Güncelleme Tarihi:
Yukarılarda ne arıyorsunuz?
Pavel Smirnov: Huzuru... Şehrin bizden aldığı yaşama sevincini, neşeyi, enerjiyi biz geri kazanmaya çalışıyoruz.
Fırat Somut: Özgürlüğü, mutluluğu arıyoruz. İnsanlar, kol ve bacaklarını sadece yürümek ya da uzanmak için kullanıyor. Halbuki zihnin yapabildiklerine bakarsak, bedenin de çok daha iyi şeyler yaptığı görülebilir. Korku, insanları hapseden, bulaşıcı bir düşünce. İnsanların genelinde de yükseklik korkusu var. Biz, korkuların bizi hapsetmesine izin vermek istemedik, özgürlüğün her şeyi yenebileceğini düşündük. Ve yerde bulamadığımız mutluluğu belki de yüzlerce metre yukarıda bulabileceğimizi fark ettik. Çünkü ikimiz de gökyüzüne aşığız.
Ne hissediyorsunuz çıktığınızda?
F.S: Biliyorsunuz, kalp durduğunda canlandırmak için adrenalin veriliyor. Belki de biz bu yapay dünyada öldük ve gerçekliği arıyoruz. Bunun için, özgürlük için tırmanmaya başladık. Yani adrenalinimiz bu.
O kadar yüksekten gördüğünüz İstanbul nasıl?
F.S: Efsane. Hiç buradan göründüğü gibi değil.
P.S: İkimiz de küçükken, “Şehir ayağımızın altında olsun, şehri izleyelim” derdik.
F.S: Ben 15 yaşında 20 katlı bir binaya tırmandım. Sadece canım istediği için… Sonra yukarıdan aşağıya baktığım zaman şehrin çok güzel göründüğünü fark ettim.
15 yaşında sizi oraya çıkartan neydi?
F.S: Evde oturuyordum, ne yapabilirim diye düşündüm. Bizim mahallenin oralarda siteler vardı. Sonra neden olmasın dedim ve inşaat iskelelerinden tırmanmaya başladım. Bir anda oldu.
Siz nasıl başladınız binalara tırmanmaya?
P.S: 13-14 yaşında başladım. O zamanlar yükseklik korkum vardı. Bir gün kendime “Bu korkuyla nereye kadar yaşayacağım” diye sordum. Yakınlarda altı katlı bir inşaat iskelesi vardı. Yanından iki gün geçtim, üçüncü gün çıkmaya karar verdim. O an düşmeyi arka plana attım. O gün de o korkuyu yenmiş oldum. Ondan sonra da bir daha işte geçen sene tırmandım. Ama sekiz senedir parkur sporu yapıyorum. Bu sporu son iki senedir rooftop’a taşıdım. Bu işe Üçüncü Köprü’ye çıktığım arkadaşım Özcan İpar’la başlamıştım. O bazı nedenlerden dolayı bu işi bırakmak zorunda kaldı.
Rooftop nedir?
P.S: Bir yaşam tarzı, bir özgürlük sporu... Bir akım... Ekstrem sporu olarak geçiyor.
F.S: Ben de altı senedir parkur sporu yapıyorum, Ninja Warrior yarışmasında derecem var. Pavel’le yurtdışındaki insanların başlattığı akımı gördük: Bu, çatılarda parkur yapmak üzerine bir roof culture akımıydı. Sonra rooptop olayı başladı. Rooftop, çatılarda ekstrem hareketler yapmak, ucuna yürümek, salınmak, vinçlerde takılmak, korkuyla yüzyüze olmak demek. Biz hayatlarımızı parmaklarımızın ucuna takıyoruz.
Hiç korkmuyor musunuz? İnsan o noktada hissizleşiyor mu yoksa?
P.S: Belki de dediğiniz gibi, hissizleştik.
F.S: Parkur sporunda zaten korkuyu yenmek zorundasınız. Parkur altyapımız olduğu için olası bir tehlikeye karşı kendimizi koruyabiliriz. Reflekslerimiz çok kuvvetli. Siz “Ayağınız kaydığında düşebilirsin” diyebilirsiniz ama biz orada kendimizi bir manevrayla kurtarabilecek durumdayız. Çünkü tek bir bileğimin beni bırakmayacağını biliyorum.
Peki, ne gerek var bütün bunlara?
F.S: Bizim özgürlük anlayışımızın çıtası biraz yüksek herhalde.
P.S: İnsanların özgürlük anlayışı eve geç gitmek, gece dışarıda geçe kalmak... Bu özgürlük değil, bu sadece rahatlık. Özgürlük korkulara saldırmaktır, korkuların üzerine gitmektir.
F.S: Biz biraz da hala çocuğuz, böyle de kalmak istiyoruz. Çünkü çocuk, aklına bir şey geldiği zaman ihtimalleri düşünmez, yapmak ister ve yapar. Biz de böyleyiz. Oraya tırmanmak istiyorsak bahane kabul etmiyoruz. Pavel, Üçüncü Köprü’de aç kaldı, uykusuz kaldı, sabaha kadar bekledi. Belki daha hazır değildi ama yaptı. Benim de kendimi hazır hissetmediğim zamanlar oldu. Kar yağıyordu, çatının en ucunda kar varken, buz tutmuşken yine en ucuna yürüdük ve bazı şeyler yaptık. Buna değiyor.
