Güncelleme Tarihi:
Issız bir adaya düştün mü yanına alacağın üç şey sorulur. Fazlası değil. Adada yaşamak böyle bir şey. Azla yetinmeyi, doğayla uyuşmayı, içine dönmeyi, kendini hatırlamayı öğrenmek, içselleştirmek demek.
Yaz sezonu iyice bitiyor, sezonluk nüfusu iki-üç katına çıkan, günlük turist kalabalığından başı dönen adalar yavaş yavaş fabrika ayarlarına dönüyor. Bir adada yaşamaya dair sorular, sorunlar her zamankinden daha yüksek sesle dile geliyor: Prens Adaları, Gökçeada, Cunda, Bozcaada, hatta Marmara Adası... Son yıllarda anakaradan kopup ‘ada’ya kaçanlardaki artışın sebebi ne? Uzaktan/karşı kıyıdan son derece tatlı ve hafif gözüken ‘adada yaşama’ fikri ne kadar gerçekçi? Adalı olunur mu doğulur mu?
Tüm bu sorular üzerine kafa yoran, süreci akademik bir araştırmaya dönüştüren bir isim var: Bilgi Üniversitesi yüksek lisans tezini, İstanbul adaları ve Burgazada örneğinden yola çıkarak ‘Bir İçe Kapalılık ve Dışa Açık Olma Hali Olarak Adalılık ve Ada Hakkı’ üzerine yapan Aylin Çankaya. Adalılık tarihini, kültürünü inceleyen; yüzlerce adalıyla konuşan Çankaya’ya göre 2000’li yıllarda İstanbul adalarına taşınmış olan insanların amacı mekânları ve toplumları bir yığın haline getirmiş olan kentten ayrışmak ve kendi öznelliklerini yeniden inşa edebilmek: “Adalar, dünyanın geri kalanını yeniden doğuş ve başlangıç temelinde teşvik etmekte; nitekim kendilerini ‘çağın mutsuz ve muhalifleri’ olarak tanımlayan bir grup insanı da bu nedenle kendisine çekmekte.”
Kentli nüfusun yeni hareketi, adaları meydana getiren hareketle aynı: Kıtadan kopmak ve yeniden doğmak. Çankaya’nın Adalar’da yaşayanlarla yaptığı mülakatlar bu bakışla birebir örtüşüyor.
ADADA ÇOCUK OLMAK
“Adalardayken şehrin sosyal hayatına pek karışamıyorsunuz ama benim için akşamları Splendid Otel’in avlusunda içtiğim kahve sonrası eve bisikletle dönmek her şeye bedel.” – Melis Ağazat, Elle Türkiye Moda Direktörü, çocukluğundan beri Büyükadalı
İçmimar Sertan Özbudun, üç kuşaktır adada yazlıkçı ama nüfus kâğıdında doğum yeri ‘Kınalıada’ yazıyor. Hani, yeri geldiğinde adalı olduğunu söylemekten gurur duyan, bu kültür mirasını ayrıcalıklı bir zenginlik gibi görenlerden. Seyran açık hava sineması, kum taşıyan eşekler, sabah ada vapuruyla işe giderken bodrum katında uyumak, akşam dönerken lüks kamarada biletçiye yakalanana kadar oturmak... Özbudun’un adada yaşamaktan kastı bunlar. “Zaten çoğu adalıya dikkat edin, oturdukları yerden ‘bizim ada’ diye bahsederler, sanki orası özel adalarıymış gibi” diyor. Çocukluğu adalarda geçmiş azınlıklardan: “Adadaki çocuklar sokakta daha çok vakit geçirir, iyi yüzer, kürek çeker, deniz motoru kullanır, bisiklete biner, misket oynar... Adada her yeri karış karış bilirsin, keşfetme duygun daha çok gelişir.”
Büyükada’nın martı ve ıhlamur kokularıyla büyüyenlerden biri de Melis Ağazat. Ada hayatının spiritüel tarafını anlatıyor: “Akşamları Heybeli’den rengârenk batarak adanın köşklerini kızıl rengine boyayan güneşin batışını hiçbir şeye değişmem. Adanın yasemin kokusu burnuma çarpmadan mutlu olamam. Sedef Adası’ndan doğarak denize gümüş bir tepside yakamoz bırakan dolunayı gördükçe Bizans’ı, İmparatoriçe Thedora’yı, Osmanlı’daki Kalvokoresis ailesini, Füraye Koral’ı, Tiraje Dikmen’i hatırlıyorum. Bu tarihsel karma beni muazzam mutlu ediyor. Sanki zaman duruyor, kolektif bir hafıza devreye giriyor.”
