Hedef kitlem kitap okumayanlar

Güncelleme Tarihi:

Hedef kitlem kitap okumayanlar
Oluşturulma Tarihi: Aralık 16, 2011 23:36

Zehra Serap Azbay’ın P Kitap’tan çıkan ‘Nazifa/ Bir Balkan Kızı’ adlı kitabı bir ilk roman. Adından anlaşılacağı üzere, Balkanlar’da başlayıp Türkiye’de devam eden bir öykü.

Haberin Devamı

Kendisi de bir Balkan kızı olan Azbay, “Bu kitabı dizi izlemekten başka bir şey bilmeyen, gazetenin yalnızca magazin sayfalarını takip eden, 500 TL’lik maaşı varken 2 milyarlık kredi kartı borcu olan, ona ait olmayan bir hayatın hayallerini kuran insanlar okusun istiyorum” diyor.

- Uzun zamandır yazıyorsunuz. Neden bu kadar gecikti ilk roman?
- Profesyonel olarak yazmaya 1999 yılında başladım. O zamandan bugüne çeşitli gazetelerde ve internet sitelerinde yazdım. Aslında ‘Nazifa’ dördüncü kitap çalışmam. Diğer üçü e-kitap olarak yayımlanmıştı. Çünkü kendimi, Tanrı’nın mesleği olarak görecek kadar saygı duyduğum yazarlık kimliğini üzerime almaya hazır hissetmiyordum. Bu ilk romanın kendini hazırlama süreci vardı. Hem roman bana daha eleştirilebilir bir edebi tür gibi geliyordu. Bir olumsuz eleştiride saçlarım diken diken olur, tırnaklarım çıkabilirdi. Denemeler yazarak başlamıştım zira. Ama şimdi bir üçleme düşünüyor ve Nazifa’nın devam kitabını yazıyorum. İkinci kitap, 1921 ile 1945 arasında geçecek. İlk roman kadar iyi yazabilir miyim diye tereddütlerim var. Çünkü, Nazifa içime çok sinen bir roman oldu. Bir üçleme düşünüyorum.

Haberin Devamı

/images/100/0x0/563ce0fcf018fb32c8ed211f

- Bir balkan kızını yazmanızın sebebi aileye mi dayanıyor?
- Ailem 1965’te Yugoslavya’dan Bayrampaşa’ya göçmüş. Aynı kuşaktan olan anne ve babam, birbirlerine üç sokak mesafede evlere yerleşmişler. Göç sırasında, Nazifa’nın da başına geldiği gibi, ellerinden halıları, göğümleri alınmış. Türkiye’ye geldiklerinde ise bu kez kültürleri ellerinden alınacak diye birbirlerine kenetlenmişler. Bir daha da dışarıya açılmak istemediler. Yabancılarla kız alıp vermediler. Dışarıdan kız alıp vermediler. Sonraki yıllarda dünya değişti ama onlar yine dışarıya kapalı kaldılar. O mahallede insanlar çocuklarıyla Türkçe konuşmazlar, özellikle kendi dillerini kullanırlardı. Ben de bu yaşamlarla harmanlanarak büyüdüm. 17 yaşına kadar o mahallede yaşadım. Sonra taşınıp başka dünyalara açıldık. İnanamayacaksınız ama o mahallede yaşam aynı şekilde devam ediyor.

Haberin Devamı

ATATÜRK İÇİN YAZDIM

- Nazifa’nın hikâyesiyle nasıl tanıştınız?
- Ben çok güzel Boşnak böreği yaparım. Arkadaşlarımla bir araya geldiğimizde, bir arkadaşımızın babası da Boşnak böreğini duyunca rakısını kapıp geldi. Kitabı ithaf ettiğim Alican Akın’dan söz ediyorum. Biz de Balkan göçmeniyiz, diye söze başladı Alican Amca. Hikâyesini anlattı bana. Annesi Makedonya’dan Türkiye’ye gelmiş. Burada onu evlendirmişler, bir sürü çocuğu olmuş. Sonra bir adama aşık olmuş. Adam da ona aşık olmuş tabii, evlenmişler. Elbette çok olay çıkmış o zamanlar... Ben bu hikâyeden çok etkilendim. Annenizin adı neydi diye sordum. Nazifa dedi. Buraya gelince Nazife demişler. Alican Amca’ya bu hikâyeyi yazacağımı söylediğimde pek inanmadı, yaz tabii yahu, deyip geçti. Sonra gerçekten oturdum yazdım ve Alican Akın’a ithaf ettim. Aslında ondan dinlediğim Nazifa’yı yazmak istiyordum ama roman acayip bir şey. Karakterler oluşmaya başladığında her şey farklı işleyebiliyor. Karakterlere doğru ismi verdiğin zaman hikâye akıp gidiyor. Nazifa’nın kızının adını koyamadığım için bir ay hiçbir şey yazamadım, mesela. Sonra Pertevniyal koydum. Okuru Atatürk’e taşıyan köprü de yine Pertevniyal olacak aslında...

