Ezgi BAŞARAN
Oluşturulma Tarihi: Kasım 12, 2005 00:00
Benim felsefem hayatın çalışma yöntemini kabul etmektir. Yakınlarımı kaybettiğimde isyan etmek yerine onlarla geçirdiğim zamanlar için şükrederim. Buena Vista’dan önce Ruben Gonzalez bizi bıraktı. Ardından Compay Segundo. İkisi de çok yakın arkadaşımdı. Fakat İbrahim’in gitmesi beni çok sarstı. Bu yaz onunla iki festivalde karşılaştık. Tekrar onunla sohbet etmek, vakit geçirmek, şarkı söylemek çok iyi gelmişti.
Bunca yılımı onu tanıyarak geçirdiğim için şükrediyorum. İbrahim’in sesi dünyada hiç kimseyle karşılaştırılamayacak bir sesti ama ya kalbi? Benim bu hayatta tanıdığım en iyi kalpli insanlardan biriydi. Şimdi Buena Vista sayesinde hepiniz bu güzel insanları tanıdınız ve hatırlayacaksınız. Ölüm o kadar önemli değil aslında.
Buena Vista Social Club albümü ve Wim Wenders’ın aynı adlı filmiyle tanıdık biz Omara Portuondo’yu. İbrahim Ferrer’le müthiş bir düeti vardı filmde. Dos Gardenias’ı söylüyor, uçuşan elbisesiyle Ferrer’in etrafında dönüyordu. Ama tabii bundan çok daha fazlası var Portuondo’yla ilgili. 75 yaşında, 60 yıldır Küba gibi bir ülkede şarkı söyleyen bir kadın o. Sonra Buena Vista Social Club gibi artık üyeleri hayatta olmayan bir fenomenin son halkası. Önümüzdeki hafta, 17 ve 18 Kasım’da Garanti Bankası’nın sponsorluğunda İstanbul Babylon’da iki konser verecek olan Portuondo’yla aşkı, şansı, müziği, ölümü ve Küba’yı konuştuk.
Ne zaman kendinizi ya da müziğinizi ifade etseniz tutku ve aşk kelimelerini kullanıyorsunuz. Hayatınızı bu iki duygu mu yönlendirdi hep?
- Öyle de denebilir. Bu bana annem ve babamdan geçti. Bizim evimiz müzik, tutku ve aşkla dolu bir evdi. Onların aşkı, hayatın bütün olumsuzluklarını ve ön yargılarını aşmayı başarmıştı. Zengin bir İspanyol ailesinden gelen annem, Kübalı siyah bir beyzbolcuya, yani babama aşık olmuş ve onunla birlikte Küba’ya gelmişti. Bu o dönemde bir skandaldı. Gerçekten insan olmak nedir, ben o evde öğrendim. Müziğin nasıl bir ifade gücü olduğunu da. Mesela annem ve babam evde şarkı söylerlerdi. Ernesto Grenet ve Sindo Garay’ın La Bayamesa’sı ya da Maria Teresa Vera’nın Veinte Anos’u hayatımda ilk duyduğum şarkılardı. Şarkıcı olmaya o zaman karar verdim.
Kız kardeşinizden etkilendiğiniz için şarkıcı olmak istediğinizi sanıyordum...
- Hayır ama kız kardeşim Haydee beni ilk sahneye çıkaran insandır. Haydee, El Tropicana diye bir kulüpte çalışıyordu. Bir akşam eve geldi ve hazırladıkları son oyunda rol alan dansçılardan birinin hastalandığını ve yerine birini aradıklarını söyledi. Ben de onu ziyarete gittiğim zamanlarda şovun provalarını izlemiştim. Haydee ısrar etmeye başladı. Ben kabul etmedim. Çünkü öncelikle çok utangaçtım ve şovda çok kısa etekler giyiliyordu. Öyle bacaklarımı gösterme fikri hiç hoşuma gitmedi. Zaten 15 yaşındayım o zaman, düşünsenize! O sırada annem devreye girdi ve dans etmekte hiç bir sakınca olmadığını, ayrıca bu durumda bu insanlara yardım ederek iyi bir şey yapmış olacağımı söyleyerek ikna etti.
