Güncelleme Tarihi:
Zigetvar sırtlarına ince ince yağmur yağıyor. Gün boyu yere çöken sis dağıldı. Tatlı bir koku yükseliyor topraktan; hava tertemiz, iştahla ciğerlerimize çekiyoruz.
Buralar eskiden böyle değildi. Belki coğrafya yine aynıydı; tepeler yine üzüm bağıydı; toprak yine böyle güzel kokuyordu belki. Ama tam 449 sene önce, havaya geniz yakan, kesif bir barut kokusu da karışmış olmalı. Burası Zigetvar... Burası ‘Muhteşem’ Süleyman’ın, geçkin yaşı ve hastalığına rağmen atına atlayıp askerlerinin önünde son defa yürüdüğü yer. Son stratejik kararlarını aldığı yer... Son bir defa savaş meydanına baktığı yer...
Burası, Kanuni’nin yıllardır aranan mezarını bağrında saklayan yer...
MEZARLARIN ÜZERİNDE YEŞİL ELMALAR
Bu, yavaş yavaş dağılan soru işaretleriyle dolu, uzun bir hikâye...
Biri Türk, biri Macar iki bilim insanıyla beraber durmuş, önümüzdeki, şimdi yağmurdan üzeri muşambayla kapatılmış kazı alanına bakıyoruz. Gördüğümüz, bir palanka... Bana basitçe anlattıklarına göre bir küçük kale yani. Mütevazı boyutlarda bir camiyi, 50-60 civarında askeri barındıracak bir kışlayı, dervişler için bir dergâhı içine alabilecek, taş, ağaç ve toprakla inşa edilmiş bir yapı. Henüz sadece bir bölümü kazılmış. Macarların ‘alma’ dediği bereketli elma ağaçları, zamanının palankasının içinden, dışından boy vermiş. Ağaçlar yüklerini taşıyamamış artık, yerlere dökmüş.
On-on beş hanelik bir köyde, ufak bir evin bahçesindeyiz aslında. Yıllar yıllar önce top ateşleriyle, savaş naralarıyla, davullarla sarsılan bu yer, şimdi sakin, çıt çıkmıyor. Oysa huzur dolu bu bahçede, bu eski palankada, yanımdaki bilim insanlarının anlattığına göre tarihimizin önemli dönüm noktalarından biri yaşanmış. Peç Üniversitesi Siyasi Coğrafya Bölümü Başkanı Doç. Dr. Pap Norbert ve ODTÜ Mimarlık’tan sanat tarihçisi Ali Uzay Peker kazı alanının sadece bir cami, kışla ve dergâhtan ibaret olmadığını söylüyor. Fazlası var. Kanuni Sultan Süleyman’ın yıllardır aranan türbesi de burada...Üzüm Tepesi denilen, Zigetvar Kalesi’ne dört-beş kilometre uzaktaki bu noktada.
Çevremizdeki sis perdesi de yavaş yavaş dağılıyor; hikâyenin üzerindeki de. 1566’da 72 yaşındayken, ordusunun başında sefere çıkan Sultan Süleyman, bugün Macaristan’ın güneybatısında kalan, Hırvatistan sınırına yakın Zigetvar Kalesi kuşatması sırasında hayatını kaybetti. Dönemin uzmanı tarihçiler, tanıklıklara bakarak, Vezir-i Azam Sokollu Mehmed Paşa’nın, askerin moralinin bozulmaması için bu ölümü tüm ordudan gizlediğini anlatıyor.
Taktik işe yaradı. Kanuni’nin vefatından hemen sonra kuşatma başarıyla sonuçlandı, Zigetvar Kalesi alındı. Bu sırada Kanuni’nin kalbi dahil iç organları çıkarılıp gömülmüştü. Vücuduna ise tahnit uygulanmış, kokular sürülüp İstanbul’a getirilmiş, 48 gün sonra Süleymaniye Camii’ne defnedilmişti.
İMPARATORLUK SINIRINDA TEK BAŞINA
Peki Sultan Süleyman’ın savaş alanında kalan ‘öteki’ mezarının akıbeti neydi? Kısaca anlatalım. Tahta geçen 2. Selim, babasının iç organlarının gömüldüğü yere bir türbe yaptırdı. Bu, savaş meydanında tek başına duran bir yapı değildi. Türbe, onu koruyacak askerlerin kaldığı kışla, kullandıkları cami, dervişlerin ve türbedarın bulunduğu bir dergâh (Mevlevi veya Halfeti dergâhı olduğu sanılıyor) ile beraber palankada yer alıyordu.
