Nehirleri, dağları, bitkileri, toprağı yerinde öğretirdi. Hayata bakışlarını, hatta bizzat hayatlarını değiştirdiği öğrencileri ne öğrendiklerini unuttu ne de onu. Hálá her Öğretmenler Günü’nde Yalova’daki evi çiçek bahçesine dönüyor.
Çocukluğunda karar vermişti biyoloji öğretmeni olmaya. İstanbul’da doğmuş ama subay olan babası Ruhi Çağatay’ın tayinleri nedeniyle Anadolu’da görmediği yer kalmamıştı. Bir gün annesi Naciye Hanım onu karşısına aldı ‘Bak kızım’ dedi, ‘biyoloji öğretmeni olup araştırma yapmak istiyorsun ama farz et ki Anadolu’nun bir köyüne tayin edildin, oralarda mikroskop bile bulamayacaksın.’
Düşündü küçük Mesude. Biyolojiden vazgeçip coğrafyaya merak saldı. Salonun ortasına uzanıp, atlasta parmağıyla dağlar, nehirler, kıtalar arasında yolculuklara çıkmaya başladı. İki ayrı diyardan gelip Anadolu’da buluşan ailesinin serüvenini haritalar üzerinde öğrendi. Kökleri Kırım Hanlarına uzanan babası Köstence, annesi ise Batum’da doğmuştu. Kafkas Cephesine gönderilen babası ardından Kurtuluş Savaşı’na katılmış, sonra istihkam subayı olarak görevine devam etmişti. Çağatay soyadını alan ailenin, dört çocukları oldu. Tuğgeneralliğe kadar yükselen, Menderes Hükümeti’nce emekliye sevk edilen Ruhi Çağatay, tüm çocuklarını okuttu. Oğlu Rahmi diş hekimi, kızı Mesude öğretmen, ikizlerinden Ayten doktor oldu. Gülten kız enstitüsünü bitirdi.
DAĞBAŞINDA YOLLARI KESİLDİ
Babası Diyarbakır’dan Erzurum’a tayin edildiğinde o, beş yaşındaydı. Eşyalarını yükledikleri cemsenin yolunu dağda eşkıya kesti. ‘Babam durdurulup soyulan araçları uzaktan görmüştü. Sivil kıyafetiyle araçtan indi, elini kaldırıp durun işareti yaptı. Bu millet düşmana boyun eğmedi, memleketi sizin gibi birkaç şakiye mi bırakacak, dedi.’ Neye uğradıklarını şaşıran silahlı soyguncular, bu yalnız adamın indiği aracın askeri cemse olduğunu görünce işin rengini anlayıp hiç seslerini çıkarmadan dağa çekilecekti. Birkaç gün sonra çatışmada öldürüldüler, cesetleri üç gün Erzurum’un Cumhuriyet Meydanı’nında teşhir edildi. ‘Geçen gün komşularımla hırsızlık ve kapkaç olaylarını konuşurken birden aklıma Erzurum yolculuğu geldi. İstanbul’un sokakları bile şimdi karanlığa bürünmüş. Şehirlerde güvenlik yok. Belediye başkanları, valiler bilmeli ki, kötüler karanlıkta konaklar. Kapkaç kurbanı olsam, ilk onlardan davacı olurum...’
ÖĞRENCİLERİ ONA AŞIKTI
Mesude Öğretmen, ilk ve orta eğitimini Anadolu kentlerinde tamamladıktan sonra Kandilli Kız Lisesi’ne yatılı girdi. İstanbul Üniversitesi’nde coğrafya okuduktan sonra Konya’da göreve başladı. Yarım dönem sonra tayini Erzincan’a çıktı. Önce güzelliği yayıldı kulaktan kulağa. Cennet Öğretmen adını taktılar ona. ‘İstanbullu öğretmen fazla dayanamaz, gider’ diyorlardı. Yanıldılar.
Aydın Doğan ve ağabeyi Hüsrev Doğan öğrencileri arasındaydı. Emin Karaca’nın ‘Plazaların Efendisi’ kitabında Aydın Doğan lise öğretmeninin gözalıcı güzelliğinden bahsediyor: ‘Çarşıya çıktığı zaman esnaf dükkanların önüne dizilir, Cennet Hanım çarşıya çıktı, derlerdi. Beni çok severdi. Çok değerli bir hocamdı. Ben de onu çok severim, Yalova Lisesi’nden emekli oldu. Halen görüşürüm.’
Mesude Öğretmen’i farklı kılan en önemli özelliklerinden biri eğitim anlayışıydı. Coğrafyayı haritadan anlatmakla yetinmezdi. Bahar gelip doğa canlanınca öğrencilerini bir kamyon ya da otobüse yükler gezilere götürürdü. Rize, Kars, Erzurum, Trabzon, Malatya... Yola çıkmadan gidecekleri kentlerdeki yatılı bölge okullarını arar, kalacak yer bulurdu. Birlikte nice nehir, vadi, plato aştılar, haritada işaretledikleri yerlerde durdular. Anlatmaya başlardı Mesude Öğretmen: ‘Burası Yeşilirmak. Şu gördüğünüz yabani çiçeğin adı çiğdem. Yandaki kayanın ismi granit...’
