Güncelleme Tarihi:
Oscar ödüllü aktör Robin Williams, 63 yaşında yaşama veda etti. Resmi bir açıklama yapılmasa da basında çıkan haberlerin büyük çoğunluğu, ünlü oyuncunun intihar ettiği yönünde.
Ünlü aktörün ölümü ardından akıllarda aynı soru vardı. Ünlü oyuncunun depresyonla olan mücadelesi başarısızlıkla mı sonuçlandı?
Williams, son dönem röportajlarında 'depresyon'la ilgili görüşlerini belirtiyordu. Bu yazı rehabilitasyonla geçirmişti.
Son araştırmalar manik düşünce tarzının, ‘kutunun dışında’ olarak adlandırılan düşünce tarzına ilham verdiği yönünde bulgular veriyor.
Araştırmaların çarpıcı sonuçlarına göre; komedyenler depresyonda oldukları dönemler daha iyi mizah yapıyorlar.
SIRADIŞI DURUMLARDA MİZAH GÜCÜ YÜKSELİYOR
Oxford Üniversitesi’nden araştırmacı Gordon Claridge; ‘Psikolojik rahatsızlık yaşayan insanlar daha sıradışı düşünüyorlar' diyor. Ve ekliyor:
'Aynı zamanda manik (taşkın, coşkun) ruh hali bipolar rahatsızlığa (manik depresif bozukluk) sahip olan insanlarda görülür.
Bu insanlar yeni, orijinal ve mizaha dönük bağlantılar kuran formlarda fikirler üretirler.'
MAJÖR DEPRESYON ÇOK SIK GÖRÜLÜYOR
Ulusal Akıl Sağlığı Enstitüsü’nün (NIMH) verilerine göre ABD sınırları dahilinde majör depresyon, en sık görülen mental hastalıklar içinde yer alıyor. Gösteri dünyası içinde bu tip sonuçların oranı istatistiksel olarak az da olsa; 2012’deki istatistiklere göre durum daha ciddi. Enstitünün rakamlarına göre ABD sınırları içinde 16 milyon kişi majör depresyonla mücadele ediyor, bugüne kadar ise 34 bin kişi bu sebeple intihar etti. İnsanlar çoğunlukla depresyonla üzüntüyü birbirine karıştırıyor.
Forbes’un bu konudaki araştırmasında da çarpıcı sonuçlar mevcut.
DEPRESYON HAKKINDA YANLIŞ BİLDİĞİMİZ 5 ŞEY
Robin Williams’la röportaj yapan pek çok kişinin söylediği ilk söz, ‘onu hiç mutsuz görmedik, depresyonda olduğunu hiç sanmıyorduk’. NIMH’in verilerine göre depresyon içinde olan insanlar genellikle aşırı bir üzüntü içinde bulunabiliyor ancak bazıları da belirgin bir duygu durumu içinde bulunmuyor. Bu duygunun tam tanımı; ‘boşluk ve duygusuzluk’. Ortada hiçbir neden yokken bir insanın anksiyete geçirmesi de depresyonla ilişkilendiriliyor.
Kimseyi MS ya da kalp hastalığı olduğu için zayıflıkla suçlayamayacağımıza göre depresyonu bir hastalık olarak değerlendirmek ve bu nedenle de kimseyi (kendimizi dahil) suçlamamak gerekiyor. Biyolojik, psikolojik ve sosyal boyutları ve sonuçları olan depresyonun anlaşılmama sebebi, kendini ‘güçlü’ olarak tanımlayan insanların bunu ciddi bir tehdit olarak görmemesinden kaynaklanıyor. Oysa depresyon hastalığı, beynin kimyasını ve sinir sistemini etkiliyor ve hasar bırakıyor.
Çok sevilen birinin kaybedilmesi veya boşanmak her zaman yüzeye çıkan bir duyguyla tepkiye dönüşmeyebilir. Genellikle bu tip büyük değişiklikler sonrasında umutsuzluk, boşluk, uyuklama/uyuşukluk gibi belirtiler o an ortaya çıkmayabilir. Daha sonra çıkabilir. Bu periyodlar, hayatın pozitif evrelerinde dahi yaşanabilir.
Pek çok belirti doğal olarak kafamızda belirebilir: karanlık duygular gibi. Ancak sonuçlar vücudunuzun çeşitli yerlerinde oluşabilir. Yaygın olarak görülen depresyon belirtileri arasında zor nefes alma, çeneyi kitlenmesi, mide bozukluğu, çabuk yorulmak ve kas ağrıları var.
İnsanlar medya ve reklamların da etkisiyle ilaç kullanımı konusunda daha çekimser. Pek çok insan antidepresan kullanmaktan korkuyor ve ilaçları asla bırakamayacağına dair endişeleniyor. Aslında gerçekler öyle değil. Antidepresanın etkisi kişiye göre değişiyor ve yüzde 40 oranında davranışı etkilemiyor. ‘Kavramsal Davranışçı Terapi’ (CBT) adı verilen bir terapi ve meditasyon yöntemi de psikoterapinin önemli bir ayağı. Pek çok örnekte depresyondaki insanların bu tip terapi yöntemleriyle ilaç tedavisinden daha iyi sonuçlar aldığı kanıtlandı.