Hayatım bir bavula sığdı

Güncelleme Tarihi:

Hayatım bir bavula sığdı
Oluşturulma Tarihi: Kasım 25, 2010 00:00

New York’ta “Keşanlı Ali Destanı” müzikalini sahneye koyan ve yaklaşık bir yıldır yurtdışında olan Fadik Sevin Atasoy, şu sıralarda “Mavi Pansiyon” adlı sinema filminin çekimleri için Bodrum-Gümüşlük’te... Ünlü oyuncu orada Hafta Sonu dergisiyle buluştu ve son bir yıldır neler yaptığını, çekimleri devam eden filmini, gelecekle ilgili planlarını anlattı.

Haberin Devamı

Film çekimi için Bodrum’dasınız... Teklif nasıl geldi, kabul ediş sürecini ve sonrasını anlatır mısınız? 

- Los Angeles’ta bir gün aklıma bir melodi takıldı. Melodiyi mırıldanıyorum ama ne olduğunu hatırmıyorum. Sonra buldum. Jane Campion’un “Piano” filminin müziğiydi. Youtube’a girdim, onu izlemeye başladım. ıçimden “Bir rol olsa da piyano çalmayı öğrensem” dedim. Üç gün sonra Los Angeles’ta yaşayan bir arkadaşım aradı. Yönetmen Nezih Ünen’in beni aradığını, hazırlığını yaptığı filmde beni başrolde oynatmak istediğini söyledi. Rol de bir piyanistmiş. Senaryoyu gönderdiler, okudum, apar topar ıstanbul’a geldim. Bana hoca da tutmuşlar. Bu yaştan sonra piyano öğrenmeye başladım yani...

Öğrenmenin yaşı yoktur.    

- Ama piyano o kadar zor bir enstrüman ki... Konservatuardan dolayı biraz nota deşifre ediyordum ama anladım ki bu hakikaten çok zor bir iş. Başlı başına bir yolculuk. şimdi oteldeki odamda da bir piyanom var. Çekim aralarında piyano çalıyorum. Ama yan odada kalan bir yönetmen arkadaşım şikâyet etmiş. Piyanonun hoparlörü söküldü, şimdi kulaklıkla devam ediyorum.

Filmdeki rolünüzden bahseder misiniz?

- Bahar karakterini oynuyorum. Bahar, sakin, iç dünyasında yaşayan bir karakter. Onu çok sevdim. Ben role değil, rol bana bir şeyler katıyor bu sefer.

BERLİN'DE BİR SÜRÜ KIZ KARDEŞİM OLDU

Haberin Devamı

Uzun zamandır yurtdışındasınız, neler yapıyorsunuz oralarda?

- Berlin’de yaşayan göçmen Türkler’e eğitim veren bir vakıf aradı, yardımıma ihtiyaçları olduğunu ve oradaki kadınlarımıza nasıl bir program uygulayabileceklerini sordu. Hiçbir para talep etmedim, sadece konaklayacağım bir yer istedim ve onlara diksiyon, oyunculuk, özgüven, dil eğitimi verebileceğimi söyledim. Bilkent’te yaptığım yüksek lisansın tezi, diksiyon, fonetik ve aksanlardı. Orada rahmetli Cüneyt Gökçer’in asistanıydım. Asistan olarak çalıştığım için hocalık deneyimim de var. Bu yönümü değerlendirmek istedim. Dolayısıyla ıstanbul’daki evimi kapattım. Eşyalarımı Atatürk Kız Yetiştirme Yurdu’na bağışladım. DVD’lerimi arkadaşlarıma paylaştırdım. Bütün dostlarımın katıldığı çok güzel bir veda partisi verdim.

Hatırası olan eşyalarınızdan nasıl ayrıldınız?

- Çok kıymetli olanları anneme verdim. Bulaşık makinesiydi, yataktı falan, onları ihtiyacı olanlara dağıttım. ışim nedeniyle zaten sürekli dolaşıyordum. Ben de bir yere bağlı kalma arzusunu hayatımdan tamamen çıkarayım dedim. Madem dolaşıyorum tam dolaşayım istedim. Ve şu anda hayatımda tek bir valizim var, onunla dolaşıyorum. Hayatım bir bavula sığdı.

Her şeyiniz bir bavula sığabildi mi?

- Sığdı. Berlin’e giderken tek valize sığdım. Ama orası çok soğuk olduğu için orada mont almak zorunda kaldım. Berlin’de göçmen kadınlarla altı ay çalıştım. Bana hayatı öğreten 35 tane öğrencim var şimdi orada.

TIMES SQUARE’DE DAVULLU-ZURNALI ŞOV

Siz onlara orada neler öğrettiniz?

