Güncelleme Tarihi:
Yıl 1962... İsmet İnönü, Adnan Menderes için “Sizi ben bile kurtaramam” cümlesin i henüz birkaç yıl önce söylemişti. Korcan Karar ve Jim Carrey o yılda doğmuş, Albay Talat Aydemir’in başlattığı darbe girişimi o günlerde bastırılmıştı. Türkiye o tarihe kadar daha Eurovision’a katılmamış, Feriköy, Beykoz ve Yeşildirek’in de mücadele ettiği 1. Lig’de Galatasaray şampiyon olmuştu. Ve sadece Ankara Radyosu ulusal yayın yapabiliyordu, televizyonun “t”si, medyanın “m”si yoktu ortalarda... Ülkenin “ahvali” işte böyleyken Urfa’dan gelen genç bir delikanlı sesini tüm Türkiye’ye duyuruyor; gazinoları ağzına kadar dolduruyordu. Bu alemin ilk krallarından biriydi Nuri Sesigüzel... Kelebek’in “amirali” Selim Akçin’den “Gazeteyi Resmi Gazete’ye çevirdin” fırçasını yiyip üstüne de “Halk müziğinden birini istiyorum” diye kesin bir emir alınca, ben de dayandım alemin taçsız kralı Sesigüzel’in kapısına. Bugün 72 yaşında olan Nuri abi, 50 yıllık sanat yaşamında 300’e aşkın albüme imza atmış bir duayen türkücüden çok hâlâ hınzır bir çocuğu andırıyor... Bu sohbeti yaparken zaman zaman bir tarihe tanık oldum, zaman zaman da kahkahalarla güldüm... Haydi bana müsaade, size neşeli okumalar...
* Şöyle tam teşekküllü bir Nuri Sesigüzel portresi çıkarmak istiyorum ama inan nereden başlayacağımı bilemiyorum.
- Nereden başlarsan başla da, doğum tarihimi sorma bana, çünkü bilmiyorum. Nüfus kağıdımı aldığım zaman 9 ya da 10 yaşındaydım. Ortaokula gitme vaktim geldiğinde, “Nüfus kağıdı lazım” dediler...
* O zamana kadar aklın neredeydi Nuri Abi...
- Kimsenin aklına gelmemiş ki benim gelsin... Nüfus müdürüne de gitmeye korkuyordum kovar movar diye...
* Yahu adamın işi değil mi senin kağıdını vermek? Niye kovsun?
- Bahsettiğim müdür Kıro Ali diye bir adam; sabah 8’de başlardı içkiye... Büyüklerim “2 ufak rakı, biraz da kırık leblebi al, öyle git yanına” dediler...
* Rüşvet olarak çilingir sofrası kuracaksın neredeyse...
- Aldım şişeleri, geçtim karşısına Kıro Ali’nin, hazırolda durdum... “Ne istiyorsun la” dedi... “Nüfus kağıdım yok” deyince “Ulan eşek sıpası şimdiye kadar nerdeydin” diye bağırdı. Şişeleri çekmeceye koydum, ses etmedi, aldı kağıdı yazmaya başladı... 1943 yazmış doğumuma, öyle de kaldı işte...
* Peki valide hanım ne diyor bu işe? Sormadın mı hiç “Hangi tarihte doğdum?” diye...
- O da bilmiyordu ki... “Kara üzüme nişan düştüğü zaman doğum yaptım” derdi bana...
* Biraz annenle babandan söz etsene...
- Babam Mehmet ama bizim oralarda Mamo derlerdi. Anam da Nazey... O, Ketkan aşiretindendi, babam da Beski...
BETONLARIN ÜZERİNDE
YATTIM ÖLMEK İÇİN
* İzninle damardan gireceğim konuya, Nuri Sesigüzel ilk ne zaman sevdalandı?
- O zamanlar soyadım Sesigüzel değil Kaçtaş’tı... 17-18 yaşlarındaydım, kız benden 6 yaş büyük...
* Vermedi mi ailesi?
