Hediye eskiden çarşıda verilmez, at arabasıyla saraya gönderilirdi

Güncelleme Tarihi:

Hediye eskiden çarşıda verilmez, at arabasıyla saraya gönderilirdi
Oluşturulma Tarihi: Ocak 16, 2005 00:00

Yönetici sınıfımız pahalı hediyelerle 16. asırda, Şemsi Ahmed Paşa sayesinde tanıştı. Osmanlılar’ın ortadan kaldırdığı İsfendiyaroğulları Devleti’nin hükümdar ailesinden gelen Şemsi Ahmed Paşa, zamanın hükümdarı Üçüncü Murad’ı hediyeye ve rüşvete alıştırdıktan sonra ‘Osmanlı artık ifláh olmaz.Cedlerimin intikamını aldım’ demiş, dediği doğru çıkmış ve Paşa’nın başlattığı ádet, asırlar boyunca devam etmişti. 19. yüzyılın paşaları ise saraya ve saray kadınlarına gönderilecek hediyeleri bizzat götürmeye üşenir olmuşlar, keseler dolusu altını kiraladıkları at arabalarına yükleyerek saraya arabacılarla göndermeye başlamışlardı. İşte, o dönemin büyük tarihçisi Ahmed Cevdet Paşa’nın bu ‘arabalı rüşvet’ konusunda yazdıkları...BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’a Moskova’da hediye edilen kolye ve ipek halı, büyük mesele oldu. Türkiye, Emine Hanım’ın hediyeleri bir yere bağışlayıp bağışlamayacağını tartışırken, ben, bundan bir buçuk asır önce yaşamış diğer first leydilerimizin aldıkları hediyeleri hatırladım.Biz, devletin üst düzeyindekilere devamlı olarak hediye takdim edilmesi alışkanlığını, 16. asır idarecilerinden Şemsi Ahmed Paşa sayesinde kazandık. Osmanlılar’ın ortadan kaldırdığı İsfendiyaroğulları Devleti’nin hükümdar ailesinden gelen Şemsi Ahmed Paşa, zamanın hükümdarı Üçüncü Murad’ı hediyeye ve rüşvete alıştırmış, daha sonra ‘Osmanlı artık ifláh olmaz. Cedlerimin intikamını aldım’ demiş, dediği doğru çıkmış ve Paşa’nın başlattığı ádet, asırlar boyunca devam etmişti.19. yüzyılın ortalarına gelindiğinde, paşalar saraya ve saray kadınlarına gönderilecek hediyeleri bizzat götürmeye üşenir olmuşlar, keseler dolusu altını kiraladıkları at arabalarına yükleyerek saraya arabacılarla göndermeye başlamışlardı.İşte, bu ‘arabalı rüşvet’ işinin ayrıntıları:Türkiye, 19 yüzyılda Avrupa devletleriyle mali konularda sık sık anlaşmalar imzalar olmuş ve bu anlaşmalar zamanın devlet adamları için gelir kapısı haline gelmişti. Yabancı bir bankadan yahut bir devletten borç almamız halinde bile, sözleşmeye imza koyan devlet adamlarımız anlaşmanın hükümlerinin borcu veren taraf lehine düzenlenmesine göz yummaları karşılığında adına o zamanlarda da ‘komisyon’ denilen paralar almaya başlamışlardı.Dedikoduları önlemenin yolu, alınan komisyonlardan saraya yani padişaha ve padişahın en yakınlarına hisse vermekti. Komisyoncu paşalar, hükümdarları ve ailelerini ‘Devlet işlerinde para alınması sıradan bir hadisedir ve bu paralar hükümdarlar için bir haktır’ diyerek ikna ettiler ve böylelikle işin içine saray da dahil edildi.HALI DEDİĞİN YÜN OLURSaraya hediye ve komisyon verilmesi zamanla o kadar rutin hale geldi ki, bazı paşalar paraları saraya bizzat götürmeye bile üşenir oldular ve keseleri sokaktan çevirdikleri at arabalarına yükleyip ‘Bunları saraya götürüp padişahımız efendimiz hazretlerinin dairesine bırak’ demeye başladılar.Aşağıdaki kutuda, 19. asır Osmanlı