıracaksınız. Hatta küçük dilinizi yutacaksınız. Çünkü acayip itiraf var. Kendisi hakkında, annesi, babası, abisi hakkında. Bir romancının aklı ve bir çocuğun gözüyle bir ailenin pek çok sırrını ifşa ediyor. Her babayiğidin harcı değil. Sadece yetenek değil, yürek ve cesaret de ister. Ve Orhan Pamuk, kitabı inanılmaz başarılı formüle etmiş. Tam Tanpınar bilgilerinden sıkılmaya başlarken, kitabı ithaf ettiği babasının annesiyle kavgalarını anlatmaya başlıyor. Yazar, kendi ‘‘zengin’’ ve kalabalık ailesinin de aynen İstanbul gibi, zaman içinde ‘‘fakirleşmesini’’ ‘‘dağılmasını’’ anlatıyor. Şehrin ve kendisinin gizli hüznünü, gerekçeleriyle birlikte bir insan bu kadar güzel aktarabilir. Biz İstanbul'u onun gibi algılamayabiliriz ama bu kitabı okumak zorundayız. Çünkü hepimiz bu şehrin kaderini paylaşıyoruz...SENİ YİYECEĞİM LAFI BENİ TAHRİK EDERCinselliğin ilk keşfi sırasında ‘‘sertleşme anılarınızı’’ nasıl bu kadar net, hangi resme bakarak, ağzınızdan hangi sözcüklerin çıktığını söyleyerek, bütün ayrıntılarıyla hatırlayabiliyorsunuz?- Ama bunlar unutulmayacak anılar! Eğer şunu soruyorsanız, ‘‘5 yaşını nasıl bu kadar net hatırlıyorsun kardeşim?’’ Hatırlıyorum. Dakika dakika değil belki ama bir otobiyografide yazacak kadar net hatırlıyorum.İyi de bakkal defterine yazar gibi net: Birinci sertleşme bir Kızılderili fotoğrafına bakarken. İkincisi ayınıza ‘‘Seni yiyeceğim’’ derken, üçüncüsü dadınız sizi küvette yıkarken. Tüm bunları mühendis gibi anlattığınızı düşünmüyor musunuz!- Hayır. Hiçbir şeyi mühendis gibi anlatmadım.Bu ‘‘sertleşme anıları’’nın bu kitap içinde bir matematiği var sanki. Bir tutam da seks olsun gibi! Bunun, abinizde eleştirdiğiniz matematik mantığından farkı ne?- Bir tutam da seks olsun diye hiçbir şeyi yazmadım. Bir tutam şefkat, bir tutam
yemek tarifi olsun diye de yazmadım. Kitabıma kahramanın dünyasını kurmak için gerekli olan her ÅŸeyi koydum sadece.‘‘Seni yiyeceÄŸim!’’ sizin için hálá bir ÅŸey ifade ediyor mu? - Evet beni hálá tahrik eder!Bu kitap, bugüne kadar yazdığınız en açık, en korunmasız kitap. Korkmuyor musunuz?- Korkuyorum ama bu bir otobiyografi. Neyse ki, ‘‘edebi’’ bir ünüm var benim! Bu da bir çeÅŸit rahatlık veriyor. Edebiyat, beni korur diye düşünüyorum.Edebi ününüze raÄŸmen, açalım ÅŸu korku meselesini: Okurdan korkmuyor musunuz? Yanlış yargılanmaktan, hasta, sapık ve manyak gibi algılanmaktan...- Kahraman belki okurun ‘‘tuhaf’’ bulacağı bazı özelliklere sahip ama okurun saygı duyabileceÄŸi çok ciddi ÅŸeyler de anlatıyor. Aynı zamanda Ä°stanbul hakkında yazılmış son derece alimane bir kitap bu. Gizli bir denge var yani. Okurdan korkmuyorum....Peki ailenizden korkmuyor musunuz? Sizi defterden silmelerinden, ‘‘OÄŸlumuz bize bu kazığı da attı!’’ demelerinden. BaÅŸardığınızı anlatarak intikam almışsınız sanki onlardan.- Yok hayır, intikamlık hiçbir ÅŸey yok. Anneme son derece ÅŸefkatli davrandım. Kendi hikayemi ve çocukluÄŸumu anlattığım kısımlar sevgiyle ve kalpten yazılmıştır.