Güncelleme Tarihi:
Adını da mevkisini de kem gözlerden koruyan magazin yönetmeni Orhan OLCAY
YÖNETEN POLİS OLMAK İSTERDİM
Aslında gazeteci olmasaydım polis olmak isterdim. Yöneten bir polis olmak isterdim. Toplumdaki her rahatsızlıktan rahatsız olan bir yapım vardır çünkü. Emniyet genel müdürü olmak isterdim. Ülkede çok büyük haksızlıklar yaşandığına inanıyorum.
KARIM, KES DESİN KESERİM
Uzun zamandır bıyıklıyım. Eşime herkes kesiyor dedim, eşim, çok ciddi olarak hayır, istemiyorum dedi. O istemediği için bugün böyle. Yarın kes desin, keserim. Saçımda, bıyığımda aklar oluştu. Boyayacak biri değilim. Bu nedenle kestirmek istemiştim ama...
İhtişamlı dünyanın gösterişsiz yönetmeni
Orhan Olcay, sessiz, gösterişsiz, işinin ehli bir yönetici. 1989'dan bu yana Hürriyet Kelebek ve Hürriyet Magazin kendisinden soruluyor. Beşinci kattaki servisi, arı kovanı gibi. Herkes harıl harıl çalışıyor. Öyle ki her ziyaretimde kendimi haylaz çocuk hissettiren bir servis.
İhtişamlı magazin dünyasının nabzını tutuyor, Orhan Olcay. Güzel kadınların ve cilalı hayatların şeytan fenerleri, Orhan Olcay'ın hiç umurunda değil. Allah için adını da mevkisini de kem gözlerden ve niyetlerden korumayı başarıyor. Kolay mı? Başarısına giden bu yolda eşinin büyük rolü var. Hatta eşi olmadan otomobile bindiğinde yön kavramı duman olup uçuyor.
Hani gazeteyi açar açmaz okuduğumuz, minik minik haberler vardır. Kendilerini politikanın resmî ve yürek boğan haberlerinden önce nasıl da okuturlar kendilerini... Bazen büyüyüp manşet de oluverirler. Bunlar, Magazin Servisi'nin eseridir. İşte magazin hayatın mutfağından bir Orhan Olcay spesiyali...
ŞARKICININ SEVGİLİSİ ALBAY KIZI ÇIKINCA!
Faciaya yol açan haberimiz olmadı Allah'a şükür. Ama yayın yoluyla hakaretten yatan tek gazeteciyim. 1981 yılında ünlü bir şarkıcının sevgilisiyle ilgili bir haber yapmıştık. Meğerse kız, emekli bir albayın kızıymış. Altı ay hapse mahkum edildim ve Şile Cezaevi'nde üçbuçuk ay yattım.
YÖNETEN POLİS OLMAK İSTERDİM
Aslında gazeteci olmasaydım polis olmak isterdim. Yöneten bir polis olmak isterdim. Toplumdaki her rahatsızlıktan rahatsız olan bir yapım vardır çünkü. Emniyet genel müdürü olmak isterdim. Ülkede çok büyük haksızlıklar yaşandığına inanıyorum.
Hürriyet'in açtığı gazetecilik sınavını kazanan üç kişiden biri oldunuz.
- Evet. Uğur Cebeci ve Sadettin Teksoy da kazanmıştı. Çok zor sınavdı. 22 yaşında, henüz Gazetecilik öğrencisiydim.
Sizinle birlikte o sınava girip elenen, bugün de ünlü olan gazeteci var mıydı?
- Tanımadım ki. Genç insanlardı. Hem kimse birbirini görmemişti.
Gece muhabirliğiyle başladınız?