- Kızın elini bile tutmuşluğum yoktur... Öyle flört etmek, sinemaya gitmek desen zaten hayal; öldürürlerdi bizi. Pencerenin altından geçerken uzaktan bakışırdık, bazen de çeşme başında bir-iki laf ederdik, o kadar...
* Yüreğin cız ediyor muydu onu görünce?
- Etmez mi yaa... O yüzden alkole düştüm. Para varsa rakı içiyordum, yoksa ispirto... Kara sevdaya tutulmuştum düpedüz. Betonların üzerinde yattım ölmek için...
* Aman abi ince hastalığa yakalanacaksın.
- Yakalandım zaten, verem oldum... Hâlâ ciğerimde etkisi vardır. Neyse; baktılar durumum kötü, apar topar askere gönderdiler. Orada da zafiyetten 2 ay yattım. Sonra derdimi unutayım diye spora verdim de kendimi, öyle toparladım...
* Asker dönüşü bekliyor muydu sevdalın seni?
- Yok yahu... Rahmetli babası dizel makinistiydi. Ben terhis olmadan elektrik gelmiş bizim oralara, onlar da kalkıp vilayete gitmişler. Bir daha hiç görmedim kızı.
* Karalar bağlamışsındır...
- Evini boş görünce baktım yine kötüleşeceğim, gurbete gitmek istedim. Gurbet bizde pek makbul değildir, anam izin vermedi. O aralar yeni kuru üzüm satmıştık, ben de anamdan para çalıp kalktım İstanbul’a geldim. Bir ay geçti geçmedi; 60 ihtilali oldu...
ANKARA RADYOSU
SINAVINA “ÇÖPÇÜYÜM”
DİYEREK YAZILDIM
* Bu arada ne yapıyorsun İstanbul’da?
- Önce Aksaray Türk Musiki Cemiyeti’nde dersler aldım. Sonra İstanbul Radyosu’nun imtihanını kazandım, hayatım da orada değişti işte...
* Artık profesyonel oldum diyorsun...
- Yok canım ne profesyoneli... Daha hiçbir şey bilmiyordum. Bir gün radyoda Nida Tüfekçi hocam çalıyor, ben uzun hava okuyorum; “Gidin haber verin yarime benim, dağlar dayanmıyor zaarıma benim, sardı ciğerimi dermansız bir dert, gelmez oldu zalim yanıma benim”... Bu kendi eserim biliyor musun?
* Yok, ama çok güzelmiş...
- Ben okuyorum okuyorum belki bizimkiler radyodan sesimi duyar diye ama ne memleketteki annemden ne de akrabalardan çıt çıkıyor. Bir gün Nida hocaya sordum; “Bu ne iş?” diye... “Oğlum” dedi; “İstanbul Radyosu Adapazarı’na kadar yayın yapar”...
* Sen bütün Türkiye dinliyor zannediyorsun...
- Tabii ya... Kız dinledi, anam babam, akrabalarım dinledi sanıyorum. “Bütün gün çığırdın ama Urfa dinlemedi” dedi hoca: “Sen burada bir halt olamazsın, dua et yakında Ankara Radyosu’nun imtihanları başlasın, orada söylersen anan da duyar, baban da...” Allah yüzümüze güldü de 6 ay sonra Ankara Radyosu imtihan açtı.
* Sana da göründü Ankara’nın büklüm büklüm yolları...
- Gittim Ankara’ya ama İstanbul Radyosu’nda okuyorum desem beni hemen kovarlar. “Çöpçüyüm” diyerek yazılıp girdim imtihana; 35 hocanın karşısına geçtim. Orayı da kazandım, Ankara’da kaldım.
* Bir taraftan da İstanbul Radyosu’ndasın; çifte memuriyet başına bela açmadı mı?
- İstanbul’dan hemen telgraf çekmişler “Nuri Sesigüzel buranın sanatçısıdır, geri gönderin” diye... Ama bende öyle geniş repertuvar var ki, sadece Urfa’dan getirdiğim türkülerin sayısı 40’ın üzerindeydi. O yüzden geri vermediler beni.