BÜYÜNÜN SIRRI
Ada vapuru anakaraya yaklaştıkça adada olmaktan ötürü üzerime sinmiş huzurun, hafifliğin, büyünün sırrını çözmeye çalışıyorum. Sırrı, belki de tamamlamaya ömrünün yetmediği için yarım kalmış bir Edip Cansever şiiri gibi: “Denizle deniz arası bir saatte, bir tenhalıkla başka bir tenhalık arası bir saatte yaşamak gibi...”
Ezelden ‘adalı’ Gündüz Vassaf yazdı:
Depresyon şehirlilerin, yeşili sahiplenmek adalıların simgesi
Geçen sene Sicilya’da bir adada yaşadım. Ada beni sahiplendi, ben adayı. Anakaraya küçük köprüyle bağlıydı. Aylar boyunca köprüyü geçmedim. Geçemedim. Ada yaşamı beni binlerce yıl önce Akdeniz’in iki yakasında kurulu, hemen herkesin birbirini tanıdığı şehir devletlere götürür. Bizden uzak başkentlerden politikacı ve bürokratların yönettiği günümüz şehirleri, türümüz tarihinin en sağlıksız yaşam biçiminin ibret verici ifadesi. İntihar, anonim cinayet, doğayı yok etmek, depresyon, anonimleşmek şehirlerin... Yeşil alanları sahiplenmek duygusuyla harekete geçmek, ebeveyn ve gençleri birleştirmek, tepeden inmeci şehir yönetimini şeffaflaştırmayı arzulamaksa adalıların ifadesi. ‘Gezi’, bir anlamda, ada ruhunu yansıtan eski şehir devlet anlayışının günümüzde canlanmasıydı. Bizi bekleyen, şehirlerimizde hepimizi sahiplenen doğa dostu demokrasi adacıkları yaratmak.
GÖKÇEADA’DA, BOZCAADA’DA HAYATLAR...
İKİ ADA, İKİ ÖZGÜR RUH
Tesadüf olamaz. Tanıştığınız her adalının biraz şair, hafif deli, tam serseri, yüzde yüz organik, katıksız özgür çıkması hiç sürpriz değil. Bunlardan biri dört yıldır Gökçeada’da yaşayan, ‘Pişir Süleyman’ programıyla adanın yemeklerini, sakinlerini, tarihini, doğal güzelliklerini matrak bir dille anlatan müzisyen Süleyman Alnıtemiz. Diğeriyse Bozcaada’nın en ‘adalı’ karakterlerinden Türkan Çim Işık...
Türkan Çim Işık - İşletmeci, Bozcaada’da yaşıyor
Adalı olmak azla yetinmeyi öğrenmek demektir
Kaç sene oldu Bozcaada’ya taşınalı?
- 17... Ben 27, eşim Nejat 36 yaşındaydı yerleştiğimizde. Gençtik. Âşıktık. Yeniden bir hayat kurabilecek kuvvette hissediyorduk kendimizi. Öyle de oldu. 15 yıl Bozcaada Rum Mahallesi’nin ilk restoranı olan Lodos Bozcaada’yı işlettik. Bağdan, bahçeden, denizden yedik içtik. O dönem İstanbul’da yapılmayan mezeleri adada yaptık: Vişneli sarma, füme ahtapot, lipsos buğulama, sakızlı enginar, Girit böreği...
‘İstanbul kafası’yla adayı yaşamak gibi oldu bu...
- Sonra yorulduk zaten. Yorulunca dönüp birbirimize ‘Bir adada yaşamak neydi?’ diye sorduk. Buraya geldiğimiz 1999 yılının balıklarını, bağlarını, sakinliğimizi konuştuk. Bu çılgın kalabalık ve bu hızlı ticaret bize iyi gelmiyordu. Bıraktık. Üç yıl oldu. Şimdi küçük bir otelimiz var. Sadece üç odalı. Adı ‘Sakin Ada Evi’. Yine ada kafasına döndük. Balık tutabiliyoruz. Yaşlı bir badem ağacını izleyebiliyoruz veya bir öğleden sonramızı denize bakarak geçirebiliyoruz. Demem o ki adalı olmak biraz yetinmeyi öğrenmek demektir. Etrafının sularla kaplı olduğunu, rüzgâr oldu mu oradan ayrılamayacağını, imkânlarının o adanın sana sunduklarıyla sınırlanması gerektiğini bilmektir. Öyle olmazsa, başka hayatları, şehirleri hayal edersen ada uzaklaşır senden. Mesela saatimiz yoktur bizim. Kış aylarında feribotun geliş gidiş saatleri bizim saatimizdir. Günde üç sefer: Sabah, öğlen ve akşam...
Nasıl ‘adalı’ olunur?
- Öyle bir adaya yerleşerek olacak iş değil. Saygısızlık olur burada asırlardır yaşamış adalılara. Bununla birlikte adalı mıyım diye soruyorum bazen kendime. Evet adalıyım. Çünkü başka bir yere gittiğimde hızla geri dönmek duygusuyla doluyorum. Hayat, hiçbir yerde bir adada olduğu gibi akmıyor çünkü. Yavaş, kendi saatiyle, kendi kokusuyla... Bir adada yaşamak sadelik demek ve bunu öğrenmek için 17 yıldır çabalıyorum.