- Beni gece muhabirliğine verdikten sonra, Hafta Sonu gazetesini çıkaran ekibe geçtim. Altı yedi ay sonra rahmetli Çetin Emeç geldi. 1974 yılıydı. Beni oraya aktardılar. Sanırım o yeni yapılan koca binaya giren ikinci kişi ben oldum, Çetin Emeç'ten sonra. Yeni kadro oluştu ve bilgileri gazeteye yansıtma açısından ciddi anlamda gazeteciliğim, Çetin Emeç'le başladı.
Çetin Emeç'in yakın çalışma arkadaşıydınız. Mesleki olarak da size çok şey katmıştır?
- İş disiplinini ondan öğrendim. Müthiş disiplinliydi. Sayfalara da yansıyordu ister istemez. Gazetecinin zaman kavramı olmadığını Çetin Emeç'ten önce de biliyordum ama şaka gibi, oyun gibi geliyordu. Çetin Emeç, çok hırslıydı ve yanında çalışanları da hırsına ortak ediyordu. Başarıları pek takdir etmiyordu ama o belirsiz gülüşünü hissedip mutlu olurduk.
Magazinin de dış politika ya da diplomasi gazeteciliği gibi ciddi iş olduğunu kanıtladınız. Nasıl oldu?
- Gazetenin esas ağırlığı magazindir. Türk basının 1970'lerden önceki döneminde böyle değildi. Ama sonra böyle oldu. Sporun da politikanın da magazini var. Magazinin sadece şarkıcı, artist haberi olmadığını anlatmaya çalıştım arkadaşlara. Hürriyet gazetesi, adıyla bu işi diğer gazetelere göre zaten iyi başarıyor.
EVLENDİM, KURTULDUM
Güzel oyuncular, güzel şarkıcılar... Magazin dünyasıyla bu kadar iç içe olup da skandala karışmadan bugüne nasıl gelebildiniz?
- Bunu hissettiğim için mesleğimin ilk döneminde, erkenden evlendim. Mutlu bir yuvanın büyük payı var. Bekar, her gece bir yerlerde sabahlayan bir adam olsaydım, mutlaka mesleki olarak başaşağı gidecektim. Ben düzenli bir yaşamı seçtim. İyi de yapmışım. Evlenmeseydim başıma neler geleceğini önceden gördüm.
Magazin dünyasında bütün saç modelleri, elbiseler, dişler ve gülüşler aynı. Birbirinin tekrarı olan şeylerden de sıkılmanızın etkisi olmuştur?
- Oldu tabii. Bu barda bir kadeh içkiyi arkadaşlarımla içmek daha zevkli. O taraftaki kokteylde geyik olacak. Zaten arkadaşlar haber için orada.
TV ve gazetelerdeki magazin anlayışını nasıl buluyorsunuz?
- Aslında gazetecilerin mesleki sınıflandırılmasına karşıyım. Magazin, polis, adliye, yaşam gazeteciliği gibi. Amaç, okuyucuya haber götürmek. Yolda bir cinayet görseniz, haber vermeyecek misiniz? Magazin deyip geçmemeli. Hayatın kendisi magazin. Bir hafta arayla iki magazinci arkadaşım şehit oldu. Kamil Başaran, Sami Başaran. Hatta rahmetli Çetin Emeç de magazin kökenliydi. Cesur gazeteciydiler. Bir gazetenin yayın politikasında magazinin yeri önemli. Magazine nasıl bakıyorsa, başına da o türden biri geçiyor. Bugün Hürriyet saygın bir gazeteyse, bunda magazine bakışının da önemli payı var.
Çetin Emeç'le başladı değil mi, magazin haberciliğinin evrimi? Siz de sürdürüyorsunuz.
- Evet. Magazincilikten yetişmiş ciddi gazeteciler var bugün. Mehmet Yılmaz, Rıfat Ababay... Magazin, farklı bakış açısı ve cazip usuller getiriyor.
HİÇ İTİRAZ ETMEM
Neden tatil yapmıyorsunuz? Ekibinize güvenmediğiniz için mi, iş yapmadan duramadığınız için mi?