Danstan şarkıcılığa nasıl geçtiniz?
- Dans sayesinde şov dünyasına girmiştim bir kere. Hafta sonları bir sürü önemli müzisyenle tanışma fırsatım oldu. Cesar Portillo de la Luz, Jose Antonio Mendez ve piyanis Frank Emilio Flynn bir grup kurduk. Adı Loquibamba Swing’di. Amerikan caz standardını Küba efektiyle çalıyor, aynı zamanda bossa nova yapıyorduk.
BUENA VİSTA PROJESİ BİZİ DE ÇOK ŞAŞIRTTI
Geri dönüp baktığınızda Buena Vista Social Club projesi için kariyerinizin dönüm noktası diyebilir misiniz?
- Elbette. Onlara katılmam da, aynı sahneye çıkmam gibi tam bir şans ve tesadüf işidir. Ben Egrem Stüdyoları’nda bir albüm kaydı yapıyordum. Üst katımda ise Ry Cooder ve Nick Gold kayıttaydı. Projedeki isimlerden Juan de Marcos Gonzales de o sırada onların yanındaydı. Benim sesimi duymuş ve aşağı koşmuştu. Beni de projeye dahil etti. Ry Cooder’la ilk tanıştığımda onun kim olduğunu bile bilmiyordum. Fakat sonra bizim müziğimizi en az bizim kadar iyi bildiğini gördüm ve beraber iyi müzik yapacağımızı anladım. Sonra çok uzun zamandır görmediğim arkadaşlarımla yani İbrahim Ferrer, Ruben Gonzalez ve Compay Segundo’yla albüm kayıtları ve
film için bir araya geldiğimde çok duygulandım. Öyle garip nostaljik bir enerji vardı ki aramızda, size anlatamam. Ama yine de bu projenin bu kadar dünyaca ünleneceğini tahmin etmiyorduk. Öyle bir amacımız da yoktu. Film de çok sıradan bir şekilde çekiliyordu, ortada hiç öyle büyük bir ekip ve araç gereç yoktu. Çoğu zaman filme çekildiğimizin bile farkına varmıyorduk. Bizim için Buena Vista Social Club o kadar hayatımızın parçası, o kadar doğal bir şeydi ki, böyle büyük bir şeye dönüşmesi hepimizi şaşırttı.
FIDEL CASTRO SANATA ÇOK ÖNEM VERİR
Küba için önemli bir figürsünüz bugün. Son 60 yıldır sahnedesiniz ve birçok önemli olaya tanık oldunuz. Küba nasıl ve ne kadar değişti sizin gözünüzde?
- Sadece Küba değil, dünya çok değişti.
Ben Küba’yı hep mutlu, şefkatli ve güleryüzlü insanlardan oluşan bir ülke olarak görüyorum. İnsanları olduğu gibi sevmeyi ve sadece insan olduğu için ona değer vermeyi bilirler. Bu ülkede ne olursa olsun, dünya ne kadar değişirse değişsin insanların bu özelliklerinin değişeceğini sanmıyorum. Belki Karayiplerin havasından, belki şahane yemeklerden, belki de sokaklarında hep müzik olduğundan...
Fidel Castro’yla tanışıyor musunuz bu arada?
- Bu ülkede iyi sanat yapıyorsanız mutlaka Fidel Castro’yla tanışırsınız. Onun sanatçıları davet edip sohbet etmesi çok olağan bir şeydir. Kültüre ve sanata gerçekten çok önem verir. Onunla birçok farklı nedenle aynı ortamda bulundum. Çok uzun sohbet etme fırsatı bulamasam da, sıcak ve içten davranıyor bana her seferinde.
İstanbul’daki bu konser nasıl olacak? Son albümden parçalar mı olacak sadece?
- Genelde son albümüm Flor de Amor’dan parçalar olacak. Tamamıyla geleneksel Küba müziği yapacağız. Konserde elbette başka şarkılar da söyleyeceğim. Elimden gelenin en iyisini yapacağım. Tek istediğim beni izlemeye gelenlere mutluluk ve neşe getirmek. Umarım öyle de olur.
Türkiye’ye gelmekten çok memnunum.