Raflar, vitrinler kişisel gelişim kitaplarından geçilmiyor. Millet, kendisini tamir edecek diye helak oldu. ‘School of Life’in (SOL) bu akıma ve meraka faydası/katkısı ne olacak?
- Yazar olarak kitapların gücüne inancım sonsuz. Ama şurası gerçek: Belli bir amaç doğrultusunda bir odada toplanmış, konuşmaya ve paylaşmaya gönüllü bir grup insanın yaydığı enerji çok saf, çok faydalı. Sadece sunum yapan birini dinleyen, not alan bir gruptan bahsetmiyorum. Soru soran, cevaplayan, düşünen, çıkarımlar yapan, interaktif bir sınıf burası. SOL İstanbul da böyle bir yer olacak.
Terapi gruplarından ne farkı var?
- Yıllar boyunca terapi ve eğitim birbirinden ayrı tutuldu. Freud, insanı anlamak ve çözmek için sanattan cinselliğe aklınıza gelen her alanı kullandı. ‘Terapi’ adı altında insanları eğitti. Asıl yaptığı öğretmenlikti. SOL’un da benzer bir yaklaşımı var: Terapi niyetine eğitim. Bir tür öğrenme atölyesi, değişime dair egzersiz alanı yani.
KENDİNİ ÇÖZEMEYEN CİNAYETE MEYİLLİDİR
Modern hayatta herkesin bir terapisti olmalı mı?
- İster terapistle, ister kitap ya da filmle, olmadı tek başına hallet ama herkes, kendini anlaması ve dinlemesi için ciddi mesai harcamalı. Bir bedene yerleştirilip bu dünyaya geldik, yanımızda bu ‘makinayı’ nasıl kullanacağımıza dair herhangi bir kullanım kılavuzu olmadan! Herkes ayaklı birer bomba gibi! Hepimiz potansiyel birer suçluyuz, katiliz, kahramanız aslında. İnkâr etmeyin, serde var. Kendini anlamayan/tanımayan biri, ehliyetsiz bir şoföre benzer; her an kendisini ya da bir yakınını öldürmeye meyilli. Bu yüzden şu hayatta yapacağın ilk şey, beyin kıvrımlarını tanımak, zihninin nasıl çalıştığını öğrenmek olmalı.
Bu, ‘iyi insan’ olmamız ve mutlu bir yaşam sürmemiz için yeterli mi?
- Kendini çözdün, sınırlarını keşfettin. Bununla da bitmiyor. Önünde koca bir hayat var yaşaman gereken: Okuyacaksın, âşık olacaksın, ayrılık acısı çekeceksin, iş bulacaksın, kovulacaksın, tekrar âşık olacaksın, evlen, çocuk yap... Yetmiyor, sonunda bir de ölümü tatman gerekiyor. Bir yandan da karşındakini anlamaya çalışacaksın ve inanın, hayatanızdaki herkes en az Shakespare kadar komplike varlıklar. Herkes bu yükün altından tek başına kalkamayabilir.
BEYLER, BOŞUNA UĞRAŞIYORSUNUZ
Botton, 'Sosyal medyayı fazla kullanan milyonlarca insanın “Anne bak! Anne bak!” diye bağıran küçük çocuklardan farkı yok' diyor.
Bir yıl evvel bir araya geldiğimizde Türkiye’deki en büyük eksikliğin “Seni anlıyorum” diyen politikacı olduğunu söylemiştiniz. Şimdi durum nasıl?
- Buradan bakıldığında Türkiye’de sular durulmuş, ortalık sakinleşmiş gibi. Ama bu neyin sakinliği? Sebebi umutsuzluk mu yoksa sağlıklı bir diyalog sürecine girilmesi mi? Bilmiyoruz, uzun zamandır okuyamıyoruz. Burada ‘medya faktörü’ devreye giriyor. Bir dönem, Türkiye manşetten düşmezken bir anda fiş çekildi ve hikâye yarım kaldı.
Son kitabınız ‘The News’ tam da bu konu üzerine kurulu: Medya, gazetecilik ve haber üretimi. Zamanlaması tesadüf mü planlı mı? - Uzun bir süre toplum kültürünün sanatçılar, düşünürler, yazar ve çizerler tarafından oluştuğuna dair romantik bir düşüncem vardı. Son birkaç sene içinde fena halde yanıldığımı fark ettim. Asıl başrol medya! Toplumu şekilendirmek de geliştirmek de medyanın elinde. Yeni tanrı, haberi üretenler ve yayanlar. ‘
Haber’ dediğim şey, 140 karakterle sınırlı bir tweet de olabilr, bir gazetede yayımlanmış makale de.
Medya üzerine çalışırken, Türkiye’de yaşanan sansürleri, internet yasaklarını da incelediniz mi?
- Maalesef evet ve onlara sadece ‘hayatta başarılar’ diyebiliyorum. 2014’te internet sitesi kapatmanın, haber sansürlemeye çalışmanın yerçekimine karşı gelmekten farkı yok. İstediğin kadar uğraş yine de boşuna ve saçma! Tüm dünyanın fişini çekecek halin yok ya... Londra’daki Google ekibinin, sizin Türkiye’de sansür yemiş haber sitelerine daha kolay erişim sağlamanız için değiştirdikleri IP’leri, oluşturdukları kısa yolları bizzat biliyorum.
