Güncelleme Tarihi:
Kız babası olmak zordur. Kızı hiç üzülmesin, kimse onu kırmasın ister. Babasının kızı olmak da zordur. Babası dört yıl boyunca dört duvar arasında tutsak olan bir babanın kızı olmak, hepsinden zordur. Roller değişir, seni hayat boyu kollayan babanın yanında aslanlar gibi durman, kodlarını bilmediğin bir mücadelenin neferi olman gerekir.
Tarih, Balyoz Davası’nı hangi sıfatlarla hatırlayacak, bilemeyiz. Kayda geçtiğinden emin olduğumuz ise bu davanın aslan yürekli genç kadınları. Babalarının Jeanne D’Arc ruhlu kızları...
Emekli Orgeneral Ergin Saygun’un kızı Ece Saygun “Bir aşk davası bu” demişti, “Sevdiği adamları bırakmayan kadınların davası”.
HAYATI DONDURDUK, YARIM KALDIK
Babaları Balyoz Davası’ndan hüküm giymiş kızların beş yıla yayılan fotoğraflarını karıştırıyorum. Hepsinin gözlerinde aynı bakış. Babalarına duydukları tereddütsüz güvenin ifadesi var hepsinde. “Acaba?” sorusu akıllarının ucundan bile geçmiyor. İlk aşklarına duydukları katıksız inanç, onları bu davanın ortağı kılıyor.
Güzel bir hayatları vardı. Hayalleri, planları... Bir gün kapıları çalındı, babaları tutuklandı.
Bir gün kapı çalındı, babalarının kızları da tutuklandı.
“Hayatımı dondurdum” demişti Tümamiral Deniz Kutluk’un kızı Burcu Kutluk, “Ablam da öyle. Yarım kaldık”.
Ece Saygun aylarca sabah topuklu ayakkabılarını giyip işe, öğleden sonra da o ayakkabıları atıp hastaneye, mahkûm koğuşuna gitti. Bir blog açtı, adını da babasının cezaevi adresi olan L5F6 koydu.
Emekli Orgeneral Çetin Doğan’ın kızı Pınar Doğan ve eşi Dani Rodrik Harvard Üniversitesi’ndeki yoğun mesailerinin arasında bir internet sitesi kurup Balyoz’la ilgili bilgilerini paylaştılar. Yılmadan bu uğurda belgelerle, delillerle boğuştular.
Emekli Albay Dursun Çiçek’in kızı İrem Çiçek ABD’ye gitme hayali kuruyordu, planlarını askıya aldı, İstanbul’a taşınıp hayatını babasının duruşmalarına göre düzenledi.
Hayatları altüst oldu, büyük bir belirsizliğin içinde kılavuzsuz kaldılar. Ama hiçbiri zayıflıklara gönül indirmedi. Yardım dilenmedi. Bir gün olsun müdana göstermedi.
Ebru Gündeş, eşi Rıza Sarraf tutuklandığında çıktığı ‘O Ses Türkiye’ programında yaşlı gözlerle “Dilerim bu kara günler çok çabuk geçer. Çünkü çocuğumun incinmesini istemiyorum” demişti. Pek çok kişi hak vermişti ona.
Kimse Balyoz Davası’nın sanıklarının evlatlarının incinip incinmediğini düşünmedi.
Onların incinecek zamanı yoktu. Yaraları sarmaları, adaletin peşinde koşmaları, ağır yükleri taşırken ‘mahpus’ babalarının karşısına tüy gibi hafif çıkmaları gerekiyordu.
Yaptılar.
HİÇ SORU İŞARETİM YOK
Burcu Kutluk, “Tabii ki babama olan sevgim sonsuz. İddianameyi okudum, savunmaları dinledim, mümkün olduğunca çok duruşmaya gittim” diye anlatıyor; “Babamın kızı olmasam da sonuna kadar mücadele vereceğim bir davaydı bu. Söz konusu olan en yakınınızsa bütün hayat gücünüzü koyuyorsunuz. Hiç soru işareti yok...”
Henüz 15’indeki Melis Aslan da babasını savunurken sözünü sakınmıyor. Albay Hasan Basri Aslan onun en büyük idolü, hatta babasının neden tutuklu olduğunu bildiği için de gururlu olduğunu söylüyor: “Babamın öyle bir şey yapmayacağını biliyorum. Dava benim babamla ilgili olduğu için biraz araştırma gereği duydum. Araştırdığımda, bunun sahte olduğu gerçekten çok belliydi. Babam tutuklu ama asla utanmıyorum”.
