Güncelleme Tarihi:
İstanbul Bilgi Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi’nden Yrd. Doç. Dr. V. Şafak Uysal’ın yönettiği ‘Metrobüs Günlükleri’ atölyesine konuk olduk. Uysal’la ve öğrencileriyle “Beylikdüzü’nden Söğütlüçeşme’ye; 52 kilometre, 44 durak, 100 dakikalık, hisler, düşler ve düşünceler deryası” olarak tanımladıkları metrobüsü konuştuk.
Metrobüsü inceleme fikri nereden çıktı?
Yrd. Doç. Dr. V. Şafak Uysal: “Toplu taşımayı çok sık kullanırım. Fırsat bulduğumda da en kısa hattı seçmem, yolu olabildiğince uzatırım. Şehri, aylak aylak dolaşmadan tanıyamıyorsunuz. Bizim bölümün düzenleyeceği bir etkinlik için bir atölye konusu belirlemem gerektiğinde aklıma metrobüs geldi. Metrobüs üstgeçidine çıkmak üzere, merdivenin ilk basamağına adım attığınızda; çok fazla görünür olmasına rağmen neredeyse tamamen göz ardı edilen bir ‘paralel dünya’ya girmiş oluyorsunuz. Bunu incelemenin ilginç olacağını düşündüm.
Civan Hazar, Deniz Güvendi, Seçkin Çiriş, Burcu Berber, Büşra Hamzaoğlu, Özge Tekçe, Barış Demirsoy, Ulaş Saral, Şafak Uysal ve Yiğit Çetin (soldan sağa).
Atölyede kimler var?
İki hafta önce İstanbul Bilgi Üniversitesi Mimarlık Bölümü; Yrd. Doç. Dr. Emrah Altınok öncülüğünde, kentsel çalışmalara meraklı öğrencilerin katılımına açık, iki günlük bir etkinlik düzenledi. ‘Critical Urban Practice-CUP (Eleştirel Kentsel Pratik) başlıklı bu etkinlik, 13 farklı atölye çalışmasını kapsıyordu. Bu atölyelerden ‘Metrobüs Günlükleri’nin o iki günden sonra da devam etmesine karar verildi. V. Şafak Uysal’ın yönettiği atölye; Şehir Planlama, Mimarlık ve İç Mimarlık bölümlerinden sekiz öğrencinin katılımıyla dönem boyunca sürecek.
Ne yapıyorlar?
Öğrenciler farklı zamanlarda metrobüste gözlem yapıyor. Çektikleri fotoğrafları Instagram’da ‘metrobusdiaries’ isimli hesapta yayımlıyorlar.
870 BİN YOLCU
52.827 -Eylül ayında Zincirlikuyu metrobüs durağı turnikelerinden geçen kişi sayısı.
Metrobüs hayatımıza nasıl girdi?
** İlk metrobüs, 1974’te Brezilya’da kullanıldı. ‘Yerüstü metrosu’ olarak anılan bu araçlar, bugün; Tanzanya’dan Kanada’ya, Guatemala’dan Finlandiya’ya, Çin’den Yeni Zelanda’ya kadar pek çok ülkede günlük yaşamın bir parçası.
** Türkiye’de ilk metrobüs hattı 17 Eylül 2007’de açıldı. Tartışmalar da beraberinde geldi: Araçların maliyetinin çok yüksek olduğu, bu sistemin İstanbul’un engebeli yapısına uymayacağı söylendi.
** İETT verilerine göre; bugün 52 kilometreyi bulan 44 istasyonlu Beylikdüzü-Söğütlüçeşme metrobüs hattında yolculuk süresi 100 dakika. Günlük ortalama 870 bin yolcu taşınıyor.
ŞİMDİLİK DAHA İYİ BİR ÇÖZÜM YOK
Büşra Hamzaoğlu: Metrobüsün bir ‘asıl sahipleri’ var, bir de ‘misafirleri’... İkisini çok rahat ayırt ediyorsun. Girer girmez oturabilenler asıl sahipleri, oflayıp puflayanlar, misafir...
İstanbul için gerekli mi?
Barış Demirsoy: Metrobüsün olduğu hat, 70’li yıllarda İstanbul’un çevreyolu, E5... Sonra şehir öyle bir büyüyor ki o yol şehrin içinde kalıyor. Bu ‘şehiriçi otoyol’ için idareten bir çözüm bulmak gerekiyor. Kurnaz müteahhidin evin altından yol geçirmesi gibi, el yordamıyla bulunmuş bir çözüm...
Büşra Hamzaoğlu: Evimden okula gelmek arabayla iki saat sürüyor. Metrobüsle ise 25 dakika... Evet, bu kez de araç trafiği yerine insan trafiğine maruz kalıyorum ama metrobüs olmasaydı bu okulda okuyamazdım belki de... Metrobüs, bu şehir için iyi bir çözüm mü tartışılır ama şimdilik daha iyi bir çözümün olmadığı da bir gerçek.
HEM KAMUYA MARUZ KALIYORSUN HEM KENDİNLE BAŞ BAŞASIN...
Diğer toplu taşıma araçlarından farkı ne?
V. Şafak Uysal:
** Metro daha çok yeraltından gidiyor. Otobüs ise dur-kalk yapıyor. Metrobüs farklı olarak hem şehre nazır bir seyir sunuyor hem de kesintisiz bir hatta ilerliyor. Yolcu ya kendi dünyasına dönüp ‘gündüz düşleri’ görmeye başlıyor ya da hemen uykuya geçiyor. Böyle yarı uyur-yarı uyanık bir seyahat hali...
