Güncelleme Tarihi:
Yalkın, bu kez 5 Eylül’de Alan İstanbul’da açacağı sergisiyle karşımızda. ‘Çalışkan Küçük İnsanlar’ isimli sergideki işlerden birkaçını daha önce Pop Art Extended (Andy Warhol’un eserleri de gösterilmişti), Contemporary İstanbul 2011 ve Alan İstanbul’da açılan ‘Otoportre’, ‘Güzel ama Yalnız Kadınlar’ ile ‘İkametgah Kadıköy’ adlı karma sergilerde görmüştük. Videolarında kullandığı yüksek teknoloji ve eleştirel dille dikkat çeken Arda Yalkın’la video çalışmaları ve plastik işlerinin bir arada gösterildiği sergisini konuştuk.
Sergide hem video hem de plastik işleriniz yer alıyor. Farklı alanlarda üretmek sizi zorladı mı?
- Videolarımla ilgili kafamda hiç soru işareti kalmaz. Sonuçta çok fazla deneyim sahibi olduğum bir alan. Ama plastik işleri üretirken zorlandığımı itiraf etmeliyim. Videolarımda kullandığım dil nedeniyle temeli kurmada zorlanmadım pek. Ama iş, malzeme seçimine ve onla haşır neşir olmaya geldiğinde, işin zorluğuyla yüzleştim. Şanslıydım, çünkü kız arkadaşım Hande Şekerciler bir heykeltıraş. Senelerdir atölyesinde ona yardım ederim. Aklıma gelen her yöntemi deneyebildim. Sonra bir sürü usta sanatçının fikrini aldım. Alan İstanbul’un da desteğiyle, sergi 10 ayda tamamlandı.
İzleyiciyi sorgulamaya sevk ederken, siz de kendinizi eleştiriyorsunuz aslında. Merak ediyorum, sizce sanatla uğraşmak bir küçük çalışan insan olma durumundan kurtarıyor mu kişiyi? Yoksa sanatçıların ‘bazısı’ veya geneli için de böyle bir hal söz konusu mu?
- Açıkçası ben bir video yapayım da izleyen herkes kendisini sorgulasın, dünya daha iyi bir yer olsun diye bir çaba içinde değilim. Bunu yaptığını iddia eden insanlara da hep şüpheyle yaklaşırım. Peki, bunu başaranlar var mı? Evet. En azından benim hayatımı değiştiren bir düzine adam sayabilirim. Belki sonucunu kestiremediğim bir tür provokasyon arzuluyorum, emin değilim. Yaptığımı düşündüğüm şey; anın, o anda hissettiklerim ve etrafımda olup bitenin bir kaydını oluşturmaya çalışmak. Kendi dilimi yaratmak, aynı şeyi yapan insanların arasından sıyrılmak istiyorum. Ama bu şehirde, ülkede ve dünyada yaşayıp sisteme dahilsem, bir banka hesabım, internet bağlantım, evim, bahçem, arkadaşlarım varsa... Sahip olduklarımı korumak için çalışıyorsam, sistemin bir parçasıyım zaten. Dediğiniz gibi, sanatla uğraşmanın bir ayrıcalık olduğunu düşünenler de var. Eminim çok da özel insanlar, hatta şahsen tanıdıklarımın bu özelliklerini teyit edebilirim. Ama ben onlardan değilim.
HER SANİYESİNDE 25 BİN İMAJ SAKLI
Bu sergide de karşımıza çıkan ‘mozaik tekniği’ne, daha evvel karma sergilerde gördüğümüz video çalışmalarınızda da rastlamıştık. Ne zamandır bu tekniği kullanıyorsunuz?