“Utanmıyorum” cevabı için “Utanıyor musun?” sorusu gerekir. Bu kızlar, hukuki mücadelelerinin yanında kendilerine sorulan sorularla da boğuştular.
Burcu Kutluk onunla telefonda dahi konuşmaya çekinen arkadaşlarıyla yollarını ayırdı. İrem Çiçek görüştüğü insanları, gittiği yerleri iki kere gözden geçirdi. Ona yaklaşan herkese “Zarar gelir mi? Kim bu?” diye yaklaştı.
BABAM YOKKEN DÜĞÜN YAPMAM
İrem Çiçek Başkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olduğunda ilk müvekkilinin babası olacağını bilmiyordu. Güzel, mutlu bir hayatları vardı. Eve geldiğinde babasını evde bulmaya alışıktı, babası çok güzel salatalar yapardı. Birlikte seyahatlere çıkarlardı, spor yaparlardı. Daha ne olsun? İrem de yüksek lisansını yapıp şirket avukatı olacaktı. Sanki hayat düz bir çizgiymiş gibi planlar, planlar...
O ‘babasının kızı’ydı, ‘En yakın arkadaşın kim’ diye sorsalar cevabı hazırdı: ‘Babam’.
Bunların hepsi, bir gün geldi tarihe karıştı. İrem mecburen hızla büyüdü, ticaret hukukunu bir yana bıraktı, cevval bir ceza avukatı oldu. Babasının her sorgusuna girdi, tüm soruşturma boyunca her adımda yanındaydı. İlk aşkının kader arkadaşı oldu. Zaten bir şirkete gitse “Çok isterdik ama...” diye başlayan cümlelerle karşılaşacağına emindi.
Onu da ayakta tutan inançtı. Hem babasına hem de adaletin er geç tecelli edeceğine olan inanç. On yıl da sürse, 15 yıl da bir gün gelecekti adalet. Sonra... Sonrası uzun bir mücadele: “Bunu babamlar yaşadı, gelecek kuşaklar yaşamasın”.
Pek çoğu için baba zaten hasret demekti, çocukluklarından beri. Hep çalışan, evden uzakta ‘vatanı koruyan’ babalar...
Emekli Tuğamiral Cem Aziz Çakmak kızına mektup yazıp özür dilemişti:
“Özür diliyorum... Sevgimin büyük bölümünü mesleğimle paylaştığım; gecelerimi, gündüzlerimi Bahriye’ye adadığım, dünyaya gelişinizde dahi yanınızda bulunamadığım için özür diliyorum...”
BU İŞ BURADA BİTMİYOR
Ama bu yokluk başkaydı. Bir hafta, bir ay, bir yıl derken... Günler günlere eklendi, her hafta ancak bir camın arkasından hasret gidermek zorunda kaldılar.
Eksik hayatları gelecek hayallerini de bir törpü gibi inceltti. İrem Çiçek, “Evlenmeye karar versem babam yokken düğün yapmam” diyordu. Burcu Kutluk çok istemesine rağmen bir çocuk sahibi olmaktan vazgeçmişti.
Ve bir gün, devran döndü. 18, 20, 30 yıl hüküm giymiş babalar tahliye edildiler. Tahliye kararı geldiğinde Silivri Cezaevi’nin kapısı kadınlarla doluydu. Tümgeneral Ahmet Yavuz, 8 Mart’ta gönderdiği mektupta “Kar, yağmur, fırtına yıldırmıyor sizi” diye seslenmişti onlara; “Kaybolan kavramlara hayat suyu veriyorsunuz. İnancımız bin kat artıyor. İman tazeliyoruz. Katkılarınızla ve bin yıllık bir kucaklama duygusuyla hürriyeti ve gerçeğin yalçınlığına yaslanarak, hiç kuşkusuz, ‘Biz kazanacağız’ diyoruz”.
Burcu Kutluk dört yılın hasretinden sonra “Hemen tamamlandım” diye anlatıyor, “İçinizdeki hayat mineralleri dört yıl boyunca azalarak eriyor. Ama her şey bittiğinde on/ off düğmesi gibi o tam olma hissi yeniden geldi”.
İrem Çiçek “Biz bu iş burada bitsin demiyoruz” diyor. Sebep olanları bulduğum vakit sonuca ulaşacağım. Bizim için sonuç budur”.
Herkes uzun soluklu bir mücadele verdi. Avukatlar, sanık yakınları, hatta onları hiç tanımayanlar...
Ama en çok babalarının kızları. Hayatta en çok sevdikleri adamları bırakmayanlar... Balyoz Davası gün gelip anlatıldığında, ilk satırda hâlâ o kızların yürekleri çarpıyor olacak.