Güncelleme Tarihi:
Çağlaröncesi tarih uzmanı, müzeci, araştırmacı, yazar (Chauvet Mağarası’ndaki duvar resimleri üzerindeki çalışmaları sebebiyle adı ‘Mağara adamı’na çıkan) Jean Clottes diyor ki:
“İnsanlığın sürekli bir gelişim içinde olduğu gibi yanlış bir yargımız var. Bu, Aydınlanma Çağı’ndan kalma bir fikir ve gözden geçirilmesi lazım. Evet, bilim açısından bakınca, yadsınamaz biz gelişme olduğu doğru. Ama değerlerimiz açısından, ahlakî davranışlarımız açısından ilerliyor muyuz?”
Fransız aydını Jacques Attali de benzer bir tereddütle yaklaşıyor konuya.
“Batı’da, son birkaç asırdır, gelişme üzerine tartışmalar çok sınırlı bir bakış açısıyla sürdürülüyor: ya ilerliyoruz, ya duruyoruz, ya geriliyoruz. Herşey bir çizgi üzerinde olup bitiyor yani, alternatif yok.”
“Bu benzetmeyi ilk kullanan Descartes’tır. İnsan, ormanda kaybolmayı kabul etmemelidir, diyor descartes. Ve ormandan çıkmanın tek yolu, engellere bakmadan, dümdüz yürümektir, sonunda bir ağaçsız alana varır insan. Bu bakış açısı sanayi toplumuna damgasını vurdu. Hegel, Marx, Tocqueville, aynı benzetmeyi kullandılar ve sadece tarihte gelişmenin hızını ve yönünü tartıştılar.”
Zurnanın zırt dediği yere geliyoruz:
(Böyle bir bakış açısı) “İnsan topluluklarının gelişmesinin ne kadar karmaşık olduğunun gözden kaçmasına sebep oluyor. Tarih, öyle cambazın ipin üzerinde yürümesi gibi, düz bir çizgi üzerinde ileri veya geri gitmez.”
“Tarihten beri, insanlık hem daha iyiye, hem daha kötüye doğru gidiyor. Aynı zamanda hem ilerliyor, hem geriliyor. Önümüzdeki elli yıl için, bu eşzamanlı gelişme konusunda tahminlerde bulunmak mümkün: mesela bir yandan insan ömrü uzarken, bir yandan kitle imha silahları gelişecek; tarım hızla gelişirken, nüfusu on milyarı aşacak dünyamızda, her üç kişiden biri açlık tehdidi altında olacak; küreselleşme uluslararası dayanışmayı teşvik ederken, bölgesel kimlik arayışları hızlanacak ve ulus-devlet sayısı iki bini aşacak. İletişim teknolojisi gelişir, eğlence önerileri ve eğitim imkanları hızla çoğalmaya devam ederken, insanlar, aile veya aşiret desteğinden yoksun, büyük şehirlerin cehenneminde kaybolacaklar, yapayalnız hissedecekler kendilerini. Böyle bir kaos ortamında, insanlık bir yandan gelişmenin nimetlerinden giderek daha çok yararlanacak, bir yandan da gittikçe daha yıkıcı olan bir barbarlığın kurbanı olacak.”
*
Demek ki, bir toplum eşzamanlı olarak, hem iyiye, hem kötüye gidebilir, hem iyi şeyler yapabilir, hem de büyük hatalar işleyebilir. Doğru mu?
Bazı alanlarda ilerlerken başka cephelerde gerilememiz mümkün.
Sonuçta, “iyi işlerin toplamı” sonunda “kötü işleri” aşarsa, toplum bundan kârlı çıkacaktır. İlerleme, gerilemeye galip gelecektir.
Peki, ya tersi olursa, yani “geriye gidiş” sonuçta “ileriye gidişi” bastırırsa?
Onun da cevabını veriyor Attali:
“Gelişmeyi bir grafik şeklinde göstermek gerekirse, Tarih’in düz bir çizginin etrafında, giderek büyüyen bir dalgalanmayla salındığı (osilasyon hareketi) ve bunun, Kötü’nün İyi’ye olan farkının geri dönülmez boyuta ulaşarak, Dünya’nın sonunu getireceği güne kadar devam ettiği söylenebilir.”
Ben, anladığımı söyleyeyim size:
Bazen bir toplumda hem ilerleme, hem gerileme birlikte yaşanır. Toplum, bir o yana bir bu yana dalgalanır. Sonuçta, gerileme çok ağır basarsa, sistem duvara çarpar.