- Mozaik aslında çok bilinen ama şu sıralar değişik varyasyonlarıyla yeniden gündeme gelen bir teknik. Türkiye’deki en bilinen kullanımı, ucuz Atatürk posterleri. Hani şu bin tane Atatürk resminden oluşanlar. Dünyada son derece yaratıcı uygulamaları var. Sergi teklifleri geldiğinde bu tekniği interaktif bir platforma taşımak istedim. Aklıma ziyaretçilerin gerçek zamanlı video görüntülerini arşivlenmiş görüntülerden tekrar oluşturmak gibi bir proje gelmişti. Ancak astronomik bir bütçe gerektirdiğinden olmadı. Ben de videoda kullanımını araştırdım. Çok fazla örnek yoktu. Tek karelik imajlar üretmek için yapılmış açık kaynak kodlu bir uygulama buldum. Biraz müdahaleyle, istediğim videoları üretebileceğim hale soktum. Kaynak videonun da optimize edilmesi gerekiyordu, oldukça kompleks bir süreç. Şu sıralar daha farklı ve kompleks varyasyonlar üzerinde çalışıyorum.
Sergide yer alan ‘İki Monolog’, üç bin video karesinin kağıda basılarak 12 bin fotoğrafının çekilmesiyle oluşan bir stop motion film. Kulağa çok yorucu geliyor... Böyle bir işi üretmek ne kadar zaman alıyor?
- Evet, işleri hazırlamak yorucu. Ama iyi planlama yaptıysanız ve ne yapıyor olduğunuzu biliyorsanız zor değil. Başka yerlerde çok daha kompleks işleri rahatlıkla yapan insanlar var. Süreyse çok değişken. İki Monolog’un sadece fotoğrafları için geceli gündüzlü dört gün harcandı. Çekimler, animasyonlar vesaire için harcadığım zaman da eklenince aslında ciddi bir süre söz konusu. Disiplinli çalışmaksa tamamen motivasyonla alakalı. Şu sıralar uyanır uyanmaz çalışmaya başlıyorum.
Şimdilerde ne tür işler üzerine çalışıyorsunuz?
- Şu anda ‘Farz’ isimli bir video üzerinde çalışıyorum. Contemporary İstanbul için hazırlayacağım işleri planlıyorum. Bu senenin sonlarına doğru Yunanistan’da bir sergiye katılacağım sanırım. Ama önümüzdeki sene için en büyük amacım teknoloji ve sanatın ilişkisi ve sanatın geleceği üzerine bir belgesel çekmek. Şimdiden notlarımı almaya, konuşmam gereken insanları belirlemeye başladım.
Kendini en akıllı sanan bile boşa vakit harcıyor
Ana akım medya, ana akım sinema, çok satan edebiyat ürünleri, reklamlar... Yıllarımı verdiğim, hayatımı değiştiren müzik bile dönüşüp başka bir şey oldu. Kendisini en akıllı sanan, en iyiyi hak ettiğine inanan bizler, aslında dünyadaki sınırlı zamanımızı tatil fotoğraflarımızı takipçilerimize göndererek, günün birkaç saatini trafikte geçirerek, medyanın bize sunduğu ütopik vücutlara ya da son model arabalara özenerek geçiriyoruz. Sermaye, bunu başarmak için bizimle iletişim kurmak zorunda. Ben bu dille ilgileniyorum. İşlerimi izlediğinizde tüm bu problemleri, şiddeti, pornografiyi ve ikiyüzlülüğü hissediyorsunuz.
HEM İŞİM HEM DE EĞLENCEM
Yıllar önce bir Coldcut konserinde müzik ve videonun bir arada nasıl da etkili olabileceğini deneyimlemiştim. Sanırım o konser benim için dönüm noktası oldu. Özellikle canlı video performanslarıyla ilgilenmeye başladım. Bu işi Mor ve Ötesi, Şebnem Ferah, Tarkan, Pentagram, Çilekeş gibi müzisyen ve gruplarla, Türkiye’de ilk yapan insanlardan biri oldum. Zamanla video ve animasyon bende takıntı haline geldi. Bir yandan reklamlar, konser videoları, müzik videoları üretirken, öte yandan kendimi teknik yönden eğitmek için bulabildiğim bütün online eğitimler üzerine çalıştım. Hâlâ günümün en az iki saatini yeni bir şey öğrenmek ya da yapılmış değişik videoları izlemek için ayırıyorum. Bu benim hem işim hem de en büyük eğlencem.