1963'TE ANKARA'DA ŞÖHRET OLDUM
* Sıra ne zaman ilk plağa geldi?
- 78’lik bir taş plaktı ilk yaptığım... Biz çok gençken Kore Savaşı çıkmıştı. Hatta teyzeoğlum da gitmişti savaşa. Kahvenin önünden geçerken radyodan “Türkler çemberi yardı” filan diye haberleri duyardık. Ben çok etkilenmiştim bu durumdan. Sonra oturdum şu şarkıyı yazdım: “Kore dağlarında kar bölük bölük, zaten biz olmuşuz yaralı geyik, takarız süngüleri hep Allah derik...” Yaz bunun da sözlerini haa...
* Çok sattı mı ilk plağın?
- Satmaz mı... Ama asıl “Sarı Sabahlık” beni bugünlere getirdi... “Sarı sabahlık yakışmaz mı güzele... Güz gelince bağlar döner gazele”...
* Tamam yakışır abi de, neden sarı sabahlık?
- O sevdiğim kız var ya, sarı sabahlık giyerdi. 1963’te Ankara’da şöhret oldum. Bir gün İstanbul’da ilk defa sahneye çıkacağım. Matineye geldim ki salon ağzına kadar dolu. Askılarda yer kalmayınca hanımlar vestiyere mantolarını sermiş. Felaket bir kalabalık. Şoke oldum tabii, bu kadar şöhret olduğumu bilmiyordum.
* Bir anda patladın yani...
- Aynen öyle, aniden zirve oldum...
BENDEN SONRA TATLISES GELİR
* Pat diye sorayım... Nuri Sesigüzel Amerika’da yaşasaydı ne olurdu?
- Yabancı dil bilseydim dünya çapında insan olurdum, kesin...
* Var mı kendinle kıyaslayacağın biri...
- Yok... Benden sonra İbrahim Tatlıses gelir, yorumunu çok severim. O da çok matraktır. Bir gün geldi; “Dayı, İzmir’den misafirlerim var, yanımda para yok. Bu gece bizi Maksim’e götür, ben sonra sana öderim” dedi.
* Neden yokmuş ki parası?
- Ne bileyim ben... Neyse, 12 kişi atladık gittik Caddebostan Maksim’e... Herkes viski içiyor, bardaklar dolu gelip boş gidiyor. Bir hesap geldi, aklım uçtu. Yanımda o kadar para yok. “Çek defterini çıkar” dedi İbrahim. Kafam da iyi, çıkardık, kestik çeki mecburen. Meğer hepsi danışıklı dövüşmüş. Tezgaha bak, amaçları bana boş yere para harcatmak.
HAYVANLARA HARCADIĞIM PARAYLA 3 APARTMAN ALIRDIM
* Sen çiftlik işlerine çok meraklısın galiba Nuri abi...
- Çook... Avcılar’daki çiftliğimde 110 ineğim, 300 koyunum vardı. Sonra baktık astarı yüzünden pahalıya geliyor, sattık hepsini... O hayvanlara harcadığım parayla 2-3 apartman alırdım.
* Şimdi kaç hayvanın var?
- Çatalca’da, yani bu kobranın olduğu yerde 1 boğam, 2 ineğim var sadece...
* İsimleri de var mı ineklerin?
- Şu işi de aydınlığa kavuşturalım da kimse alınmasın... Çiftlikte çalışan çocuk çok dizi izliyor. Behlül, Bihter falan...
* “Aşk-ı Memnu” mu?
- Hah onu izliyor. Boğanın adını Kıvanç’ın dizideki ismi olan Behlül koymuş. Ben de bazen “Behlül” diyorum bazen “Kıvanç”. İki adına da alışmış. Seslendiğimde bakıyor. Bir inek var, onun adı da Türkan. Bu sefer diziden değil Türkan Şoray’dan esinlenmiş. Çünkü bu ineği görsen, gözler mözler sürmeli.... Sonra Fatmagül var.
* Onun suçu ne?
- Yahu ineğe Fatmagül adını takmış çocuk... Yok kötü bir niyetimiz, çocuk koymuş isimleri.
