Ersin KALKAN
Oluşturulma Tarihi: Nisan 30, 2006 00:00
Geçtiğimiz 16 Nisan’da Ankara’daki konser başlamadan görevliler bir not ulaştırıyor. Notta şunlar yazılı: "Çok sevgili Erkan, seni uzun yılların ardından ilk kez sevgiyle, özlemle ve gururla izleyeceğim. Salonda, seni herkesten farklı bakan gözlerle, duyan yüreklerle seyredeceğim..." Erkan Oğur’un eli ayağı dolaşmış. Heyecanla karışık bir telaş almış müzisyeni.
Dünyanın dört bir yanında yüz binlerce izleyiciye konser veren, sayısız albüme katkı sağlayan, kendine ait dokuz albümü olan bu adam neden bu kadar heyecanlı? Çünkü notu gönderen hanımefendi onun şu anda bu sahnede olmasını sağlayan insanmış. Notun altında "İlk müzik öğretmenin Ülkü Özer (Elazığ’dan)..." imzası yer alıyormuş. Yani Erkan Oğur’u bütün dünyaya armağan eden müzik hocası. Ve hikaye yıllar önce Elazığ’da başlamış.
Elazığ Harputlu olan Erkan Oğur, 1954’te Ankara’da doğmuş. Aslında Elazığ’da doğacakmış ama aile bir ziyaret için o tarihte Ankara’da bulunuyormuş. Doğumun ardından tekrar Elazığ’a dönmüşler.
Erkan, Gülten Hanım’la cerrah Mustafa Bey’in ikinci oğulları. Babası askeri doktor. Kore Savaşı sırasında parçalanan asker bedenlerini birleştirmekle uğraşmış, Türkiye’de ilk mikrocerrahi ameliyatlarını başlatmış, yanık tedavisinin öncülüğünü yapmış büyük bir doktor. Savaşın ardından ordudan ayrılarak sivil hayata geçmiş ve Elazığ Devlet Hastanesi’nde çalışmaya başlamış. İlerleyen yıllarda bu hastanenin baştabibi olmuş, sevilen, sayılan bir hekim.
Harput, hemen Elazığ’ın karşı tepelerinde kurulmuş bir eski zaman kenti. Şehir merkezine 4-5 kilometre. Bu yüzden aile, kışları hafta sonlarını, yazları günlerinin çoğunu Harput’ta geçirirmiş. Erkan Oğur da 1970’e kadar Elazığ’la Harput arasında mekik dokumuş:
"Bazen evden çıkar, arkadaşlarla birlikte yürüyerek Harput Kalesi’ne tırmanır, tepedeki gözeden soğuk sular içer, koşa koşa Elazığ’a inerdik."
RADYODA NE DUYSA UNUTMUYOR
Bir de yörede adına "balta" dedikleri bir bağlaması varmış küçük Erkan’ın. Boyu kadar bir bağlamaymış bu. Bir akrabaları hediye etmiş. Çünkü Gülten Hanım herkese "Bizim çocuk radyoda ne duysa unutmuyor. Bir kez dinlediği melodiyi, noktasına virgülüne kadar aklına nakşediyor" demiş. Henüz 3-4 yaşındayken eline bağlamayı alıp kendi kendine sesleri ayırarak muntazam çalmaya koyulmuş. Okumayı da erken sökünce beş yaşında okula yazdırmışlar.
Ve bir gün şehre Ülkü adında bir öğretmen gelmiş. Bu zarif ve çok güzel genç hanımın yanında annesi de varmış. Bir ev tutup yerleşmişler Elazığ’a. Gazi Eğitim’in Şan Bölümü’nden henüz mezun olan Ülkü Hanım, Erkan’ın okulunda göreve başlamış. "Çoook güzel bir sesi vardı. Muhteşem bir sopranoydu" diye anlatıyor hocasını.
Bu sıralarda Erkan’a bir başka akrabası keman getirmiş. Keman minik çocuğa büyük gelmiş ama o kendi kendine keman yayını tellerin üzerinde gezdirerek sesleri bulmaya başlamış.