tarihçiliğinin büyük ismi Ahmed Cevdet Paşa’nın ‘Ma’ruzát’ isimli eserinde geçen ve saraya ödenen komisyonların at arabasıyla gönderilişinin anlatıldığı bazı bölümler yeralıyor. Paşa, devletin üst düzeyine verilecek olan hediyelerin öyle çarşıda yahut pazarda dağıtılmadığını ama yeri geldiğinde bir at arabasıyla bile yollanabildiğini anlatıyor.Bu arada bir halı meraklısı sıfatıyla, Emine Hanım’a hediye edilen ipek halı konusunda da naçizane bir kanaatimi söyleyeyim: Halının iyisi ve işe yarayanı, yünden dokunmuş olanıdır; ipek halı pek öyle matah birşey değildir, estetik açıdan yahut sanat bakımından da değeri yoktur ve turistik bir metádır. Dolayısıyla, başbakanın hanımına Uşak ve Milás taraflarında dokunmuş bol düğümlü yün bir halı yerine genellikle Amerikalı turistlere hitap eden ipek bir bezin takdimindeki hikmeti de anlayamamış vaziyetteyim. Bu işin şöyle güzel bir Buhara yahut Kafkas halısının rahatlıkla temin edilebileceği Moskova’da yapılmış olması, hayretimi daha da arttırıyor.Hükümdarın en sadık kulu, en fazla rüşvet verendir!‘...Mahmud Nedim Paşa sadrazam olduktan sonra, yabancılarla sözleşme imzalanması sırasında bir hayli para alır ve bu paranın bir kısmını da padişaha takdim ederdi.Paşa’nın, paraları padişaha verirken ‘Efendim, eskiden beri bu gibi sözleşmelerden para alınır ve bu iş, ádet háline gelmiştir. Paraları alanlar genellikle bunları kendilerine saklarlar ama paralar aslında size aittir’ dediğini bazı kaynaklardan işitmiştik.Mahmud Nedim Paşa, yine yabancılarla imzalanan bir anlaşmadan yüklü bir komisyon almış ve komisyonun 100 bin altını padişah için ayırıp Maliye Názırı Yusuf Paşa’ya paraları saraya göndermesini emretmişti. Emri alan Yusuf Paşa saraya bizzat gitmek yerine Beyoğlu’ndan bir araba kiralamayı tercih etti, paraları bu arabaya yükledi ve keseleri saraya arabacı ile yolladı.Yusuf Paşa’nın bu şekilde hareket etmesinin bir sebebi vardı, zira Paşa’nın askerlerle arası oldukça iyi idi ve böylelikle Sadrazam Mahmud Paşa’nın rüşvet işlerine álet olmadığını göstermeye çalışıyordu....Daha sonra sadrazam olan Hüseyin Avni Paşa, Mahmud Nedim Paşa’ya rüşvet konusunda da üstün olma hevesindeydi ve bu maksatla Avrupa ülkeleriyle yapılan siláh alımı anlaşmalarından büyük paralar kazandı.Fakat, gücünü koruyabilmek maksadıyla paraların bir kısmını fedá etti ve hem sarayı, hem de padişahın annesi olan Pertevniyál Valide Sultan ile padişahın babası Sultan Mahmud’un gözdelerinden olan Tiryal Hanım’a yüksek mebláğda paralar vermeye başladı.Zavallı valide sultan, devlet adamlarının Sultan Abdüláziz’e bağlılıklarını kendisine gelen parayla ölçer ve kim daha fazla para verirse, o kişinin hükümdara o kadar çok bağlı olduğuna inanırdı. Hüseyin Avni Paşa’dan önceleri nefret etmesine rağmen, para aldıkça ‘Avni Paşa, arslan oğluma sádıktır’ demeye başladı ve hiç kimseyi Paşa’nın aleyhinde konuşturmaz oldu’ (Ahmed Cevdet Paşa’nın Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu tarafından yayınlanan ‘Ma’ruzát’ından).Nazi’nin daniskası Prens Harry’nin büyük amcasıydıİNGİLTERE veliahdı Prens Charles’ın oğlu Prens Harry’nin bir kıyafet