Güncelleme Tarihi:
Uzak Yolculuklar’ Rampa’da açıldı. Bu kez sanatçının paletinde siyahtan kahverenginin yumuşak tonlarına doğru bir geçiş var. Gürbüz, “Bu sergi kişisel tarihimde bulunduğum sürece işaret. Bu, siyahı bıraktım demek değil” diyor.
Yolculuklar her zaman sanatsal üretiminizin bir parçası oldu. ‘Uzun Gece. Uzak Yolculuklar.’da sergilenen eserlerin yaratımında seyahatlerinizin etkisi büyük olmalı. Ya düşsel anıların rolü nedir?
- Evet, seyahatlerimin etkisi büyük. Japonya, Hindistan, Mısır, kendi coğrafyam içinde yaptığım çeşitli yolculuklar var. Ama serginin adındaki uzun gece ve yolculuğu tanımsız bir coğrafyanın ve zamanın içinde, hem geçmiş hem gelecek ile birlikte dolanmaya benzetiyorum. Gecenin içinde düş de var; önyargılarından arındığımız, korkularımızdan, önümüze engeller koyan mantığımızdan uzaklaştığımız, sonsuz ve tanımsız mesafelerin kat edildiği yolculukların başlangıç zamanı gece ve geceye ait düşler... O yüzden düşsel anıların benim ve herkes için çok önemli rolü olduğuna inanıyorum. Bir de
sergide gördüklerim, okuduklarım, yolculuklarım ve hepsinin birikiminin birbiriyle olan ilişkisi de var. Üretimim ve yaşamım bir arada.
Estetik olanın erotik olduğunu söylersiniz. Sergideki işlerinizde de özellikle Japon sanatından beslenen heyecan verici bir erotizmin saklı olduğunu söyleyebilir miyiz?
- Resimlerim heyecan versin isterim; bu erotizmle de olur, mizahla da... Ama hiçbirinin saklı olduğunu düşünmüyorum. Sürprizlerle ilgili bir durum bu. Oyunla ilgili, bu oyunda figürler kendi anatomilerinin dışına çıkabilir. Benim onları türlü biçimlere sokmam ve onların da buna yatkın olmaları, konuya bir mizah duygusu da verir. Aynı zamanda romantikliği, kırılganlığı olan bir erotizm benimkisi.
Sıkça değindiğiniz konular kadın, erotizm, Doğu ve Batı bu sergide de başrolde. Batı veya Doğu’ya bir Doğulu gibi bakmak veya bakmamak arasında gidip gelir misiniz? Ya da araya illaki bir mesafe koymak gerekli midir?
- Bir Doğulu gibi bakmak ve bakmamak arasında çelişki içinde kalmadım. Bakış açım öyle işlemiyor. Batı’da sanat eğitimi aldım, uzun yıllar Paris’te çalıştım ama İstanbul’la bağımı hiç koparmadan. Zamanla seyahatlerim Uzakdoğu’ya kaydı. Burada da Osmanlı sanatıyla Uzakdoğu sanatı arasındaki ilişkiyi gördüm. İran minyatürüyle Türk minyatürü arasındaki ilişkiyi... Gezdikçe gördüklerim karşısında hem ufaldım, içlendim, hem de hepsine sahip olduğumu hissettim. Ama Doğu sanatına olan bu ilgi kesinlikle oryantalist bir yaklaşım değil. Son dönem işlerimde kullandığım elbiseler, şemsiyeler aslında oryantalizmin tam tersi, ben Doğulu gözlerle Batı’ya bakabiliyorum ve bu araya mesafe koyarak olmaz. Çok bilmek, görmek, okumak ve tabii çok çalışmakla olur.
VAR AMA YOK FİGÜRLER
Sergideki kadın portreleri herhangi bir zaman veya mekâna ait değiller herhalde...
- Hayır, onlar tanımsız bir zaman ve tanımsız bir mekâna ait. Ara bir coğrafyanın belirsiz bir zamanı. Var ama yok figürler onlar. Hepsi iki boyutlu gölgeler, yer çekimi yok. Çünkü onların gölgenin içindeki gizli hallerini görüyorum, gölge oyunlarını çok seviyorum. Figürlerimin de oyun oynamasını seviyorum.
İnsan figürleri çoğu zaman tek başınalar; çoğunlukla etrafları bitkilerle çevrili ve birer hayvanın eşliğinde. Bu birlikteliği nasıl okumalı?
- Bitkiler ve hayvanlar son dönemde resmime fazlasıyla giren doğanın bir parçası. Biyolojik bir dönem de diyebiliriz bunun için. Önceki izlenimlerim, araştırmalarımın birikim dönemi. Doğayı çok yakından izlemeye başladım. Flora, deniz hayvanları ve böceklerle ilgili çeşitli kitaplar aldım ve onlarla yolculuğa çıktım. Hem tanıdık hem de hiç bilmediğimiz tuhaf hayvanlar, çiçekler, bitkiler... Bu izlenimleri birer gölge olarak tuvale ya da kâğıda aktarma aşaması benim için sürecin en sürprizli aşamasıydı. Figürler de o gölgenin içinde gizli. Hepsi doğanın bir parçası ve aynı zamanda doğa tarafından korunuyorlar.
Bu sergiyle birlikte paletinizde siyahtan kahverenginin yumuşak tonlarına doğru bir geçiş olduğunu söyleyebiliriz. Nedir sebebi?
- Bu geçiş birdenbire ya da bu sergiyle birlikte olmadı. Sergide son iki yılda ürettiğim, daha önceki sergilerimin devamı niteliğinde işler var. Hepsinde Doğu’ya bakıyorum, Doğu’ya ışığıyla bakıyorum. Dolunay ışığını, akşamüzeri ışığını resmediyorum. Bu sergi kişisel tarihim içinde bulunduğum sürece işaret ediyor. Işık ve detaylar önem kazandıkça siyahtan kahverengiye geçiş başlamış olabilir. Sabır ve acı dolu bir süreç bu, adeta meditasyon benim için bu detaylar. Resim bir sürü detaydan oluşuyor ama bir yandan da yalın bir kompozisyon. O detayların açtığı pencerelerden girip gezinmeye başlıyorum. Bu gezinme için de gerekli olan daha yumuşak tonlar olabiliyor bazen ama bu siyahı bıraktım demek değil. Siyah hep var işlerimde.
Selma Gürbüz’ün ‘Uzun Gece. Uzak Yolculuklar.’ sergisi 9 Şubat’a dek Rampa’da görülebilir. (212) 327 08 00.
‘Nijinsky. Düş.’
Nijinsky benim için önemli bir isim, sergimde onu hayal ederek ortaya çıkardığım bir heykel serisi var, bu resim de o serinin kâğıda dökülmüş bir parçası.
‘Van Gogh’un Portresi’
Ben eğer Selma Gürbüz olarak Van Gogh olsaydım ne yapardım, merakının sonucu.