Melis DANİŞMEND (InStyle) / Fotoğraflar: Serhat HAYRİ
Oluşturulma Tarihi: Eylül 12, 2014 14:36
13 yaşından beri ekranlarda olan Sinem Kobal, 'Gönül İşleri' ile televizyona dönmeye hazırlanırken geçmişi gülümseyerek hatırlıyor ve şu an yaşadığı uyanışı anlatıyor.
Çok küçük yaşta oyunculuk kariyerine başlayan ve en az bir jenerasyonun hafızasında Selena olarak yer edinen Sinem Kobal, adeta hayran kitlesiyle beraber büyüdü ve tüm Türkiye’nin tanıdığı başarılı bir isim haline geldi. Pek çok dizi ve filmin ardından bu ay Star TV’de yayına girecek Gönül İşleri’nde Bennu Yıldırımlar ve Selma Ergeç’le başrolü paylaşacak olan güzel oyuncu, bu çekim için 1960’larda Fenerbahçe’de açılan ve hala o dönemin izlerini taşıyan Petek Pansiyon’a adımını attığında sade ve doğal haliyle hepimizin dikkatini çekiyor.
Ucunu bağladığı beyaz tişörtü, tiril tiril bol pantolonu, sıfır makyajlı yüzü ve doğal bıraktığı saçlarıyla yazın tüm enerjisini üzerinde taşıyor. Tüm gün titizlikle çalışan, röportaj sırasında ise seçtiği kelimelere çok özen gösteren Kobal, bir ara bu davranışının arkasında yatan nedeni de söylüyor: “Daha çok gencim ve öğrenecek çok şeyim var. O yüzden çok büyük cümleler kurmayı ve kendimi anlatmayı sevmiyorum, çünkü daha hayatı tecrübe ediyorum, durup izliyorum. Daha az konuşup daha çok dinliyorum.”
Birkaç gün önce doğum gününüzdü. Nasıl geçti?
Güzeldi. Dostlarım sürpriz yaptı bana. İlkokul, ortaokul, lise günlerinden bugüne taşıdığım arkadaşlarımla senelerdir doğum günlerimizde birbirimize sürpriz yapıyoruz. Mutlaka bir şeyler yaparlar diye bekliyordum, gerçekten çok güzel geçti.
O kadar eski dostluklarınız devam ediyor yani? O konuda şanslı olduğumu hissediyorum çünkü birçok arkadaşınız olabiliyor ama insan zor dost buluyor. Çok fazla insan almam hayatıma, az ve özdür, bende yerleri ayrıdır. Bir ömür boyu kalsınlar inşallah hayatımda.
Çok küçük yaşta oyunculuğa başladınız. Tam büyüme çağında gözlerin sürekli üzerinizde olması nasıl bir psikoloji yarattı sizde?
Dadı dizisiyle başladım, 13 yaşındaydım ve benim için o zaman her şey oyun gibiydi. Çok farkında olduğum söylenemez. Ki hala işimin getirdiği şöhret kısmıyla çok ilgilenmiyorum açıkçası. Oyunculuğa başlamadan önce hayatımda bale vardı, haftanın üç günü gidiyordum. Daha sonra Dadı başladı. O benim için hem bir okul hem de okuldan sonra bir sosyal aktivite gibiydi. Keyif aldığım bir mesleğe adım attım. Daha sonrasında da onu geliştirmek ve devam etmek için çabaladım hep. Tabii ki çocukken garipsediğim anlar oluyordu. Tam gelişme dönemindeyken herkes sana bakıyor. Neden baktıklarını farkına varmam bile belli bir süre aldı (gülüyor). Mutlaka karakterimin gelişiminde izleri vardır ama sakin atlattığımı düşünüyorum.
SEÇİLMEYİ BEKLEMİYORDUM
İlk sete gittiğiniz günü hatırlıyor musunuz?
İlk seçmelere gittiğim zamanı hatırlıyorum. 100 kadar kız vardı. Elime bir senaryo verdiler, heyecanla onu ezberledim, karşımda Haldun Dormen, Kenan Işık oturuyor, ben onların önünde audition’a giriyorum ve 13 yaşındayım. Dışarıdayken herkese, ‘N’apıyorsunuz içeride?’ diye sorduğumu ve herkesin, ‘Hmm,’ diye kafasını çevirdiğini hatırlıyorum (gülüyor). Çoğu benden büyüktü. Seçilmeyi beklemiyordum da açıkçası. Üç audition’dan geçtikten sonra seçildim. Ondan sonra da aslında hayatımın yönü değişti diyebilirim. Üç sene sürdü Dadı çünkü, okulla beraber devam ettim.
O da zor olmalı. Evet. Hayatım hep okul-iş, okul-iş arasında geçti. Kendim için çok fazla vakit bulamıyordum. Baktığım zaman hayat çok hızlı geçti ama sevdiğim işi yaptığım için aklım dışarıda kalmıyordu. Olduğum yerden ve çalışmaktan mutluydum. Çalışkan bir kız olduğumu düşünüyorum. O yüzden çok sıkıntı çekmedim.
Bale yaparken bir yandan da Dormen Tiyatrosu’nda eğitim mi alıyordunuz?
Baleden sonra Dormen Tiyatrosu’na geçtim.
Kendiniz mi istediniz tiyatro eğitimi almayı? Evet. Çocukken bir gün kalkıyorsunuz doktor olmak istiyorsunuz, ertesi gün avukat, bir sonraki gün şarkıcı... Ben de bir gün kalktım ve, ‘Oyuncu olmak istiyorum,’ dedim (gülüyor). Tabii ailem hiç ciddiye almadı başta.
