Güncelleme Tarihi:
Röportaj: Hakan GENCE - Fotoğraflar: Muhsin AKGÜN - Mekan: SUPA Suriye Pasajı Salon
Osmanlı polisiyesi ‘Filinta’nın kadrosuna dahil oldunuz. Nedir bu Osmanlı’dan çektiğiniz?
Ya sorma! Ama bu sefer Osmanlı’dan çekmiyor, çektiriyorum. Şaka bir yana dönem işlerini seviyorum, bu yüzden herhalde keyifli oynuyorum.
Nedir bu sevginin sebebi?
Görkemli, büyülü, ihtişamlı bir dönem... O dönemde yaşamak isterdim. Osmanlı’da görkemin dışında yaşanmışlıklar da çok. Oyuncu olarak sizi tatmin edecek öğeler fazlasıyla mevcut.
Bu sefer rolünüzde görkemden çok aksiyon var ama... Kılıç, silah kullanıyor hatta dövüşüyorsunuz... Hiç bunları yapabilecek bir kadına benzemiyorsunuz...
Aslında küçük bir erkek çocuğu gibiyimdir. Bundan da şikâyetçi değilim. Zaten bir süredir boks dersleri alıyordum. Filinta’nın aksiyon sahneleri için Dusan Hyska’yla çalıştık. Ezilen bir kadın karakterin ardından Süreyya karakterini oynamak bana çok cazip geldi.
Osmanlı tarihini artık yalayıp yuttunuz mu?
Bilmediğim çok şey vardır. O dönemde çok okudum. Takip etmem gereken bir akış vardı. Karakteri çıkarabilmek için dönemleri bilmek gerekiyordu. Ama ‘Muhteşem Yüzyıl’ ve ‘Filinta’ başlı başına farklı işler. ‘Muhteşem Yüzyıl’ın başı sonu belliydi. ‘Filinta’ ise 1800’lerin ortalarında geçen ve fantastik bir kurguya sahip bir proje. O yüzden karakteri istediğimiz gibi şekillendirebiliyoruz. Türkiye’de denenmemiş bir iş. Son dönem diziler arasında çekim kalitesiyle, senaryosuyla en iyilerinden diye düşünüyorum.
AİLEMİZİN KIZI GİBİ GÖRMELERİ HOŞ BİR ŞEY
“Evlenilecek kızlar eğlenilecek kızlar” lafı vardır... Sizin için hep evlenilecek kız sıfatını duyuyorum...
Böyle bir ayrıma karşıyım ben ama bunun için özel bir çaba sarf etmiyorum. Ailemizin kızı gibi görmeleri tabii hoş bir şey.
Genelde seksi değil güzel olarak anılıyorsunuz...
Bu benim daha tercih edeceğim bir algı.
Neden öyle?
Çünkü güzel kelimesi, içinde birçok şeyi barındırıyor. Ruh, kalp, beden, enerji güzelliği gibi... Ama ben kendimi güzel bulmuyorum. Kalbim iyi olsun benim için önemli olan o! Bu yüzden güzelliğe takıntılı değilim. Karşımdaki insanda fiziğe önem vermem. Ne var; hepimiz yaşlanacağız!
Hadi dürüst olun, iş aşka geldiğinde yine mi kalp güzelliği?
Aşkta da dostluklarımda da fizik önemli değil gerçekten.
Nedir sizi çeken?
Kalp güzelliği ve akıl. Karşılıklı sohbet edebilmek, hayatı paylaşmak, bir olmaktır aslolan.
YAŞLANMAKTAN KORKMUYORUM
Yaş 35... Yolun yarısı derler...
Bu yaşımı çok seviyorum. Algımın en açık, hayata başka gözlerle baktığım, değerlerime ve dostlarıma daha çok sarıldığım bir dönemdeyim.
Yaşlanma korkusu başlamadı mı?
Her bir çizgi yaşanmışlık belirtisi, hepsini çok seviyorum, yaşlanmaktan korkmuyorum.
Hayatta nelerle derdiniz var?
Kendimle!
Nasıl yani?
En çok kendimle uğraşıyorum. Fiziğime, oyunculuğuma, her şeyime kusur buluyorum.
HATA YAPMAMA İZİN VERMEDİLER
Hadi başa saralım. Almanya’da doğuyorsunuz... Kaç yaşında Türkiye’ye geldiniz?
Karadenizliyim. Babam mimar. Annem ev kadını. Almanya’da çok yaşamadım. Üç yaşımda babamın işi nedeniyle Türkiye’ye döndük.
Anne-babanız Almanya’da mı tanışıyor?
Hayır. Uzaktan akrabalar. Aralarında 15 yaş var. Babam annemi uzaktan görüyor. Annem çok güzelmiş. Hemen istemeye gitmişler. Annem istememiş. Sonunda pes etmiş. Babam çok âşıkmış. Ben beş çocuktan dördüncüyüm.
Kalabalık ailede büyümek nasıldı?
Dünyanın en güzel şeyi. Küçük olduğum için beni hep korurlardı. Hata yapmama izin vermediler. Belki bu yüzden dışarıya karşı daha kapalı oldum.
Peki oyunculuk nereden çıktı?
Ailem doktor, mimar ya da öğretmen olmamı istiyordu. Onları dinlemedim. Moda ve tekstil tasarımı okudum. Teklif geldi ve oyunculuk başladı. Oyunculuk, yaşama sebebim. Oynayamazsam nefesim kesilir. İlk sete girdiğim anlarda kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyor.
Dışarıdan soğuk duruyorsunuz...
Bir kadının özellikle bu dönemde tek başına ayakta durması ve mücadele etmesi zor. İster istemez dışarıya karşı bir koruma duvarı örüyorsun. Herhalde bu yüzden böyle algılanıyorum.
Peki o duvarın ardında ne var?
O duvarın ardında cıvıl cıvıl, çok neşeli biri var. Beni ilk tanıyanlar “Sana yaklaşmaya korkuyor, soğuk buluyordum” diyor. Ama biraz sohbet ettikten sonra önyargıları yıkılıyor. Yanı sıra çok dik kafalıyım. Doğrularım ve katı kurallarım var.
Ne gibi?
Mesela çok dakik biriyim. Yemek saatlerim bile net. Ayrıca yalana tahammülüm yok. Biri yalan söylediği zaman üzerini çizerim.
Hiç kendinizi dağıtmaz mısınız?
Tabii ama evde. Ya da ailemle, yakın arkadaşlarımla olduğum yerlerde.
Bu kısıtlama hali sıkıcı değil mi?
Zaten hiçbir zaman dışarıda çok fazla zaman geçiren, dolaşan bir kadın olmadım.