Güncelleme Tarihi:
Futbolcu olarak 1982 yılında geldim Beşiktaş’a. O dönemki başkan Mehmet Üstünkaya’ydı. Süleyman Seba ile tanışmam ve karşılaşmam ise 1984 yılıydı. O zaman başkanlık seçimi vardı ve futbolcular olarak merakla bekliyorduk: Acaba alıştığımız Mehmet Üstünkaya devam mı edecekti yoksa yeni bir başkan Süleyman Seba mı göreve gelecekti?
Kazanan kişi sevgili başkan Süleyman Seba oldu. Onu ilk gördüğüm zaman da o gündü işte. 20 yaşında genç bir futbolcuydum. Başkan seçilir seçilmez futbolcularla toplantı yapmıştı. Zaten başkan konumunda olan bir insanı farklı yere koyuyorsunuz, bir de Süleyman Seba o kadar kendine has ki: bıyıkları, giyim tarzı vs... İlk izlenimim çekinme ve korku olmuştu. O dönemin hiyerarşisinde biraz bu da vardı gerçi. Ama ilk hatırladığım şey şudur: Ciddi bir adam, ilginç bıyıkları, biraz çekinme, biraz korku. İletişimimiz o gün başladı.
Onda gördüğüm ve aklıma kazınan ilk şeyi de söyleyeyim: kravat iğnesi. Silah şeklinde bir kravat iğnesi takardı.
Çok karşılaştığımız bir başkan tipi değildi. Eğer Süleyman Seba kulübe geldiyse kesinlikle sportif ya da maddi anlamda önemli bir şey olmuştur. Seba, her şeyi bilirdi ama onu çevrenizde görmezdiniz. Her bilgi ona ulaşırdı. İlk şampiyonluğumuzu 1985-86 sezonunda kazandık. Sevincini belli ettiğini ilk kez o zaman gördüm. Duygularını belli etmezdi.
Fırçalara gelelim. Sadece maddi anlamda isteklerimize kızardı, maç kaybetme ya da başka konulara kızmazdı. Diyelim ki bir dönem takım kötü gitmiş, huzursuzluk var. “Neler oluyor” diyerek bir toplantı yapar, herkesin görüşünü alırdı. Orada konuşmaya çalıştıkça “Edebiyat yapma” diyerek sözümü keserdi. Başkan’ın ölümünden sonra öğrendim ki, Edebiyat Fakültesi’ni kazanmış ama bitirmemiş. Olayın üzerinden yıllar geçmiş, bağlantıyı yeni kuruyorum: Acaba Başkan’ın oradan bir takıntısı mı vardı da bana “Edebiyat yapma” diyordu!..
Futbolcuyken, askerlik için Van’a gitmem gerekiyordu. Bu konuyu anlatmam için Seba’yı bekledim. Bulunca, “Başkanım Vanspor’da oynamak istiyorum” dedim, “Yönetime sormam lazım” cevabını alınca direttim: “Başkanım yapmayın siz söyleyince olacak işte.”
“Ya gider de Vanspor’da iyi oynarsan” diye çıkıştı, önce “Yaa bırakın da iyi oynayayım”, sonra da “Merak etmeyin iyi oynayacak halim kalmadı artık” diye yanıtladım. Çok güzel, sevimli bir ayrılık değildi ama küslük yoktu.
Hep güllük gülistanlık günler yaşamadık. 24 yaşındayken, takımdan gönderilmek istendim ama bir şekilde kaldım. Fakat hep şunu düşündüm: “O, Beşiktaş için iyi olduğuna inandığı için o kararı verdi.” Hepimiz buna inanıyorduk. O günler en azından ben onu eleştirmiş olsam da kendi adıma, bugün dönüp baktığımda onun verdiği kararların bizim yararımıza olduğunu daha iyi anlıyorum. Belki de zaten bu yüzden ona hiç kırılmadık.
Futbol, hayatımızdan çıktıktan sonra, Başkan’la görüşmeye devam ettik. Çok severdi futbolcularını bir araya toplamayı onlarla iki kadeh içmeyi. İlk oturduğumuzda, sanırım 2002 yılıydı, “Başkanım rakı içebiliriz değil mi?” diyerek izin istedik ondan. “Ya bırak, Başkan deme bana. Süleyman Abinizim ben sizin” diye çıkıştı. Ama o o kadar başkandı ki hiç abi diyemedim ben. “Yok başkanım” deyip kadeh tokuşturmuştuk. En son 1.5 sene önce oturduk o masaya. Eski günleri konuşurduk, çok hoşuna giderdi o günleri konuşmak. Espriyle yüklenirdim, eski günleri hatırlatıp: “Başkan beni nasıl gönderiyordun da gönderemedin. Gökhan’ı nasıl gönderdin?..” İtiraz ederdi, “Yapmadım ben öyle şey sana! Gökhan’ı da ben göndermedim!..” Ama iki kadehten sonra çözülürdü, rahatça anlatırdı. Çok sıcaktı.
Arada onu kızdırmak için “Başkanım daha ne istiyorsun, evinden çıkıyorsun, karşında heykelin” derdim. Mutevazı şekilde geçiştirirdi: “Heykel belki benim ama siz diktiniz onu.” “Ne olur yeni kuşaklara eski dönemleri anlatın” derdi bize hep. Merak etmesin, anlatacağım. Masada çok keyif alır, çok keyif verirdi. En çok o masaları özleyeceğim.
Tek bir kızdığı nokta vardı: Başkan’dan Beşiktaş’ın parasını istemeyin, ne isterseniz isteyin. Çok sert karşılardı. Önce bir “Niye geldiniz?” der. Vardı onun öyle bir gardı. Çok sert başlar, giderek yumuşar, sonunda odadan istediğinizi alıp çıkarsınız. Tabii o da vermek isterse. Hemen çözmüştük onu, futbolcu bilir bunu.
Bir de önemli arkadaşları vardı elbette. En bilineni, başkanlığı döneminde de olan Rahmi Koç ile olan dostlukları. Ama haddim olmasa da bir Beşiktaşlı olarak Rahmi Koç’a teşekkür etmeliyim. Başkanımızın hastanede geçen günlerinde ona gösterdiği ilgi için.
Başkan’ın oturduğu evin duvarı, duvardaki tarihten görünmezdi. Oraya bakınca hayatının her alanıyla karşılaşırdınız. Bizim bile geçmişimiz var. Şimdi acaba ne olacak o duvar, o duvardakiler... Ondan kalan en önemli şey ise nezaket. Hiç unutmam ve unutmayacağım: 6-7 yıl önce bir düğüne davetliydim, Başkan da -o dönem 81-82 yaşındaymış demek- davetliymiş. Bir masada Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım, rahmetli eski Galatasaray Başkanı Özhan Canaydın ile beraber oturuyordu. İki başkanla selamlaştım, Başkan’ın “Evladım gelmiş” diyerek ayaklanarak bana sarılmasını unutamam. O, bu nezaketi 12-13 yaşındaki çocuğa da yapardı. Bir kadından önce masaya oturduğunu görmedim. Bu nezaket bazılarında eğreti durur ama nezaket onun karakteriydi.
Diğer takımlardan bahsederken 'kıymetli rakiplerimiz' diye tanımlardı onları. Öldükten sonra gördüm ki onun kıymetli rakipleri de ona kıymet vermiş...