Takva, Altın Portakal’da dokuz dalda ödül almasının ve Toronto Film Festivali’nde Kültürel Yenilik Ödülü kazanmasının yanı sıra, Avrupa galasının yapılacağı Berlin Film Festivali’nde de Panorama bölümünde gösterilecek. Mahallenin Muhtarları dizisindeki Temel karakteriyle hayatımıza sızmıştı. Dizi tam 12 yıl sürdü. Onu tanıdığımızda komik aşık Temel’i canlandırıyordu. Sonra Gemide filmiyle bambaşka biri, kaptan olarak karşımıza çıktığında afalladık. Erkan Can’ı asıl o zaman keşfettik. Türk sineması da o zaman keşfetmiş olacak ki o rolüyle ilk Altın Portakal’ını aldı. Dar Alanda Kısa Paslaşmalar filminde, bu kez Kaleci Suat’tı. Yazı Tura filminde Firuz karakteriyle 2004 SİYAD Ödülleri’nde En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu seçildi. 2006 yılına gelindiğinde Takva ile yine Altın Portakal’da En İyi Erkek Oyuncu ödülünü aldı. Ama o bütün içtenliğiyle şunu söylüyor: "Sinemaya daha yeni başladım, öğrenmeye çalışıyorum." Erkan Can, kendi tabiriyle bir hayta ve firari güvercin.
Bursalı, Köy Enstitülü öğretmen bir baba ile ev hanımı annenin, dördüncü ve tekne kazıntısı son çocuğu olarak 1 Kasım 1958’de doğar. Bursa’da çok sayıda Artvinli yaşadığı ve onu her gören "Karadenizli misin" diye sorduğu için "Burtvinliyim" der. Tipik bir sokak çocuğudur, annesinin tabiriyle kasap köpeği gibi etrafta dolaşır.
Yemek için bile eve girmez. Fırından bir ekmek kaptığı gibi, hangi komşu teyzenin kapısı açıksa girer, ekmeğine yağ sürer, salça sürer karnını öyle doyurur. Şeftalinin, armudun kralı zaten bahçelerdedir. Muhteşem topaç çevirir, bizim misket onun cille dediği oyunda ortalığın tozunu attırır. Mahalle kavgalarında kafası yarılanların tedavisini yapar, "çocukluğumda sıhhiyeydim" diye anlatır o günleri.
Bursa’da "Sarı" lakabıyla nam salar. "Bir bakarsın bir minibüste muavin takılırım, hoop Heykel’e gitmişim, bir bakarsın dökümcüde çırağım, sonra bir bakarsın aileden habersiz bir ay izci kampındayım." Böyle olunca Bursa’nın her mahallesinde giriş vizesizdir ona. Sarı olmak en çok da 1980’lerin o karışık günlerinde işe yarar. Mahallesi solcu olduğu için solcudur "Ama sağcı mahallede otursaydım o zaman da sağcı olacaktım" der. Sağcı ve solcu mahallelerin ahalisi birbirinin bölgesine giremezken o Sarı olduğu için her yere rahatça girip çıkar.
1969 yılında ailesinin Ertuğrul Gazi Meskenler Mahallesi’ne taşınmasıyla, onun da hayatı değişir. Oradaki abileridir ona tiyatroyu, sanatı sevdiren. Bu abiler, kahvede aylaklık yerine resimle, müzikle, tiyatroyla uğraşır.
ORTAOKUL 7 YILDA BİTTİ15 yaşındayken mahalleden ressam bir abisinden talimat alır: "Tiyatro kursu var. İki resim çektiriyorsun, dilekçeni veriyorsun, kaydoluyorsun sonra da gelip bana rapor veriyorsun." Bursa Devlet Tiyatrosu’nun açtığı kurslara kaydolur. Tiyatrocu Ali Sürmeli ve Zafer Algöz ile taa o günlerden arkadaştır. Hocaları Kenan Işık, Yalın Tolga gibi isimlerdir. Işık, teknik, bale, eskrim, tiyatro tarihi konusunda ne öğrendiyse bu kurstan öğrenir.