Zaman içinde palanka civarında, Hıristiyan ve Müslüman halkın yaşadığı iki mahalleden ibaret bir küçük kasaba da oluştu. Ama hayat şartları güllük gülistanlık sayılmazdı. Kanuni’nin türbesini koruyan askerler ve dervişler, ordu Zigetvar’ı terk ettikten sonra sık sık saldırıya uğradı. Osmanlı, 1689’da bölgeyi tamamen bırakınca türbenin konumu daha da zayıfladı. Sonunda 1692’de, Avusturyalılar tarafından tamamen yıkıldı. Büyük bir ihtimalle yağmalandı da. Tarihçi Peker, Avusturya ordusunun kayıtlarında bölgede görev yapan bir subayın, türbedeki kurşun kaplamaları ve alemi çalıp satmakla itham edildiğini anlatıyor örneğin.
Sonrası yüzyıllar... Bölge, önce Cizvit sonra Fransisken rahipler tarafından Hıristiyanlaştırıldı. Bu arada türbe ve içinde bulunduğu palanka da zaman içinde ortadan kalktı. Geriye sadece birtakım efsaneler kalmıştı... Kanuni’nin iç organlarının altın bir kap içinde gömüldüğü gibi, çoğu tarihçinin doğrulamadığı efsaneler...
EŞKİYA ÇIUKURUNU KİM AÇTI?
TİKA’yla (Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı) ortak yürütülen araştırmanın başındaki, Peç Üniversitesi’nden Norbert Pap, yıllardır bu sır mezar yeri etrafındaki soru işaretlerini ortadan kaldırmak için çalışıyor. Yönettiği Macar bilim insanı ekibi, ilgili bütün tanıklıkları, belgeleri, çizimleri inceledi; coğrafi modellemeler oluşturdu, jeofizik araştırmalar yürüttü ve nihayet bugün yanı başında durduğumuz kazı alanına ulaştı: “Artık kesinlikle eminiz ki, Kanuni’nin mezarı burada; gün ışığına çıkardığımız yapılar, Pal Esterhazy’nin 1664’te hazırladığı ‘Sultan Süleyman Türbesine Dair Mimari Çizim’le örtüşüyor. Evliya Çelebi’nin, Seyahatnamesi’nde, ‘Sultan Süleyman’ın anıtmezarı’ diye adlandırdığı yapının tarifine de uyuyor. Yine bölgeyi gösteren 1689 tarihli Leandro Anguissola haritasına, burada yaşanan mini buzul çağı dolayısıyla gereken coğrafi simülasyonu uyguladıktan sonra da bu noktaya ulaşıyoruz.”
Kazı alanının tam ortasında bulunan genişçe bir çukur dikkatimi çekiyor. “Orası nedir” diye soruyorum Pap’a. “Eşkıya çukuru” diye yanıtlıyor. “Zaman içinde haydutların oraya girip definden kalıntıları aradığını sanıyoruz.” Kanuni’nin türbesinin tam da o noktada olduğu savını destekleyen bir unsur da bu. Yüzyıllar önce açılmış koca bir çukur... ‘Altın kap’ efsanesi, soyguncuları oraya çekmiş olabilir.
Yeni bir bulgu daha... Mezarın kıbleye sadece bir derecelik sapmayla baktığını söylüyor Pap. Yani zamanında çok isabetli bir hesaplama yapılmış. Hem Peker’in hem de Pap’ın önemsediği bir başka noktaysa, sadece türbenin değil, yakınındaki Osmanlı kasabasının kalıntılarının da belirlenmesi. Kazılara bu yönde de devam edilecek. Nihai hedef, buraya bir müzenin kurulması. TİKA yetkilileri, Macar bilim insanlarıyla işbirliğini bu hedefle birlikte daha da pekiştirmek istiyor. Kurumun bağlı olduğu, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, bölgedeki tüm Osmanlı eserlerini gün yüzüne çıkarmak istediklerini açıkladı. Macaristan tarafı da fazlasıyla ilgili. Pap’a ülkeleriyle savaşan Kanuni’yi çalışmanın kimseyi kızdırıp kızdırmadığını soruyorum. Zigetvar’ın kendi tarihlerinin de önemli bir parçası olduğunu anlatıyor. Zigetvar Kalesi Komutanı Zrinyi Miklos, Macarların kahramanı. İki ismin heykelleri, Zigetvar yakınlarındaki Macar-Türk dostluk parkında yan yana duruyor.
BİR ORDU NASIL YÜRÜR?