balosuna Nazi üniforması ile katılması, İngiltere’yi karıştırdı. Genç prens, düşüncesizliğinin cezası olarak Naziler’in İkinci Dünya Savaşı yıllarında Yahudiler’i topluca katlettikleri bir kampı ziyaret edecek.Londra’da 1936’da daha geniş boyutlu bir başka ‘Nazi’ tartışması yaşanmış ama tartışma o günlerde çok dar bir çevrede sınırlı kalmış ve sıradan İngilizler hadisenin ayrıntılarını ancak seneler sonra öğrenebilmişlerdi.Tartışmanın başlangıçta herkes tarafından bilinmemesinin sebebi vardı, zira hadise bizzat zamanın kralıyla yani tarihlere ‘aşkını tahtına tercih eden romantik kral’ diye geçen Yedinci Edward ile ilgiliydi ve kral hem Nazi sempatizanıydı, hem de özel hayatında biraz ‘değişik’ şekilde yaşamaktaydı.HİTLER’İZİYARETETTİİşte, İngiliz sarayını 1936’da allak bullak eden ve ayrıntıları bundan birkaç sene önce ortaya çıkan hadisenin içyüzü:Babası Beşinci George’un ölümü üzerine 1936’nın 24 Ocak’ında tahta çıkan Edward’ın iki kocadan boşanmış olan Wallis Simpson adında Amerikalı bir kadına áşık olduğu ve Simpson ile evlenmeyi kafasına koyduğu işitildi.Parlamento ile hükümet ise, iki koca eskitmiş bir kadının İngiltere’nin müstakbel kraliçesi olmasına karşıydı. İngiliz gizli servisi, Bayan Simpson’u takip altına aldı ve Amerikalı hanımın kralın yanısıra Guy Marcus Trundle adında bir otomobil satıcısıyla da beraber olduğunu farketti.Takipler daha da yoğunlaştı ve Bayan Simpson’un çok tehlikeli bir diğer ilişkisinin daha bulunduğu anlaşıldı: Kralın sevgilisi, Hitler’in o tarihlerde Londra Büyükelçisi olan ve daha sonra Nazi Almanyası’nın Dışişleri Bakanlığı’na getirilen Joachim von Ribbentrop ile de beraberdi. Tam bir Nazi sempatizanı olan Bayan Simpson, sarayda konuşulanları günü gününe Alman büyükelçisine naklediyor, sadece nakletmekle de kalmıyor, üstelik elçiyle yatağa bile giriyordu ama kralın hiçbirşeyden haberi yoktu.Başbakan Stanley Baldwin ile ülkenin güçlü adamı Winston Churchill, áşık kralı sert şekilde uyardılar ve çare kralın tahtı bırakmasında bulundu. İçerisinde ‘Sevdiğim kadının yardımı ve desteği olmadan krallık görevlerimi yerine getiremem’ şeklinde romantik ifadelerin yeraldığı bir bildiri yayınlayan Yedinci Edward, 10 Aralık 1936’da sadece 325 gün oturduğu tahtından feragat etti. Yerini kardeşi George aldı, Edward memleketinden ayrılıp hayatı boyunca devam edecek olan bir sürgüne gitti ve Bayan Simpson ile sürgünde evlendi. Artık ‘Windsor Dükü ve Düşesi’ ünvanını taşıyan Edward ve Wallis çifti bir ara Almanya’ya giderek hayranı oldukları Adolf Hitler’i ziyaret edeceklerdi.ÜÇLÜ İLİŞKİ DEDİKODUSUEdward ile Wallis, daha sonra da skandallarla dolu bir hayat geçirdiler. Fransa’da yaşadıkları senelerde aralarına zengin bir Amerikalı girdi ve jet sosyete senelerce bu ‘üçlü ilişki’ dedikodusuyla çalkalanıp durdu.Yedinci Edward ile Prens Harry’nin arasındaki münaseb eti merak edenler için söyleyeyim: Edward’ın yerine geçen Kral Altıncı George, Harry’nin babaannesi Kraliçe Elizabeth’in babasıdır ve dolayısıyla Edward, Harry’nin babaanne tarafından büyük amcası olmaktadır.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!