Ezgi BAŞARAN
Oluşturulma Tarihi: Mart 30, 2008 00:00
Zor karar. Gün geliyor, sadece resmini gördüğün, anneni terk eden adamla, babanla yüzleşmeye karar veriyorsun. 40 yıl sonra, kendi çapında bir aile kurmuşken, hayat öyle böyle devam ediyorken, savunma mekanizmaların geri tepiyor ve içini doldurduğunu sandığın boşluk bir balon gibi patlıyor.
Almanya’dan kalkarak Mengen’in Çubuk Köyü’ne gidip babanı, dilini bilmediğin bir kitabı çözmeye çalışır gibi tanımaya çalışıyorsun. Bir de bu buluşmayı filme çekiyorsun. Alman gazeteci Atilla Marcus Vetter (38) bunu yaptı. 1960’larda işçi olarak Almanya’ya giden Cahit Çubuk, Atilla Marcus’un annesi Gerlinde’yle büyük aşk yaşamış fakat çalışma izni bitince Mengen’deki karısı ve iki kızına dönmüştü. Atilla Marcus 2006’nın yazında karar verdi ve eline kamerasını alıp babasını, onun karısını ve üvey kız kardeşlerini görmeye gitti. Buluşma sayesinde kız kardeşleri yıllardır içlerinde biriktirdiklerini göz- yaşları içinde anlattı. Atilla Marcus babasını önce sorularıyla hırpaladı, sonra affetti. Bu buluşma yüzünden oğluyla küsen Gerlinde filmi izledikten sonra geçmişiyle barıştı, yıllardır çektiği acı hafifledi. Şimdi hepsi "Benim Babam Türk" adlı bu filmin 27’nci İstanbul
Film Festivali’ndeki gösteriminde bir araya gelecek. Bir filmin kapattığı yaralara bakın! Atilla Marcus Vetter’le neler yaşadığını konuştuk.
Babanız Cahit Çubuk’la karşılaşmadan önce onunla ilgili hissiniz neydi? Öfke? Nefret? Özlem?
- Kızgın değildim. Kızgınlık, nefret güçlü hisler. Bu daha iyi mi bilmiyorum ama ben ona karşı hiçbir şey hissetmiyordum. Hiçbir şey! Sadece arkadaşlarımdan utandığımı biliyorum. Babasız olmak küçültücü bir şey gibi gelirdi. Hem babam ortada yok, hem de o bir Türk! Türk işçiler aşağılanırdı çünkü. Birileri baba konusunu açacak diye ödüm patlardı. Sorarlarsa da uydururdum: Fransız benim babam, ülkesinde işleri var!
Anneniz Gerlinde’nin durumu neydi? Babanızla ilgili bin türlü şikayet işitmişsinizdir ondan?
- Öyle çok şikayet etmezdi ama ondan sitayişle bahsettiğini de söyleyemem. Bir kere şunu anlamanız gerek: Annem babamı hiçbir zaman unutamadı. Terk edildiğini düşündü ve bunun getirdiği hüznü üstünden hiç atamadı. Cahit, onun hayatının aşkıydı.
Babanız hakkında ne biliyordunuz?
- Almanya’ya çalışmak için geldiğini, annemle birlikteyken aslında Türkiye’de bir karısı ve iki kızı olduğunu, çalışma izni bitince de ülkesine dönüp Almanya’ya bir daha gelmediğini... Bana kartpostallar atardı. Bir keresinde bana kız kardeşlerimin fotoğraflarını göndermişti onları tanıyayım diye. Ama tabii o zamanlar onlar benim için kız kardeş değil, Cahit’in kızlarıydı. Hiçbir mana ifade etmiyordu.
MEKTUBUMA CEVAP ALAMADIM
Peki iki yıl önce ne oldu da babanızla buluşmaya karar verdiniz? - Geçen yılın başında annem bana günlüğünü verdi. O günlük sayesinde annem ve babamın tanıştığı zamanı, ilişkilerinin nasıl şekillendiğini anladım. Anneannem babamı hiçbir zaman kızına uygun bulmamış ve onu dışlamış. Annem ve babam sırf aile baskısından kurtulmak için Hamburg’a taşınmış. Ceplerinde bir kuruş yok. Çok zorluk çekmişler. Bunları okuyunca, çocukluğun verdiği korkuları ve baskıları da aştım, kendi çocukları olan bir baba olarak babamı tanımak, onunla karşı karşıya gelmek istedim.
Anneniz ne dedi bu kararınıza?- Büyük kriz yaşadık. Türkiye’ye gidip babamla tanışacağım dedim. İlk başka, "Giiit" dedi. Sonra baktı ki ciddiyim, ortalığı birbirine kattı. Kavga ettik. Öyle bir noktaya geldim ki, babamı bulacağım derken annemi kaybediyordum...
Bu arada babanızı aradınız mı? Mektup mu yazdınız?