** Metrobüs, şehri baştan başa kat ettiği için birbiriyle ilişkisiz bir dolu şeyin ortasından geçiyorsunuz; mezarlıklar, AVM’ler, düğün sarayları, sanayi bölgeleri... Dimağınızda hepsinden bir iz kalıyor.
** Bir panorama sunuyor metrobüs, araçla birlikte kontrolsüz bir genişliğe açılıyorsunuz. Ama bir yandan da yüz küsur kişiyle küçücük bir kutuya hapsolmuş durumdasınız. Hem kamuya maruz kalıyorsunuz hem kendinizle baş başasınız... O yüzden metrobüs hem bir kamusal alan hem bir içmekân...
Özge Tekçe: Diğer toplu taşıma araçlarında karşılaştığınızdan daha geniş bir insan çeşitliliğiyle karşılaşıyorsunuz. Metroda daha kısa mesafe kat ediliyor, güzergâhınızdaki semtlerin insanını görüyorsunuz. Oysa metrobüste tek hat var. Beylikdüzü’nden binenle de karşılaşıyorsunuz, Levent’ten binenle de...
BU, METROBÜSLE DEĞİL, MUTSUZLUĞUMUZLA İLGİLİ...
Neden büyük öfke patlamaları yaşanıyor?
Özge Tekçe: Bu metrobüsle değil, genel olarak mutsuzluğumuzla ilgili. Mutlu bir ülke değiliz. Yolda yürürken de sinirleniyoruz...
V. Şafak Uysal:
** Metrobüse binene kadar bir curcunanın içinden geçiyorsunuz. Dere tepe aşar gibi... Araca bindiğinizde iyice dolmuş oluyorsunuz zaten...
** Ama onun da dışında genel bir tahammülsüzlük hali var hepimizde. Bunu içinde bulunduğumuz siyasi iklimle birlikte düşünmek lazım. Bir süredir hepimiz arızalıyız. En ufak bir sürtünme, patlamaya dönüşüyor.
** Bir de metrobüste bedenen çok hassas bir halde oluyorsunuz; fiziksel uyaranlar çok fazla, kişisel alanınıza sürekli bir tecavüz durumu var. O sıkışıklığın, bedensel olarak birbirine maruz kalma halinin çok fazla şeyi tetiklediğini düşünüyorum. “Nefesinizi şu tarafa çeker misiniz” diye bir kavga başlayabiliyor.
Büşra Hamzaoğlu: Başta insanların nasıl bu kadar agresif olabildiklerini hiç anlamıyordum. Ama şimdi ben de bazen o noktaya geliyorum. Uykusuz oluyorum, çok yoğun bir dersten çıkıyorum... Gün sonunda herkes metrobüse bu ruh haliyle biniyor. Ülkenin içinde bulunduğu halle de ilgisi var. Ankara patlamasından sonra “Acaba yetişecek miyim” diye düşünmeyi bırakıp “Acaba bu durakta patlama olacak mı” diye düşünmeye başladım, bu da insanı kötü etkiliyor.
Barış Demirsoy:
İstanbul’da herkes kendi steril ortamında yaşıyor. Kuştepeliyle Mecidiyeköylü ya da Fatih-Çarşambalıyla Balatlı dip dibe olsa da yaşam tarzı olarak birbirinden çok ayrı. Metrobüste bunlar iç içe geçiyor. Sadece insanlar değil, semtler de omuz omuza... Asla karşılaşmayacak
insanlar yan yana geliyor. En ufak kıvılcımdan büyük bir patlama çıkabiliyor.
BU ARACA ÖZGÜ ANLAR...
Acıbadem’de geçen ay bir metrobüs hattan çıkarak D-100 karayoluna girmişti. Bir yolcunun şoföre şemsiyeyle vurması sonucu yaşanan kazada 11 kişi yaralanmıştı.
Barış Demirsoy: Çok kalabalık bir metrobüsten içeri adım attığınızda bazen öbür ayağınız dışarıda kalıyor. İşte o an içerideki kalabalığı ikna etmeniz lazım. “Bindim aslında, beni de aranıza alın” diye yalvaran gözlerle bakıyorsunuz.
Burcu Berber: Bazen çok dolu olmasına rağmen hâlâ binmek isteyen birini görünce “Zorlama, binemeyeceksin” diyorum içimden. Ama o kişi biniyor, arkasından iki kişi daha biniyor. Akıl alır gibi değil!
Özge Tekçe: Eğer kulaklığı takıp kendinizi metrobüs dünyasına kapatmadıysanız, ister istemez başkalarının konuşmalarını dinliyorsunuz. Ya da gözünüz yanınızdakinin telefonunda yazılanlara takılıyor.
Ve belki de normalde hiç karşılaşmayacağınız hayatlara dair pek çok şey öğreniyorsunuz.
V. Şafak Uysal: Bazı teyzeler inecekleri durağa gelmeden oturdukları yeri kime vereceklerine karar vermiş oluyorlar. Kaş göz işaretleriyle “Ben birazdan
ineceğim, kalkınca yerime sen otur” diyerek ‘tahtlarını’ devrediyorlar.
TACİZE KARŞI SIRT ÇANTASI
Büşra Hamzaoğlu: Taciz olayı çok fazla oluyor. Kadınlar yeni yeni ses çıkarmaya başladı. Bir taciz yaşandığında diğer insanlar da hemen tepki gösteriyor; bizim kızımıza, bacımıza yapıldı gibi bakıyorlar. Siz de kendinizi tacizden korumak için formüller geliştiriyorsunuz. Ben sırt çantası takıyorum mesela ve ellerimi önümde kavuşturuyorum. İki arkadaş binmişsek zaten bir hayat çemberi oluşturuyoruz.