Haberin Devamı

- Romanın kurgusu, tarihi olaylardan bağımsız olarak ilerliyor. Bu yönde nasıl eleştiriler alıyorsunuz?
- Romanla ilgili otoritelerden eleştiriler geliyor. Ama daha çok yapıcı eleştiriler alıyorum. Olumsuz eleştiri, bir tarih profesörünün asistanlığını yapan Atatürkçü Düşünce Derneği üyesi bir genç kızdan geldi. Tepkisi, kitabın sonundaki Atatürk’le ilgili sürprize karşıydı. Bu kadar karmaşık ilişkilerin arasında Atatürk’ün adının geçmesinden hoşlanmamış. Bunu duyunca gidip başka Atatürkçüler’e de okuttum. Henüz yayımlanmamıştı kitap. Başka kimseden duymadım sonra. Önemliydi benim için. Çünkü bu kitabı Atatürk için yazdım aslında. Bütün hikâye sondaki sürpriz için akıyor... İlkokulda çocuk dünyamda kendimi mutsuz hissettikçe, Atatürk’ün portresiyle konuşurdum. Atatürk’ü babam sandığım yıllar oldu. Kendimi bilmeye başladığımda geçti tabii. Hâlâ Atatürk’ün fotoğraflarının peşini kovalar ve onu anlamaya çalışırım. Evet, bu roman tarihi olaylardan bağımsız bir kurguya sahip. Ama unutmayalım ki, bu bir roman. Bir tarih kitabı değil.

Haberin Devamı

BENCE BÜTÜN KADINLAR NAZİFA

- Kitapların niteliği bundan nasıl etkilenecek? Nazifa’da ‘acı’ büyük rol oynuyor mesela...
- En iyi bestsellerlar herkesin anlayabileceği şekilde yazılır. Paulo Coelho’nun kitaplarına başladığınızda bir gecede bitirirsiniz, örneğin. Çünkü hiç kitap okumayan birini de, seni de yakalar diliyle. Bu kitapta üsluba özen gösterdim.
Nazifa çok acılar çekiyor, evet. Ama bunları yaşaması gerekiyor. Çünkü kadınların hepsinin ayrı ayrı acıları var. Biri tecavüze uğruyor, birinin oğlu ölüyor, biri aşığına kavuşamıyor, öbürünü kocası dövüyor... Bu kitabı 300 bin kadına okutmak için, bu kadınların acılarını bir kadında birleştirmeliydim. Bence bütün kadınlar Nazifa. Sadece içindeki kadının dışarı çıkmasına izin vermiyorlar. Ben bazı kızlar tanıdım. Aşk hayatlarını, aşk ve iş olarak ikiye ayırmışlar. Çeşitli menfi çıkarlara dayalı, yüzeysel, gerçek duygulardan uzak ilişkiler kuruyorlar. Alan da satan da memnun neticede. E, nereye gitti bütün bu yazılanlar, okunanlar? Kaybolmayın meçhullerde. Hepiniz bir Nazifa’sınız.

Haberin Devamı

KOLEKTİF BİLİNCİMİZİ GELİŞTİRMEMİZ LAZIM

- Kur’an ile ilgili yanlış bilinenleri didaktik bir üsluba kaçmaksızın vurguluyorsunuz. Yazar kimliğinize bir misyon yüklüyorsunuz sanki. Ne dersiniz?
- Benim hedef kitlem kitap okumayan kitle. Kitap okuyan kitleyle ilgilenmiyorum. Çünkü onlar zaten okuyorlar. Türkiye’de ortalama 75 milyon insan var. Bunun sadece 350 bini okuyucu. Üstelik genç nüfusumuz daha yüksek. Bizim ülkemizde 30 bin satan bir kitap yılın çok satanlar listesine giriyor. Bu sayı, İngiltere’de bir mahalle bile etmez halbuki. Üstelik Kur’an’ın ilk emri “Oku”dur. İzle değil, dinle değil, oku. Ama sanki öyle yazmıyor. Neden? Çünkü; Müslümanlar okumuyor. Otoritelerin bu kitabı beğenmemesi önemli değil benim için. Çünkü; bu kitabı dizi izlemekten başka bir şey bilmeyen, gazetenin yalnızca magazin sayfalarını takip eden, sürekli diziler izleyen, 500 TL’lik maaşı varken iki milyarlık kredi kartı borcu olan, ona ait olmayan bir hayatın hayallerini kuran insanlar okusun istiyorum. Kolektif bilincimizi geliştirmemiz gerek. Yoksa kötü bir dünyanın içinde kalacağız. Nazifa romanı, uyanması gerekenlerin önüne düşen bir taş olsun. Eminim, misyoner bir duyguyla bu evrene katkı sağlamak isteyen başkaları da vardır.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!