- Mektup yazdım önce. Şöyle diyordum: "Sevgili Baba, ben oğlun Atilla Marcus. Seninle tanışmak için yanına gelmek istiyorum. Buluşmamızı kaydetmek için yanımda bir de kamera olacak. Ne dersin?" Haftalar, aylar geçti hiç cevap yok. Tamam dedim, adamcağız öldü, ben çok geç kaldım. Bayağı bir çöktüm. Sonra birkaç Türk arkadaşımdan yardım istedim. Ne yapıp edip babamın telefonunu buldular. Aradım. "Gel" dedi, "Ben seni ne kadar çok seviyorum, oğlum. Ne zaman istersen gel! Buluşmamızı filme alabilirsin, zaten benim hayatım film gibi!" Çok sevinmişti, sesinden belliydi. Annemin rızası ve desteği olmadan Türkiye’ye giden uçağa bindim.
MOTOSİKLET ALMAMIN İKİ SEBEBİ VARDI
Yanınızda bir tercüman, İstanbul’a indiniz. Sonra da Mengen’e giden bir otobüse bindiniz. O yolculuk sırasında neler geçiyordu aklınızdan?- Dişçiye gitmeden önce karnıma bir ağrı girer. Heyecan, korku, bilinmezlik. Bütün bunların karışımını hissediyordum içimde. Ne olacak? Onu sevebilecek miyim? Ya kendimi çok kötü hissedersem? Onun neye benzediğini bilmiyorum. Elimdeki tek fotoğrafı, annemle dans ederken çekilmiş 40 yıllık bir fotoğraf.
Otobüsten indiniz, sizi karşıladı, siz de hemen ona sarıldınız. Niye?
- Boyu posu, ağzı burnu, hiçbir şeyine dikkat etmedim. Sadece gözlerine odaklandım. Sonra da sarıldım. Ona dokunmak çok önemliydi benim için. Çünkü yıllarca bir resimle yaşıyorsunuz. Kendime "Karşında gördüğün bu adam senin baban. Şu anda gerçekten karşında duruyor" demek için sarıldım ona. Kendini çimdiklemek gibi bir şey. Hiç zorluk çekmedim mi? Çektim, hem de nasıl. Babamın yanına beden olarak vardım ama kalbimi getirmem iki gün sürdü.
Babanız tahmin ettiğinizden daha yaşlı ve daha fakir mi çıktı?
- Babamın köyü Çubukköy hayatımda gördüğüm en güzel köydü. Bütün evlerin ahşap olması, minik patika yolları çok hoşuma gitti. Babamın fakir olduğunu biliyordum ama bence kendi içinde zengin bir adam. Köyünde seviliyor. Bir de yaşına göre çok iyi görünüyor. Bütün gün evin balkonunda oturuyor. Ama ne oturma! Çok karizmatik bir hali var. Etrafa cool cool bakıyor.
Filmden anladığım kadarıyla onun bayağı üstüne gittiniz sorularınızla.
- Çok özel ve ağır sorular sordum ve beklemediğim kadar toleranslı çıktı. Hepsine bir şekilde cevap vermeye, yıllardır benimle irtibatı hiç koparmadığını, ama annem tarafından terslendiğini, parası olmadığı için de bir türlü Almanya’ya gelemediğini anlattı. Fakat öyle bir an geldi ki yoruldu. Plajdaydık, karşı karşıya oturuyorduk. Ben yine "Ama şöyle yapabilirdin, böyle edebilirdin" dedikçe yüzü düştü. Hissettim ki içinden şöyle dedi, "Bu oğlana ulaşamıyorum!" Halbuki ben o anda onu sevmeye başlamıştım.
O yüzden mi Almanya’ya dönerken ona büyük bir hoşça kal hediyesi aldınız?
- Evet, onu üzdüğümü düşündüm. Çok üstüne gittim, içini dışına çıkardım sorularımla. O yüzden de bir hediye alarak seni seviyorum aslında demek istedim. Bir motosiklet satın aldım. Hediye olarak motosikleti seçmemin iki sebebi var. İlki köyden Mengen’e hiçbir vasıta yok. İkinci sebep ise ona aleti kullanmayı öğretirken sarılabilecek olmamdı. Ne garip değil mi? Geriye dönüp baktığımda bunu fark ettim.
Onu affettiniz mi?
- Evet affettim, rahatladım.
Peki ya anneniz, onunla barıştınız mı?- Almanya’ya dönüp filmi ona izlettiğimde ağlamaktan helak oldu. Fakat yavaş yavaş benim babamla buluşmuş olmamı kabul etti. Şimdi filmin festivaldeki gösterimine gelip babamla yan yana oturacak.
KIZ KARDEŞİM NURTEN DİYORDU Kİ SEN HEP ONUN ALTIN PRENSİYDİN
Filmin bir yerinde kız kardeşim Nurten’le röportaj yaparken hüngür hüngür ağladım. Kamera arkasındaydım ama sesim duyuluyor. Nurten bana "Sen babasız büyüdün ama ben ve ablam da hiçbir zaman ona sahip olamadık. Bizi doğru düzgün sevdiğini hatırlamıyorum. Çünkü o hep bir oğlu olsun istemişti. Sen onun altın prensiydin ama sana ulaşamıyordu. İki tarafı da eksik bıraktı" diye anlatıyordu. Bu bana çok dokundu. Benim acı çektiğim zamanlarda onlar da burada acı çekiyormuş.