GÜLŞEN'İ SEVERDİM AMA ARTIK SEVMİYORUM
* Yeni popçuları falan dinliyor musun? Beğendiğin var mı gençlerden?
- Hoşuma gideni dinlerim. Mesela Tarkan iyidir. Hande Yener de öyle... Ama Serdar Ortaç dinlemem, ritim bas hep aynı çünkü... Eskiden Gülşen’i de severdim...
* Şimdi sevmiyor musun?
- Yok, dağıttı, harcadı kendini... Kimlerle beraber oldu hatırlasana.
* Şarkıcılığının ne ilgisi var bununla...
- Olmaz mı? Gülşen hayranıydım, çok da seksi buluyordum onu ama öyle beraberlikleri var ki ben bile iğrendim...
* Biraz çapkınlık var mı Nuri Sesigüzel’de?
- İbadet de kabahat de gizlidir. Bir delikanlı sevdiği kadını teşhir etmez. Öyle gazetelere çıkmak falan yok kitabımda. Benim işim ayrı, eşim ayrı. Eşim çocuklarıma bakmakla yükümlü, ben de onları yetiştirmekle...
AYSEL TANJU'NUN KÜLODU YÜZÜNDEN MAHKEMELİK OLDUK
* Sahnelerin zirvesinden Yeşilçam’a transfer nasıl gerçekleşti?
- Beni sahnede izleyen sinemacılar, fiziğimi, şahsımı beğenmişler. 1963’te sahneye çıkar çıkmaz keşfedildim. İlk filmim “Fabrika Gülü”...
* Kimdi filmin esas kızı?
- Muhterem Nur... “Fabrika Gülü” benim bir şarkımın adı. O zamanlar Şükran diye sarışın bir göçmen kızı vardı, fabrikada çalışırdı. Akşamları gidip işten alırdım Şükran’ı, ona yazmıştım şarkıyı... Sözlere bak sözlere; “Fabrikanın çalar zili, çıkar fabrikanın gülü, ah sarışındır, ince beli, kız seni seven olur deli”... Ama o filmle mahkemelik olduk abi...
* Neden?
- Afişte şöyle bir fotoğraf var... Ben Aysel Tanju’nun yüzüne bakıyorum, o da aşağıdan külodunu çıkarıyor... Böyle bir resim çekilmiş...
* Ne demek çekilmiş? Senin haberin olmadan mı çekmişler?
- Filmde o sahne var; ama sette fotoğraf çekildiğini bilmiyordum. Ben yüzüne bakarken kadın şeyini çıkarmış... O resmi kocaman bir bez afiş yapıp Taksim Meydanı’na asmazlar mı? Haydaa... Kamuoyu tepki gösterdi, savcılığa vermişler; sonunda mahkemeye çıktık...
* Aysel Tanju’nun külodu için...
- Evet ya... Hakim karşısına çıktık, resimler adamın önünde, demez mi “Sen Anadolu çocuğusun, nasıl çektirdin bu resmi, ailenden, çocuklarından utanmadın mı”...
* Aşağı tükürsen sakal yukarı...
- Ama ben ne dedim? “Haklısınız çok utanıyorum” diye başladım lafa, “Sakın beni yanlış anlamayın, siz orada oturuyorsunuz, alttan fermuarınızı açıp kapıyorsunuz, ben de yüzünüze bakıyorum... Nereden göreceğim ne yaptığınızı”...
* Hakim kırmadı mı kalemi?
“Çık dışarı” diye bağırdı, beraat ettim senin anlayacağın...
AJDA’YI SİNEMAYA DA
ŞARKICILIĞA DA BAŞLATAN BENİM
* Başka kimlerle film çevirdin Nuri abi?
- Hülya Koçyiğit, Ajda Pekkan, Fatma Girik... Hülya ile çektiğimiz “Kara Sevda” şu ana kadar en çok iş yapan filmdir. Prodüktör Cemil Uyanık onun parasıyla bir han aldı, adını da Kara Sevda Hanı koydu. Ama o filmi hiç sonuna kadar seyredemedim...