Uygulamalı dersin önemine inanıyordu: ‘Öğrencilerim hiç unutmazdı anlattıklarımı. Yıldırım Akbulut, halen ezberinden okur söylediklerimi. Uçsuz bucaksız toprakların ortasında büyüyen çocuklar denizi çok merak ederlerdi. Denizi onlara ilk gösteren hocalarını unutmaları mümkün mü?’
EŞİ TİYATRO YAZARI
Mesude Öğretmen, 1956’da, kendisi gibi asker çocuğu olan Sabahattin Engin’le evlendi. Mesude Öğretmen’den sekiz yaş büyük olan Engin çalışma ve ziraat bakanlıklarında müfettişlik yapıyordu. Erzincan’a gelip giderken ona uğrardı mutlaka. Birbirlerine aşık oldular, birlikte yuva kurdular.
Sabahattin Engin, İstanbul Üniversitesi’nde hukuk, Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde felsefe okumuştu, tiyatroya meraklıydı. Yazdığı 30 oyun, sekiz kitapta yayımlandı. ‘Suçlu’, Ankara Devlet Tiyatrosu’nda, ‘Kocadağlar Ağası’ İstanbul Şehir Tiyatroları’nda sahnelendi. 14 eseri de TRT Radyosu’nda ‘Arkası Yarın’larda yayımlandı. Geçen yıl eserleri Kocaeli Üniversitesi’nde bir doktora tezine konu oldu.
UĞUR MUMCU SORU SORARDI
1956’da Ankara Deneme Lisesi’nde Türkiye’nin en seçkin eğitimcileri toplanırken, Mesude Öğretmen’i de hatırladılar. Bu okulda bir yandan ders verdi, bir yandan İngilizce’yi öğrendi. Öğrencilerinin çoğunu hatırlıyor. Uğur Mumcu bunlardan biri: ‘Çok heyecanlı, son derece zeki, hassas bir çocuktu. Ateşli konuşurdu. Çok sorar, soruları daima samimi olurdu. Soran öğrencileri sevdiğim için bıkmadan, usanmadan yanıt verirdim. Arkadaşları arasında adı ‘aşırı solcu’ya çıkmıştı. Başına bir şeylerin geleceğini düşünürdüm. Korktuğum oldu. O, sadece o güzel sorular yüzünden vahşice öldürüldü. Çok üzüldüm. Günlerce
yemek yiyemedim. Onu çok özlüyorum...’
Ahmet Kurtcebe Alptemuçin, Yıldırım Akbulut, Murat Başesgioğlu, Taner Berksoy, Güneri Cıvaoğlu, İzzet Öz, Kenan Onuk, Vecdi Gönül, Ali Coşkun ve Yaşar Okuyan da yıllar içinde öğrencisi oldu.
1972’de Ankara’nın kirli havasından kaçıp eşiyle Yalova’ya taşındı. Yalova Lisesi’nden 1992’de emekli oldu. Yolu Yalova’dan geçen eski öğrencileri hálá ziyaretine geliyor. Duvarlarda eski zaman resimleri, iki kişilik küçük, güzel, sevgi dolu bir yuva. Görevini yapmış iki güzel insan...
YILDIRIM AKBULUT NASIL MEZUN OLDU?
Yıldırım Akbulut, başbakanken öğretmenini ziyaret etmiş, ‘Eğer o olmasaydı, liseyi bitiremezdim’ demişti. Akbulut ve iki arkadaşı lise ikinci sınıfta derslerden korkmuş, okula uğramaz olmuştu. Sabah evden çıkıyor, bütün günü kahvede geçirip, akşam eve dönüyorlardı. Mesude Öğretmen, bir sabah kaçakları okula çağırdı. Boş bir sınıfa soktu, ellerine kitabı verdi, bir bakraç su koydu, kapıyı kilitledi. Akşam sınav yaptı. Ertesi gün diğer dersler için aynı yöntemi izledi. Böylece Akbulut okulu bitirdi.
50 YILDA NE KADAR MEDENİLEŞTİK?Mesude Öğretmen, tarihin muammalarla dolu olduğuna inanıyor. Yarım asır önce Erzincan’da çekilmiş fotoğraflarını gösterirken ‘Bakın’ diyor, ‘bu kıyafetlerle dolaşırdık şehirde. Bisikletlerimize binip köylere giderdik. Ne laf atan ne de kem gözle bakan vardı. Anadolu çok yoksuldu. Ama şehirlerdekiler eski bile olsa ütülü, tertemiz giyinir, kravat takardı. Köylerde kaç-göç yoktu. Erzincan’da papyon takanlar bile vardı.’ Bugün, 50 yıl önceki kıyafetleriyle aynı köylere gitmenin imkansızlığını belirtiyor. ‘Şimdi daha zenginiz. Herkesin hususi otomobili var. Dünya küçüldü. Peki, medenileştik mi? Bana göre hayır, tam aksine geriye gittik. Bu gerilemenin nasıl gerçekleştiğini anlamakta zorluk çekiyorum. Sanki eski insanlar beyaz atlara binip gitmiş, yerine başkaları gelmiş...’