Aileleriniz bu işe ne diyor?
P.S: Parkur sporu yaptığımı biliyorlardı ama işin bu noktaya taşındığını bilmiyorlardı. Bana “Caddeler sana yetmiyor mu” diye kızdılar, ben de yetmiyor dedim. Babam, “Neden bayrak açmadın, keşke açsaydın” dedi. “Tamam” dedim, “bir dahakine.”
Yukarıya çıktıkça atmosferin içindeki oksijen molekülleri seyrekleşiyor. Ne durumda oluyorsunuz?
P.S: Evet, Üçüncü Köprü’ye çıktığımızda oksijen epey azaldığı için nefes alamadım. Arkadaşım Özcan’a “Yavaş git” demek istedim ama diyemedim. Çünkü kasılıyordum. O an “Yapalım, bitsin” dedik, başka bir şey düşünmedik. 12 saat bekledik yukarıda. Su yok, yemek yok.
Üçüncü Köprü’ye çıktığınız için hakkınızda soruşturma başlatılmıştı. Başınız belada mı?
P.S: İfade verdim. Başka da bir şey olmadı.
Sizde ölüm korkusu yok mu?
F.S: Bende yok. Parkur sporu yaparken zaten yedi kere ölümden döndüm.
P.S: Bende de yok. Çünkü yedi yaşındayken beyin travması geçirdim. Ölüme girdim, çıktım.
O zaman kaybedecek bir şeyiniz yok?
F.S: Biz motivasyon üzerine bir film izledik. Adam 1974 senesinde İkiz Kuleler’in arasına bir kablo geriyor ve onun üzerinde yürüyor. Herkes ona öleceğini söylüyor ama o şunu diyor: “Sakın o kelimeyi kullanma.” Biz de böyleyiz. Öleceğimize inanmıyoruz ki biz.
P.S: İnsanlar neden hep “Bir gün düşeceksin, öleceksin, artık bırak” diyor ki? Tamam sen yapamıyorsun ama bari beni yolumdan çevirme.
F.S: Türkiye’de bir şeyin yapılabilirliğini söyleyecek çok az insan vardır ama yapılmayacağı hakkında insanların yüzde 80’i konuşur. Bir işi bilen konuşur, bilmeyen eleştirir. Bizim ölümle işimiz yok.
Allah korusun bir şey olursa, o binaların güvenlik görevlilerinin de başını yakacağınızı biliyorsunuz.
P.S: Ben düştüm mü benimle birlikte tutkularım, hayallerim, özgürlüğüm de ölecek, artık ne yapayım?
F.S: Öleceğimize inanmıyoruz derken gerçekten inanmıyoruz. Bir kere çok gizli giriyoruz, görmelerine imkan yok. Ölmeyeceğiz, çıkıp ineceğiz bu kadar basit.
Pavel: Üçüncü köprüden sonra beş yere çıktım. Haberleri bile olmadı.
Peki, ya biri sizi örnek alırsa?
F.S: Bizi örnek alırsa, zaten bize yazar. Biz de “Yapma” deriz. “Beni de götür” diyenler oluyor ama her seferinde şunu söylüyoruz: “Kaç yıllık parkur geçmişimiz var. Olası tehlikelere karşı fiziksel ve ruhsal olarak hazırız. Senin bu altyapıya sahip olman için önce parkur sporu yapman lazım, hemen rooftop’a geçiş olmaz.” Bir parkurcu tamamen ayaklarıyla düşünmeli. Milimetrik hesaplarla hareket yapacaksın, yoksa ölürsün. Ben bir keresinde üç metreden kafa üstü çakıldım. Yüksek bir binanın en ucunda yürüyoruz, hayatımız parmağımızın ucunda. Eğer ayaklarımızla düşünemezsek zaten kesinlikle başımıza bir şey gelir. Tamam, bu sporu hoş bulabilirsiniz ama alt yapınız olmadan yapmayın, bunun vebalini almak istemeyiz.
P.S: Bu hayatta çoğu insan yaşıyor ama yaşadığı belli olmuyor. Farklı şeyler yapmalı, iz bırakmalı.
F.S: Dünyada imkansız olarak görülmüş ama başarılmış milyonlarca şey var. Bunca başarıya ragmen insanların hayatlarını sadece maaşlı bir işe bağlaması, en büyük hayallerinin bir ev, bir iş olması bize saçma geliyor. Eğer içinizde bir şeye karşı istek ve inanç varsa, bütün olumsuzluklara rağmen her şeye kulaklarınızı kapatıp o isteğinizin üstüne yürüyün. Ve asla da vazgeçmeyin. Bu hayata geldiyseniz bir iziniz olsun. “Tanrı bize kırıntılarından verilmiştir” denir. Küçücük bir kırıntısı bile olsa Tanrısal bir güce sahibiz. Yaratıcılık olsun, başka bir şey olsun. Bunu neden değerlendirmeyelim? Bu kadar normal olmak niye? Sadece yaşamak, maaş almak, ölmek niye? Biz aykırı doğduk, aykırı devam edeceğiz.