* “Çok duygulandım” deme bana...
- Duygulandım tabii... Böyle bir dram, böyle bir gerçekçilik olamaz... Hayatımı oynadım orada; üç kere gittim üçünde de ağlamaktan filmin yarısında çıktım inan buna.
* Ajda ile hangi filmde oynadın?
- Burçak Tarlası’ydı galiba... Onu sinemaya da, şarkıcılığı da başlatan benim... Bunları gerekirse canlı yayında da söylerim...
* Ajda sinemaya geçtiği zaman şarkıcı değil miydi zaten?...
- Hayır efendim... Onu rahmetli Berker İnanoğlu’na götürüp iki film mukavelesi yaptırarak ilk filmini çektiren benim. Bir gün Suat Kulüp’te bir tokat sahnemiz var. Rejisör geldi “Kızın ilk filmi, öyle bir tokat at ki oynasın, refleks versin” dedi. Ajda fabrikatör kızı, ben de korumasıyım. Beni seviyor ama kıskandırmak için kim teklif ederse onunla dansa kalkıyor. Dansta ayılmalar, bayılmalar falan beni tahrik için... Bu arada ben de masada oturmuş içiyorum.
AJDA’YA ÖYLE BİR TOKAT
ATTIM Kİ KÜPELERİ FIRLADI
* Rol icabı herhalde...
- Yok yaa... İnandırıcı olsun diye hakikaten kafayı çekiyorum. Derken biri daha geldi yanına “Bu dansı bana lütfeder misiniz?” diye... Bir tane çaktım, çocuk uçtu gitti. Ajda “Bu ne münasebetsizlik” falan derken buna öyle bir tokat atmışım ki kulağından küpeler fırlamış... Yönetmen stop diye bağırıyor, etrafta bir kargaşa ki sorma.
* Bu arada Süperstar da tokadı yemiş...
- Hem de ne tokat... Sonra geçtik soyunma odasına... Ben “Bilerek yaptım ama rejisör söyledi, affet” diye nasıl özür diliyorum anlatamam. Derken kameraman gelip “Baba özür dilerim, ben tokadı kaçırdım, bu sahneyi yeniden çekeceğiz” demez mi!
* Haydaa, dayak yeniden başlıyor...
- Yok canım bu sefer Ajda’nın suratını bilerek ıskaladım. Gelelim şarkıcılık meselesine... Bir gün yine aynı filmin setindeyiz... Semiramis yabancı bir şarkıcının plağını getirdi. “Bak Ajda şunu bir dinle çok güzel” dedi... Ajda bir yandan dinliyor bir yandan da şarkıyı söylüyor.
* Emin misin o zamanlar Ajda Pekkan’ın şarkıcılık yapmadığına?
- Şarkıcı falan değil, ilk filminde ben oynatıyorum. Kızın sesini duyunca aynen şunu söyledim: “Ajda sesin çok güzel, biraz terbiye edersen çok iyi bir şarkıcı olursun...” Şaşırdı, “Dalga mı geçiyorsun?” dedi. Olay böyle kapandı gitti...
* Ajda’nın aklına şarkıcılığı ilk sen soktun yani...
- Vallahi öyle, Ajda gelsin yüzleşelim.
* Peki onu sen nereden tanıdın?
- Piyasada geziyoruz işte; bir yerlerden tanıdık... Ama şimdi 10 numara oldu, çok saygı duyduğum bir sanatçıdır.
BÜLENT ERSOY'U STÜDYODA AĞLATACAĞIM
* Ajda’dan başka keşfin var mı sanat dünyasında?
- Sevgili Bülent var... Yine kimse alınmasın ama ben doğruları söylerim...
* Kim bu Bülent?
- Bülent Ersoy... O zamanlar ben Saner Plak’ın solistiydim. Bir gün şirketin sahibi Adnan Saner “Kumkapı’ya yemeğe gidelim” diye çağırdı. Odasına girerken bir baktım kapıda bu oturuyor. Bülent Hanım o zaman daha Bülent Bey, Bülent Erkoç...