Annesi bir gün Erkan’ın müzik yeteneğinden, bağlamadan ve kemandan söz edince hocası Ülkü Hanım, "Biliyorum, bırakın ben ona özel ders vereyim" demiş. Ve ilk keman dersi böyle başlamış.
ÇEKİNGEN, UTANGAÇ ÇOCUĞUN KEMANI
"Enstrümanınızı alıp dağlara tırmanır, ıssız vadilerde keman çalarmışsınız" diyorum: "Başka çarem yoktu ki, çekingen, utangaç bir çocuktum. Elazığ’daki evde keman çalmaya başladığımda komşular camın önüne toplanıp dinlerlerdi. Ben de bundan utanırdım. Alıp elime kemanı dağlara çıkar orada çalardım. Kemanımla semada uçan kartalların, bülbüllerin sesini taklit etmeye çalışırdım..."
Ülkü Hanım, küçük yetenek için Ankara’dan Arthur Seybold’un "Keman Metodu" kitabını getirip öğrencisine armağan etmiş. Ve metotlu çalışma dönemi başlamış. Bu eğitim bir buçuk yıl kadar sürmüş. Hocası "Artık Erkan’a benim öğreteceğim bir şey kalmadı" diyerek noktayı koymuş.
Ses çıkaran ne varsa peşine düşen Erkan, kemanın ardından mandoline, bir müddet sonra da Elazığ folklorunda sıkça kullanılan cümbüşe merak salmış. 10 yaşına vardığında çalmadığı alet kalmamış. Babası sık sık "Yahu bu çocuğa müzik istidadı nereden gelmiş ki" diye sorarmış.
İYİ FİZİKÇİ YERİNE ORTALAMA MÜZİKÇİ
Ortaokul bitince İstanbul’daki Kabataş Erkek Lisesi’ne gönderilmiş. Yatılı eğitim gördüğü bu okuldan çok sıkılmış. 1970’lerin ortalarında aile, Keban Barajı yapılırken başlayan göç dalgasına kapılıp Ankara’ya taşınmış. Erkan da ailesinin yanına.
Liseyi Ankara’da tamamlamış, Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Fizik Bölümü üçüncü sınıftayken bir burs kazanmış ve fizik eğitimini tamamlamak için Almanya’nın yolunu tutmuş. Münih Üniversitesi’nde lisansını tamamlayıp master yapmaya başlamış ama gönlü hep müzikte.
Fizik okurken bir yandan da Alman müzik çevrelerine girip çıkıyor, barlarda, müzikhollerde enstrüman çalıyormuş. Almanya’dayken favorisi klasik gitar olmuş.
Kendi başına gitarını tıngırdattığı bir gece yarısı kararını vermiş: "İyi bir fizikçi olacağıma ortalama bir müzikçi olurum." Ve Münih Üniversitesi’ne, karmaşık teoremlere, soğuk fiziğe elveda deyip kendini müzik deryasına atıvermiş.
Bir yandan barlarda çalmayı sürdürmüş diğer yandan neredeyse tüm vaktini gitarın sırrını çözmeye adamış. Günde 6-10 saat gitar çalıştığı için iki yıl sonra iki eli bileklerinden tutmaz olmuş. Alman doktorlar bileklerinden ameliyat olması gerektiğini söylemiş. Babası Mustafa Bey, "Hayır" demiş, "Ameliyatlık bir şey yok. Bu bir meslek hastalığı, protezlerle iyileşir."
Ellerinin kalıbı çırakılarak özel protezler imal edilmiş ve Erkan Oğur, bir yıl boyunca geceleri bu protezi takarak uyumuş. Sonunda bilekleri şifa bulmuş ama, hálá ellerini bileklerinden itibaren geriye götüremiyor.
Yani Erkan Oğur, öyle kolay kolay Erkan Oğur olmamış. Müzik aşkına yıllar süren ağrılara, sızılara katlanarak yeryüzünün tüm melodileri içinde yüzmeyi öğrenebilmiş.