- O kadar çok çalışmaya alışmışım ki pazar günleri huzursuz oluyorum, eksiklik hissediyorum. Çünkü hayatım eksikleri gidermek, problemleri çözmek üzerine kurulu. Talihsiz bir durum var. Herkes tatile gitsin dönsün derim, ben bir şeyleri ayarlarım, tatil için. Mutlaka yeni projeler, ekler ya da raporlar çıkar. Benim de tatilim yatar.
Sessiz sedasız, gösterişsiz yöneticisiniz. Ailenin iyi evladı gibi. Hiç yakınmaz mısınız?
- Aileden galiba. Babam çok çalışkandı. Onun etkisi olabilir. Devlet memuruydu, üstlerine olan saygısını hatırlıyorum. Ben de hiç itiraz etmem. Çünkü benim görevim.
Ekibiniz, şımarırlar diye pek takdir etmediğinizi söylüyor, bu da mı babanızdan kalma?
- (Gülüyor) Sanki insanları takdir etmemek gerekiyor gibi geliyor bana. Bir insan görevini yapıyorsa aferin dememek gerekir. Ben üstlerimin takdirini beklemiyorum mesela. Herhalde ondan. Yoksa kasdi değil. Arkadaşlarımın Hürriyet'in ağırlığını taşımasını hep istedim. Sadece görünüş olarak değil, kafa yapısı olarak da. Bugüne kadar kimsenin işine son vermedim. Şartlarımı ortaya koydum. Uymayana güle güle demedim, kendisi gitti. Gazetenin en az sorunlu servisindeyim. Problem varsa hissediyor, çözüyoruz.
Yöneticisiniz, iktidarsınız. Yanlış haber yüzünden büyük mutsuzluklara neden olmadınız mı?
- Olmadı diyemem. Direkt olmasam bile haberi yapan arkadaşın yanlış bilgilenmesi yüzünden. Faciaya yol açan haberimiz olmadı Allah'a şükür. Ama yayın yoluyla hakaretten yatan tek gazeteciyim. 1981 yılında ünlü bir şarkıcının sevgilisiyle ilgili bir haber yapmıştık. Meğerse kız, emekli bir albayın kızıymış. Altı ay hapse mahkum edildim ve Şile Cezaevi'nde üçbuçuk ay yattım.
Albenisi olan bir dünya, popüler bir yönetici ve bir de eş... Kıskanmıyor mu?
- Onu bilemem. Mutlaka kadınsı bir şeyler düşünüyordur, aklından geçiyordur. Yadsıyamam. Ama benim prensiplerim vardır. Yemeğimi mutlaka evde yerim. Eşim beni beklemeyen biri de olabilirdi. Ama bensiz yemek yemiyor. Ben de böyle istiyorum. Aile için çok önemli.
İç dengeniz açısından gerekli bulduğunuzdan mı?
- Sabahın erken saatinden gece geç vakte kadar buradayım. Evle bir bağlantım yok. Ama evde iş dışındaki şeylere ihtiyaç duyuyoruz. Zaten bugüne kadar eve işle ilgili hiçbir şey götürmedim. Dolayısıyla eşimle kızımla çok mutluluk, huzur duyuyoruz. Gecenin yarısında bile gitsem, mutlaka sohbet ederiz.
Başkasına torpil yapılması uğruna giremediğiniz Galatasaray Lisesi'ne karşılık, kızınız Galatasaray Üniversitesi'nde okuyor.
- Evet, çok güzel. Belki de Haydarpaşa Lisesi'nde okuduğum için şimdi buradayım.
Bir eviniz bile yok. Oysa yıldızı parlayıveren birkaç magazinci köşeyi döndü. Neden?
- Belki onların benim kadar masrafı yok. Hürriyet'i temsil ediyorum, giyimimden oturduğum yere kadar. Dolayısıyla kirada çok ucuz bir evde de kalabilirdim. Kılık kıyafetime de özen gösteririm. Bunların etkisiyle. Hem bir kooperatifte evimiz var, olacak (Gülüyor).