Ä°yi de onun kendini savunabilme ‘‘O öyle deÄŸildi böyleydi’’ diye yazabilme ÅŸansı yok!- Yazar olmak budur! BaÅŸkalarının yazma ÅŸansı yoktur. Ve insanların kendileri hakkındaki düşünceleri, yazarların onların hakkındaki fikirleriyle örtüşmez. O zaman da rahatsız olurlar. Ama ne romanda ne otobiyografide gerçekliÄŸi olduÄŸu gibi vermenin imkanı yoktur. Dürüst ve içten yazmışsanız, bir çocuÄŸun bakış açısıyla, romancının aklını birleÅŸtirmiÅŸseniz, kimseyi, annenizi bile memnun edemezsiniz. Ne var ki, yazarlık baÅŸkalarını memnun etme iÅŸi deÄŸildir. Yazarlık, kendinizi memnun etme iÅŸi de deÄŸildir. Yazıyı memnun etme iÅŸidir...Abinize uygun gördüğünüz karaktere gelince, sıkıcı, matematikçi, hesap kitap adamı ve dayakçı! Bu kitaptan sonra da sizi dövebilir. Ondan son bir dayak yemekten korkmuyor musunuz!- Abim, elbette ki benim abim. Kafamın ve ruhumun oluÅŸmasında bazı noktalarda belki de ailemdeki herkesten çok etkili olmuÅŸtur. Ona saygı duyarım ve deÄŸer veririm. Tekrar ediyorum, tıpkı annemle ilgili kısımlarda olduÄŸu gibi, abimle ilgili de kahramanın dünyasına uygun ‘‘itiraf’’lar yaptım.Dövmez yani sizi...- Böyle bir ÅŸey konusu deÄŸil. Yani dövmez umarım! Umarım kimse dövmez!Babanıza neden iltimas geçtiniz? Bir kere kitap ona ithaf. Anneniz, hep kederli, hayal kırıklığına uÄŸramış, bekleyen biri. Oysa babanız, neÅŸeli, çocuksu, sevimli, zekasından ve talihinden memnun, uçaklara binip uzaklara giden...- Kitabı yazmaya baÅŸladığımda babam öldü. Onu kaybetmiÅŸ olmam, bu kitabı yazmak için bana ruhsal bir enerji verdi. Ama ne kimseye torpil ne de haksızlık yaptım. Kitabın iç ahenginin gerektirdiÄŸi duygusallık, ÅŸeffaflık ve dürüstlük var. Onu sizden yazı istiyor. Ben de buna baÄŸlı kalıyorum. Ancak kitap bittikten sonra ‘‘Acaba ne derler?’’ diye düşünüyorum. Ama o yazdığım bölümler o kadar içten anlatılmış oluyor ki, iÅŸimin yazdıklarımı deÄŸiÅŸtirmek deÄŸil, ÅŸimdi yaptığım gibi kitabımı savunmak olduÄŸuna bir kere daha emin oluyorum.Aile tarihini anlatan romancı taraf tutmuÅŸ olamaz yani!- Mesele, taraf tutmak, ÅŸu veya bunu kayırmak ya da öfkeyi dile getirmek deÄŸil. Anlattığınız ÅŸeyin edebi olması. Ben 30 yıldır yazıyorum ve benim için bir kitabın güzelliÄŸi, iç tutarlığı baÅŸkalarının kızgınlığından o kadar daha önemli ki...Babanızın gizli sevgilileri konusunda neden annenizin tarafını tutmadığınızı sorabilir miyim?- Böyle bir ÅŸey yok. Her çocuk babasının gizli sevgilisinin olduÄŸunu kaç yaşında öğrenirse öğrensin -ki ben geç öğrendim- çok üzülür. Ä°ÅŸin özü budur.Babanızın Mecidiyeköy'deki gizli evini keÅŸfeden anneniz, evde giydiÄŸi pijamanın aynısını, hatta briç kitaplarını orada da gördüğünü anlatıyor...- Tekrar ediyorum, benim için önemli olan açık ve dürüstçe kitapta anlattığım, yazdıkça da benden uzaklaÅŸtığını hissettiÄŸim karakterin tutarlılığını korumaktır.Edebiyat her ÅŸeyden önemli yani...