Neden ya da kimden etkilenmiş olabilirsiniz? Şunu hatırlıyorum, okulda bir arkadaşım reklamda oynamıştı. Orada gördüğümde aklıma girmişti oyunculuk. Bir yandan baleden birçok arkadaşım tiyatroya geçiş yaptı. Ben de istedim. Dadı üç sene sürünce sonrasında devamı geldi.
SELENA'YA RASTLAMAK BENİ O YILLARA GÖTÜRÜYOR
Televizyonda eski dizilerinizin tekrarlarına rastlıyor musunuz?
Evet. Dadı’ya, Lise Defteri’ne, Okul filmine, Selena’ya rastlıyorum. Güzel geliyor. O yıllara geri götürüyor beni. Kendimdeki değişimleri görüyorum, ne kadar tecrübesiz olduğumu, heyecanımı. Ama öyle çok fazla kendimi izlemeyi seven biri değilim. Sadece ne yaptığımı görmek açısından izliyorum.
Yeni diziniz yakında başlıyor. Üç kız kardeşin hikayesi olacak değil mi?
Evet. Birçok senaryo okudum ama Gönül İşleri beni çok etkiledi ve içine aldı. Üç kız kardeş de birbirinden farklı. Anneleri küçük yaştayken onları terk etmiş, babalarıyla beraber yaşıyorlar. Hayata tutunma hikayeleri. Acıklı, komik. Ben çok keyif aldım. Umarım seyirci de aynı şeyi düşünür.
Sizin aslında bir erkek kardeşiniz var değil mi? Evet. Ama kız arkadaşlarım sayesinde kız kardeş hissiyatını biliyorum diyebilirim. Hep olmadığımız bir şeylere hayat veriyoruz oyunculukta, o da bana güzel bir yolculuk yaşatıyor, farklı bir pencere açıyor. Üç kız kardeş olmak, annenin olmaması... Çocukluğundan beri hiç annesini görmemiş Sevda. Benim için farklı bir dünya onunki. Beraber güzel bir bağ kurduk, Sevda’yla aram iyi diyebilirim (gülüyor).
Daha çok yeni ama yine de nasıl bir set sizinki?
Ben çok mutluyum. Türkan Derya ile çalışacak olmak çok heyecan verici. Aynı şekilde Selma (Ergeç) ve Bennu (Yıldırımlar) ile beraber olmak da beni çok mutlu ediyor. Zaten TMC imzası olması da ayrı bir güven veriyor. Daha önce hiç canlandırmadığım bir karakter aslında, biraz sürpriz olacak. Değişik bir kız Sevda.
KATE MOSS HAYRANI Biraz stilinizden bahsedersek, bu konuda hayranı olduğunuz bir isim var mı? Kate Moss. Benim için bir numara. Sade ve şık olması, kendine yakışanı tercih etmesi... Özel bir kadın olduğunu düşünüyorum. Anında, ‘Bu onun stili,’ dedirtebiliyor,
Peki ya tasarımcılar, markalar? Balmain, Tom Ford, Tuvana Büyükçınar ilk aklıma gelenler. Tuvana’yla uzun zamandır çalışıyorum ve kendine has bir çizgisi olduğunu düşünüyorum. Onunla çalışırken kendimi çok rahat hissediyorum. Son iki senedir Selma Çilek’in çizgisini de beğeniyorum. Ben güzel görünen kadın seviyorum; güzel giyinen, kendine bakan... Ama bu demek değil ki illa markalar giymesi gerekiyor. Hiçbir zaman öyle bir takıntım olmadı. İnsanın kendine yakışanı giymesinden yanayım. ‘Moda o kadar sıkıcıdır ki her sene değişir,’ sözüne inanıyorum (gülüyor). Kendi hayatımda özellikle alışverişe çıkmam aslında. ‘Bu sene bunlar moda, gidip almalıyım,’ dediğim hiç olmadı. Belli mağazalar vardır sevdiğim, vitrinine bakarım, o anda gözüme çarpan parçayı alıp evdeki başka bir şeyle kombinlerim. Çok fazla da alışveriş deliliğim yoktur. Bir tek ayakkabı tutkum var (gülüyor).
Kimleri beğeniyorsunuz? Jimmy Choo, Isabel Marant’ı çok seviyorum. Dönem dönem beğenilerim değişiyor ama en rahat ettiğim iki isim bunlar.
Tarzınızı nasıl tanımlarsınız? Her zaman sade ve şık olmayı tercih ediyorum ama bazen stilim daha spora kayıyor, bazen biraz daha ağırlaşıyor.
Yaz sizin için nasıl geçti? Yeni işimin koşuşturması ve heyecanı ile geçti.
Bu yoğunluk arasında tatil yapma fırsatı bulabildiniz mi? Benim için, nasıl diyeyim, enteresan bir seneydi aslında. Teyzemi kaybettikten sonra hayata biraz daha değerek yaşamaya başladım, daha farklı bir uyanış içerisinde oldum, daha fazla kendime yöneldim. E tabii ki biraz da dinlendim.
Bu süreç devam ediyor mu? Evet. Hayat ne getiriyorsa onun içerisinde olmayı, akışta olmayı deneyimliyorum. Bazı şeylere daha doğru ve objektif baktığımı hissediyorum. Henüz çok gencim ve öğrenecek de pek çok şeyim var. O yüzden çok büyük cümleler kurmayı ve kendimi anlatmayı sevmiyorum, çünkü daha hala hayatı tecrübe ediyorum, durup bir şeyleri izliyorum. Daha az konuşup daha çok dinliyorum. Öğrenmek ve kendimi geliştirmek adına yapıyorum bunu. Hayatı önemsiyorum ama çok da ciddiye almıyorum.