Kokteyllerde, hatta Hürriyet Altın Kelebek ödül töreninde bile ortalıkta görünmeyi sevmiyorsunuz. Neden?
- Arkadaşlarım öyle iyiler ki konularında, benim bulunmama gerek yok. Bizde ekip çalışması çok iyidir. Ben sadece bir problem olduğunda yardımcı oluyorum. Problem olmadan işleri yapıyorlarsa, ne mutlu bana. Ben arkadaşlarımın ön plana çıkmasını istiyorum. Onların da hakkı. Ben de bu zamanlardan geçtim.
Siz yöneticiliğe tırmanan yolda engellerle karşılaştınız mı?
- Hayır. Tam tersi imkanlarda çalıştım. Şanslıyım. Ama arkadaşlarımın da bir yerlere gelmesini isterim. Günün birinde bizler olmayacağız. Arkadaşlarımızın bu işleri götürecek kapasitede olduklarını biliyorum.
FUTBOLUN YERİNE TENİS
Tenis, anti-sigara gibi yeni tavırlar edindiniz. Orta yaş sendromu mu?
- Böyle bir soru soracağınızı hiç düşünmemiştim. 47 yaşındayım. Sadece bir yıl önce futbol oynamamaya kara vermiştim. Belli bir yaştan sonra sakatlıklar daha zor iyileşmeye başlıyor. Tenise başlamam bu nedenle. Sigara, sağlığımı etkiliyordu. Sigarayı bırakmanın yararlarının, sigara içmenin verdiği keyiften daha fazla olduğunu gördüm.
Hürriyet'te bıyıklı birkaç erkekten birisiniz.
- Karım istemiyor. Uzun zamandır bıyıklıyım. Eşime herkes kesiyor dedim, eşim çok ciddi olarak hayır, istemiyorum dedi. O istemediği için bugün böyle. Yarın kes desin, keserim. Saçımda, bıyığımda aklar oluştu. Boyayacak biri değilim. Bu nedenle kestirmek istemiştim ama...
Hiç Hürriyet'in Magazin Servisi Müdürü olacağınız aklınıza gelir miydi?
- Hayır. Maceracı biriyim. Almanya'da çalıştım, bir fakülteyi kazanıp ertesi yıl diğerine başladım. Müdür olacağım diye başlamamıştım gazeteciliğe.
Kelebek'teki okuyucunun hakettiği yenileşme atağı nasıl oldu?
- Tamamen gazetenin çizgisiyle bağlantılı. Yayın politikasıyla bunun uyuşması lazım. Genel yayın yönetmeniyle birlikte eşgüdüm olursa uygulanabiliyor. Çağdaşlığın gerektirdiği her konuda gazetenin yöneticileri her konuda size yardımcı olduğunda, ortaya daha çağdaş bir ek çıkıyor.
Neden magazin dendiğinde İbrahim Tatlıses ya da Sibel Can?
- Türkiye'nin gerçeğini değiştiremezsiniz. Toplumla bağlantılı. Yıldız İbrahimova'yla röportaj yapabiliriz. Eğer İbrahim tatlıses 1 milyon kaset satıyorsa, Yıldız İbrahimova da 20 bin kaset satıyorsa, toplum ortaya çıkıyor. İster istemez o tarafla ilgili haberler yapıyorsunuz.
Uzlaşmak yani...
- Bir yıl önce sekiz yıllık eğitimi tartışıyor muyduk? Demek bazı şeyleri sekiz yıllık eğitimden sonra konuşacağız. Herşeyin eğitimle bağlantılı olduğuna inanıyorum. Başka yolu yok. Magazine bakış açısı, bugüne kadar kazandığı değerlerle ilintili.
Yönetici koltuğunu yitirme kabusunuz var mı?
- Bu işle mutlu oluyorum ama kendimi ve ailemi yaşatmam için bir şeyler yapmam gerekiyorsa her işi yaparım. Bu konuda hiçbir endişem yok.