PERDESİZ GİTAR DÜNYAYA HEDİYE
Müzikle ilgilenenler Erkan Oğur’un, "perdesiz gitar"ın mucidi olduğunu iyi bilir. Bu gitarı işte bahsi geçen Almanya yıllarında icat etmiş. Gitarın perdelisini aşınca bir de perdesizini deneyeyim diyerek başlamış çalışmaya. Enstrüman yapımını da o dönemde öğrenmiş. Perdeliyle perdesizi üst üste koyarak yeni bir saz çıkarmış ortaya. Neden diye soranlara cevabı şu:
"Gitarla düşünmeye alıştım. Düşüncelerimdeki Türk müziği sesleri ihtiyacım, gitardaki perde sistemini kaldırmama ve sınırlı bir aralık içerisinde sonsuz ses imkanı sağlayan perdesiz gitarı yapmama neden oldu. Yıl 1976... Aslında sonsuz perdeli gitar desek daha doğru olurdu. Perdesiz gitar, bütün yaylı sazlar ailesi ve insan sesi gibi çok yüksek anlatım gücü olan, yeni bir müzik aleti olarak dünyaya ve insanlığa hediyedir."
Almanya’dan 1980’de Türkiye’ye dönen Erkan Oğur, İTÜ Türk Müziği Devlet Konservatuvarı’na girmiş. Dört yıl sonra mezun olup askere gitmiş. Terhisinin ardından kaldığı yerden devam etmiş müziğe. O yıllarda Sezen Aksu, Mazhar Fuat Özkan, Ajda Pekkan, Bülent Ortaçgil’le çalışmış.
Halen birlikte konser verdiği Ortaçgil’le zaten çocukluk arkadaşı: "Bülent’in babası Zafer Amca, babamla taa Haydarpaşa Askeri Lisesi’nden tanışır. Tıptan da beraber mezun olmuşlar. En son Boğaziçi Üniversitesi’nden birlikte emekli oldular. 50 yıldır ailece görüşürüz."
Erkan Oğur, kendinden söz etmekten nefret ediyor. Bu hikayeyi tamamlamak için tam dört kez oturduk sohbete. Ben kendisine dair soruyorum, o lafı başkalarının hikayesine çeviriyor. Bu yüzden olsa gerek, onun için "Bir tevazu abidesidir" diyorlar. Köklerini unutmadan yaşar bu dünyada. "Hiç" albümünde ifade etmeye çalıştığı gibi, insan bir hiçten gelip, bir hiçe doğru yol almaktadır, ona göre. Yerküreyi on kez turlayacak kadar mesafe almışken hep yolun başında olduğuna inanır. "Her seher yeni bir gündür. Her gün, yeni bir şey söylemek lazım" diye düşünür.
TÜRKİYE’DE TANINMASI ZAMAN ALDI
1983’ten itibaren Çekirdek Sanatevi’nden çıkan çeşitli gruplara ait albümlerde çaldı. İlk solo albümü Perdesiz Gitarla Arayışlar’ı da burada yaptı.
1990’da "ilk albümüm" dediği Fretless’i Almanya’da çıkardı. Çünkü Türkiye’de başvurduğu bütün kapılar yüzüne kapanmıştı. Bu albüm Almanya’da üç yıl listebaşında kaldı.
1995’te Bir Ömürlük Misafir’i yaptı.
1996’da Eşkıya’nın müziklerini yapıp albümünü çıkarınca millet, "Yahu Erkan Uğur mudur, Ağır mıdır, Oğur mudur nedir bir adam çıktı. Ama iyi müzik yapıyormuş" demeye başladı.
1998’de, Gülün Kokusu çıktı. Hasan Saltık’a göre bu albüm Türkiye’de müzik ırmağının yatağını değiştirdi.
1999’da Hiç, 2000’de Anadolu Beşiği yayınlandı.
2001’de Civan Gasparyan’la birlikte Fuat’ı çıkardı.
2004’te, Nasip Olsa çıktı.
2005’te Yazı-Tura filminin müziklerini yaptı. Uğur Yücel şöyle demişti: "Çalarken, sazların ruhuna göçüyor."
2006’da müzikseverlerin karşısına Telvin’le çıktı.