Okul heveslisi bir çocuk değildir, üç yıllık ortaokulu yedi senede bitirir. Tiyatro kursuna devam edebilmek için Akşam Sanat Okulu metal bölümüne kaydını yaptırır. Atölye dersleri iyidir ama teorik derslerde fena çakar: "El becerim iyidir ama hesapla kitapla işim olmaz, dört işlemi zor yaparım."
Geceleri tiyatro oyunlarında rol almaya başlayınca, okul yine aksar ve babasının tüm ısrarına rağmen Lise 2’de okulu terk eder.
Kurstan arkadaşları da birer birer konservatuvarı kazanıp gidince tiyatroda yalnız kalır. Lise mezunu olmadığı için konservatuvara da giremez. Bari askerlik yapayım, der. 19 ay Manisa’daki eğitim birliğinde askerliğini yapar. İroniyle karışık o günleri şöyle anlatıyor: "Askerliği çok sevdim, hatta hiç bitmesin istedim. Güzel bir savaş oyunu. Grubumu kurdum, tiyatro yaptım ve çok eğlendim."
YA GEMİCİ YA TİYATROCU27 yaşında askerlik biter, ardından malum soru gelir: Şimdi ne olacak? Bu yaştan sonra konservatuvar hayaldir, maceracı ruh "bari bir gemiye yazılayım, hiçbir şey yapamıyorsam makineleri silerim" diye düşünür. Tam gemici kağıtlarını hazırlamışken, bir arkadaşı "Yahu İstanbul Belediye Konservatuvarı var, oraya başvursana" der. Fakat yaşı büyüktür. Arkadaşı, Erkan Can’ın başvuru formlarında görmediği seçeneği görür. Seviye tespit sınavında yaş sınırı yoktur. Yapması gereken tek şey, beş dakikalık bir sahne hazırlaması ve 10 liralık başvuru parasını yatırmasıdır. Cepte ise beş kuruş yoktur. Yasemin Yalçın’ın eşi İlyas İlbey arkadaşıdır. Yolda karşılaştıklarında parayı ondan alır. Hemen Bursa’daki tiyatro kursunda da oynadığı, "Rosenbergler Ölmemeli" oyununu hazırlar. Jüride, Yıldız Kenter vardır. Erkan Can, oyununu oynayıp sahneden indiğinde, Yıldız Kenter onu yanına çağırır, tam olarak ne yapmak istediğini sorar. "Tiyatro yapmak istiyorum ama olmuyorsa da gemiye kaydımı yaptırdım, gidiyorum" der. Yıldız Hanım, "Tamam seni üçüncü sınıftan başlatacağım" dediğinde, Erkan Can "Yok istemem. Olacaksa sağlam olsun, ben birinci sınıftan başlayayım" cevabını verir. Bu arada cepte beş kuruş yokken nasıl yaşadığının sırrını da şöyle anlatır: "Arkadaşlarımla bağımı hiç koparmam. Türkiye’nin her yerinde asker arkadaşım vardır mesela. Arkadaşlarımla komün yaşadım hep. Yarin yanağından gayrı her şeyimiz ortaktır. Hayat felsefemiz budur".
İKİ ALTIN PORTAKAL
Konservatuvar birinci sınıfa giderken, Androkles ve
Aslan oyununu çocuk tiyatrosunda oynar. Yine okul yıllarında, Müjdat Gezen ve Cenk Koray’ın rol aldığı meşhur Elma Kabare’de oynar. TRT 2 TV kanalının yeni açıldığı yıl, Bizim Çocuklar isminde bir dizi filmde rol alır. Okuldan mezun olduğunda, ünlü tiyatrocu Zeliha Berksoy’un 1990’da kurduğu, İstanbul’da Bakırköy Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda çalışır. 1992’de Kandemir Konduk, Mahallenin Muhtarları dizisi için teklifte bulunur. "Tiyatro var, sürekli çekimlere gelemem ama küçük bir rol yazarsan bize de çorba parası olur" diyerek kabul eder. Fakat tam da bu sıralar tiyatroyla sorunları başlar, "Yapamayacağımı anladım, orasıyla mayam tutmadı" diyerek istifa eder. İşte tam 12 yıl süren Mahallenin Muhtarları dizisindeki Temel karakteri de, bu istifayla önce küçük bir rolken büyüdükçe büyür.