Üzüm Tepesi’nden ayrılırken yine sis basıyor ovayı. Göz gözü görmüyor artık. Sırtım araba koltuğunun rahatında, seçebildiğim kadarıyla etraftaki karaltılara dikkat kesiliyorum. Burada dört yüz yüz elli yıl önce tam teşekküllü bir ordunun nasıl ilerlediğini hayal ediyorum. Keçe külahları, keskin palalarıyla yeniçeriler, tuhaf başlıklarına varıncaya kadar baruta bulanmış cebeciler, zülfikârlı flamalarıyla padişahın yakın koruması bostancılar... En önde savaşan gözükara azaplar... Anadolu parsından kürkleri, kuştüylü miğferleriyle ölüme giden serdengeçtiler... Arnavutlar, Rumlar, Bulgarlar, Kırım Tatarları... Atlılar, pehlivanlar, nalbantlar, kavaflar, dervişler, seyisler, baytarlar, berberler... Koca bir kenti dolduracak kadar kalabalık bir ordu bu üzüm bağları, buğday tarlaları arasından, dağlar, tepeler, ovalar aşarak nasıl yürüdü? Şimdi her şeyden, herkesten uzak görünen bu topraklardan nasıl geçtiler?
‘Muhteşem’ Süleyman’ın sır türbesini ardımızda bırakırken, tarihin gümbürtü sü de giderek azalıyor.
BİR İHTİMAL DAHA VAR MI?
İki sene önce, Kanuni’nin sır mezarının Üzüm Tepesi’nde olma ihtimali ilk belirdiğinde, Zigetvar’a giderek konuyu inceleyen ilk kişi Hürriyet’ten Emre Kızılkaya’ydı. O günlerde yayımlanan bu ilk haberlerde Kızılkaya, mezarın Szüz Maria Kilisesi’nin altında olduğunu öne süren Türk biliminsanlarının görüşlerine de yer vermişti. Ancak, bu haberlerin ardından aldığı bir e-posta bir başka ihtimali savunuyordu. Macaristan’daki ELTE Üniversitesi’nin eski öğretim üyesi Zoltan Nagy, mezarın ne kilisenin altında ne de Üzüm Tepesi’nde olduğuna inanıyordu. Ona göre Kanuni, Zigetvar Kalesi’ne iki kilometre mesafedeki meşe ormanının içine gömülmüştü.
KANUNİ'NİN TÜRBESİ NASIL BULUNDU?
Macar bilim insanları, yaklaşık 120 yıldır bu bölgede kazılar yürütüyor. Özellikle 1970’lerden sonra başlayan çalışmalarla hem kamuoyunda konuya ilgi arttı hem de yeni aşamalar kaydedildi.
Bugünkü ekipte de yer alan Erica Hancz’ın 2000’li yılların sonunda yürüttüğü kazı çalışmaları, aramaya yeni bir boyut kazandırdı. O güne değin, türbenin üzerinde kurulduğu düşünülen Szüz Maria Kilisesi’nin doğru nokta olmadığı ortaya çıktı.
Bu tarihten sonra Peç Üniversitesi konu hakkındaki çalışmaları yoğunlaştırdı. Türkiye’den bilim insanlarıyla da zaman zaman görüş alışverişi yapıldı.
2012’de TİKA (Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı) ve Zigetvar Belediyesi arasında bir anlaşma imzalandı. Peç Üniversitesi’nden Doç. Dr. Norbert Pap başkanlığında, içinde coğrafyacılar, tarihçiler, arkeologlar ve jeologlar da bulunan multidisipliner bir ekip kuruldu. Macaristan ve Türkiye hükümetleri projeye tam destek verdi.
Alanın tarihi coğrafyası haritacılık ve jeoenformasyon yöntemleriyle modellendi.
1689 yılındaki Anguissola haritası incelendi.
Osmanlıca, Macarca, Latince, Almanca ve Hırvatça kaynaklar derlenip değerlendirildi.
Yedi ayrı devletin arşivi tarandı.
Arazi ihtilaflarına dair mahkeme kayıtları incelendi.
Arazide yüzey çalışmaları yapıldı.
Havadan fotoğraflama, sondaj ve jeofizik taramalar yapıldı.
Çalışmayı yürüten Norbert Pap, ‘neredeyse dedektif gibi’ çalıştıklarını söylüyor.
TİKA adına bulguları inceleyen Türk ekibinin başkanı Prof. Ali Uzay Peker ise kazıda
Macaristan’da sadece Osmanlı döneminde kullanılan kurşun parçalara ve 1609 tarihli bir Avusturya-Habsburg gümüş sikkesi bulunduğuna dikkat çekiyor. Bunlar yapının Osmanlılığının ve 1609 öncesinde inşa edilmiş olduğunun da bir kanıtı.