Güncelleme Tarihi:
Galeri sahibi Kerimcan Güleryüz
Risk alıp başkaldıran sanatçıları seçtik
Neden bu serinin adı ‘Başıbozuk’? Nasıl bir mesaj kaygısı var bu başlıkta?
- Başıbozuk daha sonra uluslararası sahneye de çıkacak olan bir sergi serisi. Osmanlı İmparatorluğu’nun askeri örgütlenmesinde 17. ve 19. yüzyıllar arasında yer alan, resmi bir kimliği, rütbesi, üniforması, silahı ve maaşı olmayan, savaşlarda düşmanı şaşırtmak için öncü olarak gönderilen, kazançlarını da yağmadan sağlayan birliklere verilen isim bu. Tarihsel kavramı çağdaş kültürde insanlık durumlarının hicvi için bir referans olarak düşündük. Sergilerde doğrudan bir mesaj verme kaygımız yok. Sadece The Empire Project’in imparatorluk mirasının farkında olarak çağdaş sanatta sunduğu kültürel bilinci zaman zaman belirli kavramsal çerçevelere oturtma amacımız var. Burada da aslında bağımsız ve başına buyruk olan ama belirli bir stratejiyle hareket eden bir tarihsel kurumu referans alıp geleceğe dönük çalışmaları sunuyoruz. Çağdaş sanatta mesajdan çok düşündürmek, soru sormak, keşif yolculuğuna götürmek, bazen de şaşırtmak, sarsmak gibi etkiler söz konusu.
Bu serideki sanatçıları hangi kriterlere göre seçiyorsunuz?
- C. M. Kösemen, Deniz Üster ve Yuşa Yalçıntaş’ı yaptıkları çalışmalarda risk almaları, başkaldıran tutumları, keşif ve arayış içindeki maceraperest nitelikleri sebebiyle seçtik. Ayrıca her biri, Türkiye’de heyecan verici genç sanatçılar içinde yükselen isimler. Daha sonraki sergilerde seçeceğimiz sanatçılarla ilgili kriterler de benzer olacak.
Sizce her biri bu sergide buluştuğunda işlerinde nasıl bir bütünlük sağladılar ve ortaya nasıl bir anlam çıktı?
- Sergi, C.M. Kösemen’in hayal dünyasında oluşturduğu yaratıklar aracılığıyla varoluşçu sorgulamalarını, Deniz Üster’in şaman figürüyle doğa güçlerini ve yaşam döngüsünü tarihsellikten ve mekândan bağımsız bir boyutta sunuşunu, Yuşa Yalçıntaş’ın bilinçaltındaki id ve süper ego çatışmasını çocukların gerçek yaşam simülasyonu olan oyunlar ve müsamereler üzerinden anlatmasını; düzen içinde yer alan düzen dışı asilerden aldığımız ‘başıbozuk’luk kavramı çerçevesinde bir araya getiriyor.
Deniz Üster (32)
Şamanvari bir karakterin öyküsü
Çağdaş sanat öyle bir şey ki, ‘öteki’ olan her şeyi ‘bizden’ yapma yeteneğine ve çoğunlukla da eğilimine sahip. Uyumsuzluk, dolayısıyla başkalık ve farklılığın, hepimizin tutkusu olduğu bir zaman dilimindeyiz. Dolayısıyla projenin ismini duyduğumda bana yakıştırılan tabirden dolayı gururum okşandı, gerçekten mutlu oldum.
Sergideki video işim ‘69’, yumurta yıkayan bir kuluçka makinesiyle yalnız başına yaşayan şamanvari bir karakterin öyküsü. Ancak bu şamanın geleneksellik algısı bildiğimizden farklı. Doğa ve endüstri bu dünyada birbirine eklemlenmiş durumda ve şaman bu iki zıt dünya arasında yumurtladığı özel yumurtalar yoluyla aracılık yapıyor. Emek ve işgücü, ritüel ve folklor, her zaman olduğu gibi bu isimde de baskın unsurlar. Yumurtalar çoğunlukla tuza gebe, bu tuz ise yumurta makinesinin yakıtı olarak kullanılıyor. Son olarak kuluçkadaki yumurtalardan biri, içindeki rüzgârı ifşa ediyor, sonrasında şamanı çevreleyen rüzgâr türbinlerinin bu yumurtalarla çalıştığına tanık oluyoruz. Rüzgâr da yakıt da şamanın kendi yaratısı.
C.M. Kösemen (29)
‘Bu ne kafası’ diyen çok
Çalışmalarım bir tür ‘keşif gezisi’. Resimlerimde bir sürü garip yaratık, acayip varlık ve ne olduğu belli olmayan bazı ritüeller var. Seriyi hazırladığım üç yılda her resmi eskiz ve plan olmadan, bazen gece uyumadan hemen önce, bazen de sabah kalkar kalkmaz, aklımda rüyalarım tazeyken, kısa bir sürede resmettim. Böylelikle bu sergi, benim için bilinçaltıma çıkılmış bir keşif gezisi gibiydi. Her adımda farklı bir varlıkla tanışıyor ve her defasında bir sonraki adımda neler göreceğimi merak ederek yola devam ediyordum. Günlük hayatta hissettiğim korku, arzu ve özlemlerim, bu keşif gezisinde kendini göstermiş olmalı. Çocukken aklıma kazınan görsel imgeler de ayrı bir iz bırakmış olmalı; resimli doğa kitapları çok ilgimi çekmişti mesela.