İlk replikli filmi Osman Sınav’ın Yalancı filmidir. Ama asıl çıkışı Serdar Akar’ın yönettiği ve kendisine Altın Portakal kazandıran "Gemide" filminde Kaptan performansıyla yakalar. Ve 12 yıllık Mahallenin Muhtarları dizisindeki Temel’in izlerini, bu rolle yerle yeksan eder. İzleyiciler bambaşka bir Erkan Can’la karşılaşır. Filmler arka arkaya gelir; Dar Alanda Kısa Paslaşmalar, O Şimdi Mahkum, Vizontele, Yazı Tura, Kader ve son olarak Takva. Takva’daki rolüyle ikinci Altın Portakal’ını kazanır. Ödüller için, "Ödülü hiç düşünmem, işimizi yaparız. Ödül gelirse de üstüne bal kaymak olur" der.
SİNEMAYI ÖĞRENİYORUM Sinemayla tiyatronun ayrı ayrı çeşniler olduğunu ama tiyatrodaki adrenalinin bungee jumping’de bile olmadığını düşünür Erkan Can. Sinemadaki performansı ortadayken o hálá mütevazıdır: "Sinemaya daha yeni başladım, öğrenmeye çalışıyorum".
Genç sinemacıların onu sevmesi tesadüf değildir. "Abi bir kısa film yapacağız oynar mısın" diye soranlara "Tamam ulan getir oynayalım" der. Gençler için "Bayrağı onlara vereceğiz, yardım etmek lazım" diye düşünür.
Erkan Can’ı filmlerinde çok küfür ettiği için eleştirenler var ama o "Senaryoda ne yazıyorsa onu söylüyorum" diyor. Küfür için şunları söylüyor: "Sokak çocuğuyum. Argoyu, jargonlu konuşmayı severim. Argonun da felsefesini yaparım. Küfür edilecekse güzel edeceksin. Ne demiş büyüklerimiz? Vurdun mu öldüreceksin, yedirdin mi doyuracaksın."
KIZI İÇKİYİ BIRAKTIRDIPeki onun hayatında aşkın yeri nedir? "Bizim zamanımızda romantizm vardı. Çok zamanlar karşıdan sevdik, kibrit kutusuna mektuplar koyduk. Sabaha kadar köşe başında bekledik, vay benim emeklerim durumları da yaşadık."
Erkan Can’ın ilk evliliği Mahallenin Muhtarları zamanındadır. Dört yıl evli kalır. Şimdiki eşi İranlı Azita’nın babası, Şah Rıza Pehlevi zamanında Genelkurmay Başkanı’dır ve Humeyni döneminde kızını İran’dan kaçırarak Türkiye’ye yerleştirir. Azita’nın Mahallenin Muhtarları dizisinde genel sanat yönetmeni olarak çalışmaya başlamasının ardından, 1999’da Erkan Can’la başlayan aşkları 2001’de evlilikle sonuçlanır.
Azita, 2003 yılında hamile kaldığında,
bebeğin cinsiyeti henüz belli olmasa da ismi bellidir: Deniz. 45 yaşından sonra baba olunca acemilik çeker, "Torun gibi geliyor biraz" der. Ama kızı Deniz, Erkan Can’ın hayatında o güne kadar atmadığı adımları attırır, meselá içkiyi bıraktırır. "15 yaşımdan beri içiyordum. Benim gibi adam içkiyi bıraktı. Her gün içerdim, karaciğerimiz de büyümüştü ya okula gönderecektik, ya da manja diye kediye verecektik. Son zamanlarda zaten adam gibi de içemiyordum, kalp kırıyordum. Adam gibi içemiyorsan bırak ulan, dedim; bıraktım. Şimdi içenin yanında otururum, küfelikleri evlerine bırakırım ama ben asla içmem."
Erkan Can, tozunu yutmayı özlediği tiyatro sahnesine yeniden çıkmak için prova yapıyor şu aralar. Engin Günaydın’ın yazdığı Hücreler adlı oyunun provalarını yapıyor. Dekorları bile hazır. Seneye perde diyecekler.