* Meşhur falan değil yani...
- Yok canım daha ilk plağını yapacak.. Ben odaya girdim; Adnan “Haydi kalk yemeğe gidelim” dedi. “Dışarıda bir delikanlı bekliyor seni, işini bitir sonra gideriz, ayıp olmasın” dedim.
* Sen öyle demesen ne olacak?
- Ne olacak? Bülent bekleyecek ki yemekten dönelim... Bu içeri girince Adnan, “Bak oğlum ben bu işten anlamam, Nuri hoca burada, o bir ışık görürse mukavele yaparız” dedi.
* İhale sana kaldı yani...
- Baktım çocuk çok güzel okuyor; “Adnan bununla iki plaklık mukavele yap” dedim... Bülent tam anlaşmayı imzalayacak dönüp demez mi “Nuri hoca stüdyoya girip beni okutursa imzalarım, okutmazsa imzalamam...” Aynen böyle dedi, açın telefonu söylesin.
* Peki gittin mi stüdyoya?
- Gittim tabii... Biraz düz okuyordu, okumayı kesip “Daha duygusallaştır ulan” diye bağırdım, ağlata ağlata söylettim. Çok da iyi sattı plağı. Sitem etmiyorum ama binlerce programa katılıyor; neden dile getirmez ki bunu...
* Ajda Pekkan’ın, Bülent Ersoy’un çıkışlarında hep Nuri Sesigüzel imzası mı var yani?
- Emel Sayın da var o listede... Emel ile biz Ankara Radyosu’ndan arkadaşız. O, Ankara Gençlik Parkı’nda okuyordu, ben şöhret olup İstanbul’a geldim. Bir gün Taksim’den Galatasaray’a doğru yürürken bunlarla karşılaştım...
* “Bunlar” dediğin kim?
- Emel ile kocası İsmet Kasapoğlu... Emel hemen boynuma sarılıp “Sana güvenip geldik, beni n’olur kadrona al” dedi. O zaman Gar Gazinosu’nda çalışıyordum, görsen ortalık yıkılıyordu.
* Her zamanki gibi diyorsun...
- Her zamanki gibi tabii... Emel yanımda çalışmaya başladı; benden önce sahneye çıkacak. “Bak kızım” dedim “Sesin de güzel, fiziğin de, yakında assolist olursun, önce ben çıkayım, sen benden sonra sahne al...”
* Bu da riskli bir durum ama...
- Onu boşver de, sen bendeki insanlığa bak... Ama kız akıllı; “Senden sonra beni kim dinler Nuri abi, salon boşalır” dedi. Eee şimdi ben bunların hangi birini anlatayım...
FAİK "NURİ DAYIMIN KOBRASI ÖLDÜ" DEDİ, ORTALIK KARIŞTI
* Ayrı bir konu ama hep merak ederim, şu meşhur çiftliğinde kobra besleme olayının aslı astarı nedir?
- Doğrusunu anlatayım... Bir gün hanımla Seda Sayan’ı seyrediyoruz televizyonda. Safiye ile Faik de konukları... Bir ara Faik durup dururken “Seda abla biliyor musun Nuri dayımın kobrası ölmüş” dedi. Faik’in kafasında hınzırlık var halbuki ama kızcağız nereden bilsin; “Ay çok üzüldüm, Nuri abiyi çok severim, başı sağ olsun” demez mi?
* Kobra mı besliyordun gerçekten?
- Kobra falan yok ortada yahu... Faik fırlamalığına bel altından vuruyor, gırgır olsun diye öyle bir şey söyledi işte. O zamanlar televizyonda Seda’nın rakibi Petek Dinçöz.. Bir hafta geçti geçmedi bir telefon ondan, beni programına davet ediyor, gittim Petek’in programına... İki türkü okudum, yıkılıyor ortalık...
* Biz gelelim kobraya...