- BaÅŸkalarına göre bu büyük bir suç olabilir ama benim için bir erdemdir! Övünülecek bir ÅŸeydir. Bir de eÄŸer bir deÄŸerlendirme yapılmak isteniyorsa, böyle bir eve sahip olmak bir çocuÄŸun gözünden suçtur. Kayırma filan yok yani. Babam hakkında da olumlu olmayan bir ÅŸey söylüyorum. Adam bunu yapmış ben de bunu yazdım. Bilmem anlatabiliyor muyum?Sizin ‘‘iç yolculuklar’’a meraklı olmanızın sebebi, babanızın ‘‘dış yolculuklar’’a meraklı olması mı?- Bilemiyorum. Simetriler hayatta, kitapta olduÄŸundan daha karmaşık. Kurgu burada geliyor. Öz yaÅŸam öyküsünü romana benzeten ÅŸey de bu: Her ÅŸeyi anlatamıyorsunuz. Çünkü hayat, kitaplardan daha karmaşık. Ama bir kitabın yarıştığı ÅŸey, hayatın kendisini deÄŸil, daha önce baÅŸkalarının yazdığı kitaplar. Ben de onlarla yargılanmak isterim. Türk edebiyatının bir parçasıyım. Aile hakkındaki yargılarını baÅŸkaları benim kadar açık söyleyebildi mi?Babanız da siz de bir ‘‘yok olma oyunu’’ içindesiniz. Biriniz sanal, diÄŸeri reel. Demek ki onu onaylıyor ve tekrarlıyorsunuz...- Tekrarlamak asla onaylamak anlamına gelmez. Onaylamadığımız ÅŸeyleri de tekrarlarız. Kitabımdaki gizli trajedi, yakınımda gördüğüm insanların beÄŸenmediÄŸim özelliklerinin o ya da bu ÅŸekilde bana geçmiÅŸ olması ya da onların tam tersi özelliklere sahip olmam...Babanızla evin içinde ‘‘ikinci dünyaya kaçmak’’ diye geliÅŸtirdiÄŸiniz bir oyun var. Nedir bu? Erkek anlaÅŸması mı, hayalciler anlaÅŸması mı?- Hayal kurmanın sadece bana özgü bir ‘‘sapıklık’’ olduÄŸunu sandığım çocukluk günlerimde, babamın da aynı ÅŸeyi yaptığına iliÅŸkin bir iyimserliÄŸim var. Babam daha olumlayıcı ve annem gibi sorumluluk da almadığı için ‘‘Çocuktur ne yapsa yeridir!’’ diyen biriydi. Çocuklardan zevk alan biriydi. Ama bir aileyi sürdürebilmek için sorumluluk alan, kaÅŸlarını çatan bir anne gerekiyor, benim annem gibi...YETENEK DÄ°YE BÄ°R ÅžEY YOK 50 küsur yıllık yaÅŸamınızda kendinizden çok mu sıkıldınız? Neden ‘‘öteki Orhan’’ı icat ettiniz?- Bugün adlandırdığım ismiyle öteki Orhan fikri, benimle her zaman vardı. Kendimi bildim bileli. Yani tıpatıp bana benzeyen ama baÅŸka bir ailenin çocuÄŸu olarak, baÅŸka bir evde ama yine bu ÅŸehirde yaÅŸayan bir Orhan... Hayatınızdan memnun olsaydınız, onu icat etmeye ihtiyaç duyar mıydınız?- Hayatımdan hiçbir zaman memnun olmadım ki! Tam da bu yüzden yaÅŸamaktan memnun olduÄŸum bir hayata sahip oldum...Peki bu öteki Orhan, sizin olmak istediÄŸiniz Orhan mı? Kabuslarınızda onunla baÅŸka bir evde karşılaşırken görüyorsunuz kendinizi. Sessizce birbirinize bakıyorsunuz. Neden?- Nedenini bilsek kabusları görmeyiz ki! Yani bu sorunun cevabını bilmiyorum. Ama pek çok çocuk, benim gibi baÅŸka bir cemaate, aileye, anneye, babaya ait olmak istediÄŸini düşünür.Öteki Orhan'ı sizin ÅŸizoid parçalanmanızın kanıtı olarak deÄŸerlendirebilir miyiz? Yoksa, bir yazarın eserini ilginç kılmak için uydurduÄŸu bir karakter mi?- Ne o ne öbürü. Kitaptaki anlattığım bütün bu hayaller, fanteziler kurgusal kiÅŸilikler, benim hayatı kendime kolaylaÅŸtırmak, mutlu olmak için icat ettiÄŸim son derece kırılgan, narin ÅŸeyler. Sizin insan olarak en önemli özelliÄŸiniz hayal gücünüz mü? ‘‘Bu ülkedeki hayal gücü en zengin üç insandan biri benim’’ diyor musunuz?