Ne yaparsınız? Kanun ya da piyano mu çalarsınız?
- Bu dalda iş bulamazsam, organizasyon yaparım. Sanat organizasyonu değil, her türlü organizasyonu yapabilirim. Şoförlük bile yapabilirim. Aslında gazeteci olmasaydım polis olmak isterdim. Yöneten bir polis olmak isterdim. Toplumdaki her rahatsızlıktan rahatsız olan bir yapım vardır çünkü.
Siyasi şubede mi, asayiş şubesinde mi polis şefi olurdunuz?
- Hiç farketmez. Onları da yönetmek, Emniyet genel müdürü olmak isterdim. Ülkede çok büyük haksızlıklar yaşandığına inanıyorum. Aklıma hep gelir, gazeteci olmasaydım, polis olurdum. Bir kurumun çok iyi yönetilmesi lazım. Ben iyi yönetirim demiyorum, yanlış anlamayın.
Olsaydınız belki merkeze, kızağa alınırdınız.
- Tam tersi de olabilir. Polis olmak isteyen bir insan, oyunu kurallarına göre oynayan, polislikte de başarılı olabilir. Herşeyin bir kuralı var. Pes etmemek, çalışıp terketmemek lazım. Çalışkan olan, sebat eden bir yerlere gelir diye inanıyorum.
Orhan Olcay'ın günlüğünden
5 Şubat 1990
(...) ‘‘Bu haber yayınlanmazsa ne istersen yaparım'' dedirtecek kadar çok sakıncalı bir şey mi? Allahım öyle de tatlı dilli yalvarıyor ki... Ne yapsam acaba?
6 Şubat 1990
Haber yayınlandı. Dün bıraktığım sigaraya bugün başladım.
(...)
10 Şubat 1990
Omzu kalabalık M.Ç. oğlunun nikah davetiyesini getirdi. Nikah tanığı S.Ö. hanımefendi olacakmış. Sahneye iki ünlü solist çıkacakmış. Acaba sizin patron diğer şahit olur mu diye bana akıl danışıyor. Yurtdışında deyince başka arayışlara girişiyor. (...) Bir an ona geçenlerde M.S.'nin lokalinde kendisini gördüğümü söylemek geliyor. O şatafatlı üniforması içinde yanında oturan sübyan Çingene kızını mıncıklarken ne saz heyetinin kendisine gösterdiği aşırı ilgiyi ne de gazeteci olarak tanıdığı beni, farkedemeyecek kadar sarhoştu. (...)
(...)
13 Şubat
(...) Emekli polis M. geldi. Artist karısının kendisini terkettiğini anlattı. Anılarını konuştuk, 1 milyon istedi. Biraz pazarlıkla 150 bine razı oldu.(...) Bir şişe rakı parası teklifni bile belli ki kabul edecekti. (...)
18 Şubat
Hayalici T. Ç. bize konuşmaya karar vermiş. Keyfimden bir sigara yakıyorum.
(...)
7 mart 1990
Sabah gazeteleri okuyordum ki Çetin Emeç'in vurulduğu haberi geldi. Göztepe SSK'ya vardığımızda saat 10.30'du. Ölmüştü Çetin Emeç. Şoförü Sinan Ercan da... Karısı Bilge Hanım, hemşire odasındaydı ve etrafı kalabalıktı. Bir an gözgöze geldik ama bir şey diyemedim. Aklıma birkaç gün önce Kamil Başaran'ın cenaze töreninde beni aratıp bulması geldi. Meğer veda konuşmamızmış o...
Not: Orhan Olcay'ın günlük sigara tüketimi o tarihten sonra tedricen üç pakete çıktı. Sonra intihar etmenin başka yolları olduğunu düşünüp 1 Mayıs 1996'da sigarayı bıraktı. O günden bu yana sigara içilen ortamlarda bile bulunmak istemiyor.