- Petek de “Nuri abi başınız sağ olsun, kobranız ölmüş” deyince ben altta kalır mıyım? Dayanamadım yazdım bir senaryo; “Çiftlikte benim çoban ot biçerken yılan karşısına çıkmış, o da tırpanı vurmuş yanlışlıkla... Allah’tan bir yavrusu var. Faik de geldi başını okşadı” dedim... Ben iş kapandı zannediyorum...
* Bitmedi mi daha?
- Biter mi... Aradan bir hafta geçti baktım çiftlikte iki kameraman. “Efendim Seda Hanım’ın selamı var, kobrayı nereye gömdüyseniz mezarını çekmek istiyoruz” diyorlar... Kobra oldu mu başımıza bela... Bu arada bizim çoban yanıma yaklaştı, “Biraz gelir misin abi” dedi. Gittim bir baktım kobra ağaca asılı duruyor.
* Abi hani yoktu kobra? Ne asmış senin çoban ağaca?
- Kobra falan değil yahu... Çocuk bizim çiftlikteki yılanlardan birini vurmuş, ağaca asmış, “Gelip çeksinler abi” diyor.
* Çektiler mi?
- Çektiler tabii... Sonra Seda beni canlı yayına aldı. Senin anlayacağın olmayan kobrayla üç program yaptılar. Zaten gebermişiz gebereceğimiz kadar, daha kobra mı kalmış!
GENCEBAY'IN BANA SAZ ÇALMIŞLIĞI VAR
* Gel yeniden gençlik günlerine dönelim... Orhan Gencebay’la da kadim bir dostluğunuz var yanılmıyorsam...
- Doğrudur, bana saz çalmışlığı var...
* Onu da mı sen keşfettin yoksa...
- Yok biz Orhan’la 62 yılından beri tanışırız. Ankara’ya radyo imtihanına gelmişti. Kaldığım otelin sahibi de Samsunlu’ydu, odama bir yatak daha attırdım, paylaştık odayı...
* Masraf da azalmıştır.
- O da var tabii... 85 lira maaş alıyorum, otele de gecede 2,5 lira veriyorum. Hemşeriler, misafirler gelip gidiyor, sabaha kadar türkü okuyup ağlaşıyoruz. Orhan imtihana girdi çıktı, Samsun’a geri döndü, sonra ne oldu bilmiyorum.
* Kazanamadı mı imtihanı?
- Onu bilemem, koptuk o zaman... Sonra ben İstanbul’a gelip şöhret olunca, o da Kasımpaşa’ya bahriye askeri olarak geldi.
* Gelip bulmadı mı seni?
- Bulmaz mı? Kuliste her gece beraberiz. O zamanlar Zeki Müren 60 bin alıyor, ben 6 bin... Zirveye nasıl oturduğumu anla... Altımda son model araba, Orhan’la Boğaz’da gezip duruyoruz.
* Nerede saz çaldı sana?
- Maksim’de... Bu arada Beyaz Kelebekler’in solisti Azize (Gencebay) ile kırıştırıyor. Onlar Ankara’ya konsere gitmişler, bir akşam baktım bizimki ortada yok. Azize’nin peşinden Ankara’ya gitmiş. Darbukacı 40 derece ateşle yatıyor, maestro da o gece izinli... Biz kaldık mı ortada bir başımıza...
* Başka saz yok mu arkanda?
- Var ama biz onlara kelle saz deriz. Asıl işi götürecek adam yok... Neyse sazı kendim çaldım, uzun havalarla falan idare ettik o gece; yine de yıkıldı ortalık.
* Orhan Baba dönüp gelmedi mi sonra?
- Geldi ama o zaman da ben almadım.
* Ankara Radyosu bir dönem pek çok sanatçı yetiştirmiş...
- Hem de nasıl... Rahmetli Neşet Ertaş da gelip giderdi, Ankara’da Hergele Meydanı’nda beraber saz çalar söylerdik...
* Yine parasızlık dönemi mi...
- Açız aç... 5-6 kişiyiz... Alırız 750 gram kuşbaşı eti, bol bol da soğan... Ben eti kavururum, Neşet de soğana ha bire körük çeker... Bir de bol salçalı acılı meyhane pilavı yapıp ekmeği katık ederek yerdik.