- Hayal gücümün ‘‘kuvvetli’’ olduÄŸu hep söylenmiÅŸtir. Bu da bana cesaret vermiÅŸtir. Bu kitabın alttan alta yapmaya çalıştığı ÅŸeylerden biri de ÅŸu: Her insana çevresi tarafından bir ÅŸeyler dayatılır. Ve insan sonunda bir yere doÄŸru kaçar, onaylanır ya da onaylanmaz. Bütün ailemin matematikçi ve akılcı olmasından dolayı kaçabileceÄŸim tek yer hayal dünyası idi. Bir gün resim yapıp gösterdim belki de berbat bir resimdi ama annem ve babam ‘‘Aman ne güzel bir resim!’’ dediler. Orada bir meÅŸruiyet gördüm, sanatçı olabileceÄŸimi düşündüm ve kaçtım. YeteneÄŸim var mıydı yok muydu bilmiyorum ama aslında bu kitapta ben ‘‘Yetenek diye bir ÅŸey yok!’’ demek istiyorum. Hayal gücü en güçlü üç insan meselesine gelince kimseyle yarışmak istemiyorum. Kitabım, çocukluÄŸumda abimle yeterince yarıştığımı gösteriyor, bu yeter.Hayatınız boyunca en çok rekabet ettiÄŸiniz erkek o muydu?- Tabii ki. Ama 18 yaşından sonra bu benim farkında olduÄŸum, hafif utandığım, düzeltmek istediÄŸim bir yarışmacılık ruhu yarattı. Åžimdi kaybedeceÄŸim zaman ‘‘Yarışma kötü’’ diyorum, kazandığım zamansa ‘‘Yarışma iyi’’ diyorum!O KADAR SALLAMA AYAÄžINI BAÅžIM DÖNÃœYORHayalinizde kedilere tekme atıyorsunuz ama gerçek hayatta onları ÅŸefkatle okÅŸuyorsunuz. Peki hangi hayalin uygun, hangisinin uygunsuz olduÄŸunu hangi kriterlere göre belirliyorsunuz?- Bilmiyorum. Bazen hayalinizdeki ÅŸeylerle evin içindeki atmosfer uyuÅŸmuyor. O zaman hayal, içinizde bir suç olarak büyümeye baÅŸlıyor. Onu meÅŸrulaÅŸtıracak ÅŸeyler arıyorsunuz. Peki hayalinizde öldürdüğünüz insanlardan neden özür diliyorsunuz? - O, kitabın kendi içindeki bir ÅŸakacık. Onlardan aslında özür filan da dilemiyorum çünkü onların hiçbir ÅŸeyden haberi yok! Görüntünüzde spastik bir yan var, bu, ayaklarınızı sallama tikiyle örtüşen bir ÅŸey mi? Hálá konuÅŸurken ya da hayal kurarken ayaklarınızı sallıyor musunuz?- Bir ÅŸeyler yapıyorumdur. Ama küçükken sürekli ‘‘O kadar sallama ayağını evladım benim başım dönüyor!’’ derdi babaannem. Ben o sırada kendimi bir hayale kaptırmış olurdum. Askerlikte de yapardım bunu. Ama artık bunlara kimse iliÅŸmiyor çünkü bütün bunları kimsenin görmeyeceÄŸi bir iÅŸ edindim kendime: Günde 12 saat evimde tek başıma yazı yazıyorum!Mutlu hayalciyle, mutsuz ÅŸizofren arasındaki farkı birkaç cümleyle özetleyebilir misiniz?- Mutlu hayalci, sıkıldığı zaman hayal kuran, sonra saÄŸlam bir ÅŸekilde ayaklarını yere basan ve ‘‘gerçek dünya’’ya dönebilen kiÅŸidir. Mutsuz ÅŸizofren ise dönemez. Hayal ettiÄŸiyle gerçek dünyayı karıştırır. Ben kendimin mutlu hayalci olduÄŸunu hayal ediyorum!Peki mutsuz ÅŸizofren olmadığınızı bize nasıl kanıtlarsınız!- Valla isterseniz, ‘‘Mutsuz ÅŸizofrensin!’’ deyin. Hiçbir ÅŸeyi kanıtlama ihtiyacı duymuyorum. Kitap yazıyorum ben. Röportajlarda iyi insan olduÄŸumu savunma ihtiyacı hissetmiyorum.Â
button