- Oyunculuk, özgüven, kendilerini ifade etmeleri, önyargısızlık. Çünkü haklı olarak bir kültürel çatışma yaşıyorlar. Ne Almanya’dalar ne de Türkiye’de. Ama o kadar tatlılardı ki. Orada bir sürü annem, bir sürü kız kardeşim oldu. Derken New York’tan bir telefon geldi. Babamla bir tiyatro kurmuştuk orada ve “Kanlı Nigar”ı oynamıştık. Bu defa da “Keşanlı Ali Destanı”nı sahneye koymak istediklerini, benim de hem sanat yönetmeni olmamı hem de Zilha’yı oynamamı teklif ettiler. Prodüktöre Ali’yi kimin oynayacağın sordum, Yavuz Bingöl’ün adını duyunca “Tamam” dedim. Kışlıklarımı Berlin’de bir arkadaşıma bırakıp yine tek bavula düştüm ve ver elini New York. New York’ta hemen 80 kişilik bir ekip kuruldu.

Kadrodakilerin hepsi Türk müydü?

- Orkestra hariç herkes Türk’tü.

Kaç defa sergilediniz?

- Maalesef bir gece. Çünkü sahne kiraları çok yüksek. Ama o bir gecede 1500 kişiye oynadık. Oyunun ilk girişi çok ilginçti. Ali’nin gelişini Times Square’dan başlattık. Amerikalılar çok şaşırdı. Çünkü biz tüm ekip davullu-zurnalı Times Square’dan yürüyüp salona girdik. Önce Berlin, sonra New York çalışmaları bana çok yorucu geldi. Yönetmen arkadaşım Andaç Haznedaroğlu da oyunu izlemeye gelmişti. Benim o yorgun halimi görünce Los Angeles’ta bir hafta tatil yapmayı önerdi. Gittik. Banu orada Michelle Danner diye bir kadından bahsetti ve kadına kendimi göstermemi istedi. Salma Hayek, Penelope Cruz’u setlere kazandıran bir hoca. ıngilizce bir parça hazırlıyorsunuz ve oynuyorsunuz. Sana olursun veya olmazsın diye not veriyor. Beğenirse de seni Edgemar Center of Arts’ın özel sınıfına alıyor.

HOLLYWOOD YILDIZLARININ HOCALARIYLA ÇALIŞIYORUM

Görüştünüz mü onunla?


- Evet, günlerce çalıştım. Andaç, velim gibi beni okula götürdü. 20 kişilik bir grubun önünde elim ayağım titreye titreye oynadım. Bittikten sonra kadın elimden tuttu “Sen kimsin, nesin, hiçbir yere gitmiyorsun, burada kalıyorsun” dedi. Beni bir düşünce aldı. Bir haftalık gelmişim, şimdi nerede kalacağım? Bütçem yeterli değil. Kara kara düşünüyorum. Andaç borç vermeyi teklif etti. Okuldan çok kalacak yer önemli. Bir de Los Angeles’ta araban yoksa hiçbir şey yapamıyorsun. Ne yapacağımı şaşırdım. Bilgisayarın başında ev ararken telefonum çaldı. Türkiye’den bir dostum New York’ta yaşıyormuş, o aradı. Arkadaşlarıyla hep beraber yemektelermiş, beni de çağırıyor. Ona Los Angeles’ta olduğumu söyledim. Bana ne yaptığımı sordu, hepsini anlattım. Los Angeles’ta evi olduğunu, anahtarının da yeni doğum yapan kuzeninde olduğunu, istediğim kadar kalabileceğimi söyledi. Bu hayatımda aldığım en büyük destekti.

Los Angeles’e bir haftalığına gittiniz, ne kadar kaldınız?

- Dört ay. Sonra bir hocayla daha tanıştım. Will Smith, Gerard Butler gibi oyunculara koçluk yapan biri. Bir de ona performansımı gösterdim. O da beni master class’ına aldı. şimdi iki hoca ile çalışıyorum.

MAHSUN’UN YAPTIĞIYLA GURUR DUYUYORUM

Türkiye’yi özlüyor musunuz? Mesela Cihangir’deki evin çatı katında çekirdek çitlemeyi, martılarla konuşmayı özlediniz mi?


- Los Angeles’ta da martılar var. Martılar benimle her yerde artık. Orada da martılarla sohbet ediyorum, ayrıca çekirdeğim de var. Onun için pek yabancılık çekmiyorum.

“New York’ta Beş Minare” filmi için ne diyeceksiniz?

- Gurur duyuyorum.

Siz çekimler sürerken New York’ta mıydınız?

- Oradaydım. Haluk (Bilginer) abi, Mahsun (Kırmızıgül) falan beraber yemek yedik. Deli gibi çalıştılar. Mahsun’un yaptığı işle gurur duyuyorum.

Haberin Devamı

ARTIK AŞKA HAZIRIM

“Olunca söyleyeceğim” demiştiniz, sevgiliniz var mı?


- Bir bavulla sürekli dünyayı gezen bir insanın sevgilisi nasıl olacak? Benim gibi gezgin birini bulmam lazım. şu ana kadar Evliya Çelebi gibi hep oradan oraya gittiğim için önce kendi içimdeki aşkı keşfetmenin peşine düştüm. Sanırım onu da keşfettim. Artık birini sevebilirim, sevilebilirim. Yani aşka hazırım.

Peki, bu aşk nerede olacak?

- Bilemiyorum. Bavulumu taşımaya destek verecek biri olmalı. (Gülüyor) Ben de onun bavulunu taşırım, merak etmesin.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!