Güncelleme Tarihi:
Siz sanatınızın karşılığını aldığınızı düşünüyor musunuz? Resimden para kazandınız mı?
- Resim öyle oturup kağıt kalem alınıp yazılan bir şey değil ki... Edebiyattan farklı. Malzeme gerektiren masraflı bir çalışma. Hem bu masrafı karşılayabilmek hem de yaşayabilmek için çok çaba sarf ettik. Karşılığını da gördük. Mesela benim Ankara’daki evim, hemen üstündeki atölyem, Bodrum’daki yazlığım, Kuzguncuk’taki evim... Bunları hep resimle yaptık. Sadece ben değil, resimde bir şeyler yapmış olan sanatçılar karşılığını gördü. Türk halkı karşılıksız bırakmadı emeğimizi.
Doğançay’ın “Değerimiz geç anlaşıldı” görüşüne katılmıyor musunuz?
- Sevgili dostum rahmetli Burhan Doğançay, biraz uzakta, tepelerde durdu hep. O ABD’de isim yapmış bir sanatçıydı. Türkiye’de bizim gibi pek mücadeleye girmedi. Doğançay çok elit, yukarıda kalmayı tercih etti. Oysa ben ne çok uğraştım. Hâlâ da mücadele ediyoruz. Tabii ki Burhan’ın hayatının iç yüzünü bilmem mümkün değil. Severdik ama birbirimizi.
Bugün Türk resmi sizce nerede?
- Türkiye’de bir plastik sanat hayatı vardır. Heykel biraz uyuşuk olsa da, resim alanı inkâr edilemez bir varlıktır artık. Dünyanın artık neresinde olursa olsun Türk sanatçıları kendilerini gösterdiler. Türkiye’de gerçek, üretken ve yaratıcı sanatçılar var. Tabii ki bu boyuta gelmesinde bizim kuşağın rolü çok büyük. Türk resminin dünyaya varolduğunu göstermeyi biz Atatürkçülük, Cumhuriyetçilik gibi bir ideal olarak benimsedik.
Sizin kuşak mı daha şanslı, yoksa şimdiki genç kuşak mı? Dünün ve bugünün koşullarını dikkate alarak bir karşılaştırma yapmak doğru bir yaklaşım olur mu?
- Cumhuriyet’in çok yeni olduğu günlerde, ortaya çıkmaya çabalayan, görülelim diye çalışan bir kuşaktık. Sanatla birlikte Atatürk devrimlerini, Cumhuriyet’i de öğrendik. Cumhuriyet rüzgarının içinde yetiştik. Şimdi bunlar söylenmiyor. Bugünkü kuşak bunları kalıplar içinde buluyor. Heyecanımız da farklıydı. Ben ilkokul dördüncü sınıftayken Milli Eğitim Bakanlığı bir yarışma açtı. Yarışmayı kazanan öğrenciler arasında ismimi görünce çıldırdım sevincimden. Hasan Ali Yücel bana katalog imzalayıp gönderiyor, düşünebiliyor musunuz? Böyle bir Türkiye rüzgarı içinde yetiştik biz.
Sizin döneminizde Türkiye’de eserlerinizi tanıtacağınız, sergileyeceğiniz özel galeriler yoktu sanırım? Nasıl buluşurdu resimleriniz halkla?
- Nerde öyle galeri falan. O zaman devlet resim ve heykel müzesi sergisi vardı. Eseriniz kılı kırk yaran jüri tarafından bu sergiye kabul edildiğinde dünyalar sizin oluyordu. ‘Eseri devlet resim ve heykel sergisine kabul edilmiş ressam’ denmesi o kadar önemliydi ki...
Devlet resim ve heykel müzesi sergisi dışında başka hiç bir imkânınız yok muydu?
- Bir de ressamların yurt gezisi olurdu. Bu bir kurumsallaşmış organizasyondu. Her yıl ressamlar seçilir, Türkiye’nin değişik şehirlerine gönderilirdi. Orada 1-2 ay kalıp çalışır, o yörenin doğasını, insanını ve hayat tarzını resimlerine yansıtırlardı. Yurt gezisine seçilmek de müthiş bir onurdu. Tamamlandıktan sonra eserler ‘Yurt gezisi resimleri’ diye sergilenirdi. Bir de halkevleri vardı. Ben doğum yerim Milas’ta halkevinde kendimi göstermeye çalıştım. Halkevi hayatımızda çok büyük bir idealdi. Devlet resim ve heykel sergisi, yurt gezileri, halkevleri, bunları silip attık hayatımızdan...Ne kadar büyük yanlış. Devlet resim ve heykel sergisi bugünün şartlarına göre uygulansa kötü mü olur? Oysa herkes uyuyor. Nasıl bir hareket uyandırır oysa sanat dünyasında.
Sergilenen eserleri değerlendiren, gerektiğinde eleştiri yapan isimler de var tabii.
- Hem de ne isimler... Devlet resim ve heykel sergisiyle ilgili yazıları yazan Ahmet Muhip Dıranas’tı. Muhteşem bir şair muhteşem bir sanat eleştirmeni. Ne çok şey öğrendik onun yazılarından. Dıranas benim gönlümde bir yüce varlık olarak hep yaşıyor. Onun yazdığı makaleler kutsaldı bizim için.
Siz Türkiye’de eserleri belki en çok taklit edilen sanatçılardan birisiniz. Bu konuda yaptığınız hukuk mücadelesini de biliyorum. Pek hiç siz birisinden esinlenip, onun eserinin kopyasını yaptınız mı?
- Türkiye’nin, daha sonra da Fransızların verdiği bursla üç yıla yakın Fransa’da kaldım ki, Lüksemburg Parkı serim o dönemin simgesidir. Ben Goya’nın hayranıyım. Paris’te her sabah Modern Sanatlar Müzesi’ne gidip saatlerce Goya’nın Solana Markizi’ni seyrediyorum. 2 metre boyuttaki tuvalde ayakta duran asaletli bir kadın. Öylesine hayran kaldım ki, ben de yaptım. İstanbul Resim Heykel Müzesi Kopya Eserler Bölümü’ndedir o resmim. Sergileniyor mu, bilmiyorum.
Paris’teyken Fikret Mualla ile tanıştınız mı?
- Evet tanıştım. Fikret Mualla düzen dışı bir insandı. Onunla öyle uzun uzadıya oturup konuşmak, kaynaşmak mümkün değildi. O dönemki Paris Büyükelçimiz saygıdeğer ve sanata çok duyarlı bir insandı. Kendisiyle görüştüm, paraya ihtiyacı var mesajını vererek, büyükelçiliğe Fikret Mualla’nın iki eserini satın aldırdım.
Bazı resimlerinizde sosyal içerikli mesajlar verdiğiniz söylenebilir mi?
- Tabii ki... Örneğin ‘köyden çıkış’ benim ünlü temalarımdan birisidir. Diyarbakır’da öğretmen iken ele aldığım, insanların köyü terkedip şehirlere doğru göç etmek istediğini ortaya koyan resim serisi. Köyden kente göçün getirdiği çarpık kentleşme, geçekondular arasından yükselen gökdelenler de aynı doğrultudadır.
Bir de Turan Erol mavisi var galiba?
- Evet doğru bir Turan Erol mavisi var. Hatta sevgililer mavi gözlü eşini tanımlarken bile ‘Turan Erol mavisi gözler’ tanımı da yapıyorlar diye duydum, ne derece doğru bilemem. Ama Turan Erol mavisi üzerine şiir yazıldığı doğru.