Anakaradan kopuk olmanın en hoş tarafı ne?
- Kendinize bol zamanınızın kalması. Adada tembellik hakkımız baki. Size bol bol zaman kalır. Popüler tüketim nesneleri, uğraşları uzağınızdadır. Yazıyorsanız, okuyorsanız, hobileriniz varsa onlara zaman ayırabilirsiniz. Yani gerçekten insan olma şansı verir size.
Süleyman Alnıtemiz - Müzisyen, Gökçeada’da yaşıyor
Burada günler daha uzun, hayat daha yavaş
‘Ada kafası’ ne demek?
- Sonsuz bir yolda yürürken ya da arabayla giderken yolun bir anda bittiğini, denizin önünüzü kestiğini düşünün. Ve yolunuza engel koyanı, denizi, sonsuz bir şekilde sevdiğinizi... Ada kafası, böyle bir şey.
Gökçeadalı olmayı nasıl tanımlarsınız?
- Burası ‘Cittaslow’ unvanına sahip tek ada. Burada yaşam çok yavaş. Şehirde geçen 24 saatle adada geçen 24 saat arasında büyük fark var. Burada güneşin doğuşu ve batışı şehirdekinden çok daha uzun sürüyor. Günü yaşadığınızı fazlasıyla hissedebiliyorsunuz.
Her şeyden kopuk olmak depresif mi?
- İlk yerleştiğinizde hapsolduğunuzu hissedebiliyorsunuz fakat etrafınızda sonsuz bir denizin olduğunu bilmek ver her sabah muhteşem bir doğayla uyanmak alışkanlık yaratıyor. Tek dezavantajı ulaşım ve sağlık... Olabilecek ağır sağlık sorunlarında adada müdahaleler yetersiz.
Her şeyi bıraktığınız gibi bulmanın dayanılmaz hafifliği
Yücel Sönmez, Hürriyet Hafta Sonu Ekleri, Doğa Editörü. 12 senedir yaz-kış Burgazada’da yaşıyor.
“Ada yalıtılmışlıktır. Dışarının içeriyle, içerinin de dışarıyla arasında doğal bir duvar gibidir. O duvarı ancak kafasında aşabilenlerin mekânıdır. Bir kaçıştır bu aynı zamanda. Modern hayatın hızından, karmaşasından ve daha nice öngörülen ya da öngörülemeyen sorunlarından... Daha vapura bindiğiniz anda koca ve gürültülü şehri arkanızda bıraktığınızı bilirsiniz. Zaman birden yavaşlamaya başlar. Beton yığınları, gergin insan yüzleri, korna sesleri, baş döndüren karmaşa biter birdenbire. Adada yaşamanın huzuru kaplar içinizi. Yolda yelkovan kuşları, martılar, kimi zaman da yunuslar eşlik eder vapurlara. Gevşersiniz vapur yol aldıkça. Ve kalenize ulaşırsınız. Her şey bıraktığınız gibidir. Yolunuzun üstündeki her ağacı, çiçeği bilirsiniz. Şehir gibi hızlı değişmez. Adada birlikte olduğunuz diğer canlılarla da insanlarla olduğu gibi uzun süreli bir tanışıklığın tadını çıkararak evinize yürürsünüz. Ev ise kale içinde bir kale gibidir. Güzeldir, saygılıdır. Pencerenizden içeriye ya deniz dolar ya da bir ağacın güzelliği. İlişkisini koparmaz toprakla, martıyla, denizle insanın. Artık zaman size aittir ve kendinizi yaşadığınız mekânın bir parçası olarak hissediyorsunuzdur. Ada kendi dışınızdaki dünyanın da kendi dünyanızın da farkına varmaktır.”
BUNLARI BİLMEDEN TAŞINMAYIN!
** Sağlık en büyük sorun. Türkiye’deki adaların hiç birinde (Bozcaada, Gökçeada dahil) tam teşekküllü hastane yok. Kan tahlili, MR, kronik hastalıklar, fizik tedavi gibi temel sağlık ihtiyaçları bile anakaraya geçmeyi gerektiriyor.
** En büyük şikâyetçileri yazın gelen günübirlik turistler ve sezonluk yazlıkçılar. Tahribat, birkaç çöp poşetinden ve kırık şezlongdan çok öte. Adanın ekonomisi, yerleşik düzeni birkaç aylığına altüst oluyor; adalının ‘evim, yurdum’ dediği yer oturulmaz/çekilmez hale dönüşüyor.
** Ada, seni programlı olmaya iter. Hayatın vapur saatleri üzerine kurulu. Son sözü sen değil, o söylüyor. Dakik olmak, programlı yaşamak zorundasın.