Ayrıca zooloji, paleontoloji, tarih, mistik inançlar ve garip olaylar gibi konulara çok meraklıyım. İşim ve sanat üretimimin yanı sıra bu konularla da ilgileniyorum. Bu aslında bütün bilimlere ve bilimsel bir dünya görüşüne ait olan ilgimin sonucu. Bazı insanlar resimlerime bakıp benim ‘farklı kafada’ biri olduğumu, hatta uyuşturucu madde kullandığımı zannediyor. Halbuki hiçbir doğaüstü güç ve olaya inanmıyorum ve uyuşturucu bir yana, alkol ve sigara bile kullanmıyorum. ‘Bohem’ bir insan değilim, hatta o hayat anlayışını hiç sevmem. ‘Kim bununla ilgilenecek yahu’ denen konulara merak duymak, insanların ilgilenmediği detayları merak edip ‘bu neden böyle’ diye araştırmak, keşfettiğin şeylerden de sadece güzel ve merak uyandırıcı olması için yeni, kimsenin görmediği başka şeyler üretmenin hiçbir ‘kafa’ ile alakası yok bence. Bunlar her insanın, varoluşa ve kendi insanlığına ‘hakkını vermek’ için yapması gereken doğal ve tabii davranışlardır.
Yuşa Yalçıntaş (28)
Çocuk figürleri amaç değil, araç
İşlerim, genelde insan davranışlarıyla ilgili. Kökenlerinin ‘atalara tapma’ ile ilişkisi için ‘işlerimin merkezini’ oluşturuyor demek doğru olur. Temel davranışların öğrenilme dönemi çocukluk dönemini kapsıyor ve ben bu anlarla ilişkili durumları sunuyorum. Klasik çocuk kitabı illüstrasyon tekniğini anımsatan çocuk figürleri bir ritüel, bir oyun sunuyor. Bütün bunları müsamere kelimesi altında topluyorum. Her ne kadar çocuklar merkezde olsa da ilişki içinde oldukları obje ve sahne standı benzeri yapılar da çok önemli. Çocuk figürleri benim için bir amaç değil, araç. Kullandığım dilin bir parçası. Perspektif anlayışım referansını Türk ve Uzakdoğu minyatür resimlerinden alıyor. Sunduğum mekân ve figürler bir araya geldiklerinde açılarında farklılıklar var oluyor. Bu kompozisyonlardaki perspektif çizim tekniği, Batı’nın Rönesans sonrasında oluşturduğu gerçekçi perspektif anlayışıyla değil -ki bunun, içinde yaşadığımız dönemde, çizim ve resimde bir tür dayatma olduğunu düşünüyorum- Batı’nın gotik resim dönemi boyunca kullandığı ve erken Rönesans’a kadar da süren perspektif durumu ile ve özellikle Türk ve Uzakdoğu minyatür resimlerindeki perspektifle ilişkili.
C.M. Kösemen
Saydam at: Bir gece uyurken rüyamda hızla koşan, ata ya da köpeğe benzeyen dumanlı bir varlık gördüm. Uyanınca bu şekil aklıma takıldı, kafamdakini defalarca çizerek nasıl gelişeceğini görmek istedim. Resmi tekrar tekrar çizdikçe ‘kulaktan kulağa’ oyunu gibi şekil değiştirmeye, başkalaşmaya başladı. Kullandığım malzeme de değişti, elim alıştıkça ilk başta koyu, katı renklerden oluşan boya katmanları gittikçe inceldi, dumansı bir hal aldı, saydamlaştı. ‘Saydam at’ bu serinin en son ve en hoşuma giden örneği oldu.
Yuşa Yalçıntaş
Cinlerin Anası: ‘Cinlerin Anası’ adlı eski ve çok gizemli bulduğum bir minyatürden yola çıkarak oluşturduğum bir resim bu. Bu minyatürde hayaletimsi bir beden (tek başına) onlarca suratla dolu ve Cinlerin Anası olduğu söyleniyor. Bu konuyu kendi tarzımla yorumlamak istedim.
C.M. Kösemen
Dokuz göz: ‘Paralel evrenler’ konusunda bir şeyler okumuştum. Her gözü farklı bir paralel evrene bakabilen bir varlık olsa nasıl olur diye düşündüm, böyle bir şey çıktı. Dokuz tane gözü var, her biriyle başka bir evreni görüyor. Elindeki dallı budaklı, terazi gibi şey de farklı evrenlerin ‘aile ağacı’ gibi, sembolik bir nesnesi.
Başıbozuk sergisi 22 Haziran’a dek The Empire Project’te görülebilir. (212) 292 59 68