Konuyla ilgili Türk politikacılarına nasıl bir mesaj iletmek istersiniz? - Beyler buna gerçekten ihtiyacınız yok, boşuna uğraşıyorsunuz. Nasıl yerçekimine kafa tutmuyorsanız sansürle de uğraşmayın. Demokrasinin gücüne inandığınızı söyleyip tasvip etmediğiniz bir içeriği sansürlemek gerçek bir paradoks! Bırakın yazılsın, çizilsin, okunsun ve ne olacaksa olsun.
DERTLERİMİZ AYNI, GELİN BERABER DÜŞÜNELİM
Londra’da 100 bin kişiye dokunmuş The School of Life , Melbourne, Paris ve Amsterdam’ın ardından 13 Ekim’de İstanbul’da, Bilgi Üniversitesi’nde açılıyor.
The School of Life, ortalama bir hayatta insanın karşısına çıkabilecek zorluklar ve tıkanıklıklar üzerine yoğunlaşıyor. Hepimizin altından kalkamadığı sorular aşağı yukarı aynı: Nasıl sakin kalabilirim? Nasıl daha iyi bir ilişki yaşayabilirim? Parayı daha iyi kullanabilir miyim? İtiraf edelim: Hayatımız, dertlerimizi içimize atmakla, bastırmakla geçiyor. Faça vermeyen, çaktırmayan ‘başarılı’ sayılıyor. Sonra gecenin 3’ünde panik halinde uykularından uyanıyorlar, orası ayrı. Benim çağrım şu: Çekinmeyin, gelin, birlikte düşünelim. Herkesin kafasındaki sorular, yüzyılardır aynı çünkü.
MODERN YAŞAM DERTLERİ DAHA CİDDİYE ALINMALI
Dünyanın üçte ikisi açlık çekip fakirlikten ölürken zengin insanların aşktan, stresten, yalnızlıktan dert yanması kulağa absürd gelebilir. Oysa zenginin de fakirin de problemi ciddiye alınmalı. İntihar oranları, zenginlerin katında katbekat daha fazla. Yüksek gelirli kesim, refaha ermezse toplum tıkanır.
KUSURLU OLMANIN TADINI ÇIKARIN
Dünyanın sizi kusursuzlaştırma tuzağına düşmeyin. “Geleceğin Bill Gates’i siz olabilirsiniz”,, “Gerçek aşk çok yakın* gibi laflarlara kulağınızı tıkayın. Bırakın, kusurlu olmanın tadını çıkarın. Daha kusursuz olmak arzusu size hırs, endişe, stres ve hayal kırıklığından başka bir şey katmayacak.
KARDASHIAN’IN POPOSUNDAN ÖĞRENECEK ÇOK ŞEYİMİZ VAR
Sosyal medya, kendi ekolünü yaratıyor; TIME bunu ‘Ben ben ben’ kuşağı diye kapak yapıyor. Siz, yeni jenerasyonu nasıl okuyorsunuz?
- Kendi mutluluğunu, zevkini, derdini düşünmekten dünyada başka insanların da yaşadığını unutmuş bir kesimden bahsediyoruz. Birini etiketleyip asmak kolay. Zor olan arkasındaki hikâyesini dinleyip defonun sebebini çözmek. Bu çocukların bir günahı, suçu yok. Ailesi kodlarını böyle yazdı. Çocuğuyla yeteri kadar duygusal zaman geçiremeyen ebevyenler, bu boşluğu paranın ve teknolojinin yardımıyla doldurmaya çalıştı. İstedikleri her şey anında alındı, yalnız kalmasın diye de türlü türlü teknolojik aletler önlerine sunuldu. Böylece duygusal yönden zayıf, meteryalist açıdan zengin, kalpten defolu bir kurban kuşak çıktı ortaya.
‘Selfie’ kavramıyla beraber narsizm de her zamankinden çok daha tartışılıyor...
- Başımıza gelen her felakette teknolojiyi suçlamaktan vazgeçelim önce. Narsizm, ‘selfie’den önce de vardı. Seks/porno bağımlılığının internetten önce de olduğu gibi... Bizim asıl, özgürlüğümüzü kontrol altına almamız lazım. Özgürlük, tüm dünyada ciddi bir problem yaşıyor. Kelime anlamı unutuldu, sözlükte karşılığı geçerliliğini yitirdi. ABD, yıllardır ‘Özgürlükler ülkesi!’ sloganlarıyla pompalanıyor. Peki, bu iyi bir şey mi? Kontrolsüz bir özgürlük, toplumda en az nükleer silah kadar tehlikeli.
Potansiyel sevgilinin de patronun da daha bizimle tanışmadan tüm sosyal medya hesaplarımızı didiklediği bir dönemde yaşıyoruz. Nasıl başa çıkılır bu durumla?
- Sosyal medya dediğin zaten ‘doğal sen’ değil ‘editlenmiş sen’ üzerine kurulu. Paylaşılan her cümle photoshop’lu, her kare botokslu. Ve herkesin ağzında aynı cümle: “Nasıl olur da herkes bu kadar güzel bir yaşam sürerken, benim hayatım zor?” Aslında değil. Sadece öyle gözüküyorlar. Toplum olarak daha dürüst alanlara ihtiyacımız var. Rengi mühim değil; gri, beyaz, siyah fark etmez.
Dürüstlük, nasıl geri gelir? - Daha az internet; daha fazla edebiyat, sinema ve sanat... Neyse ki hâlâ hayatı tüm gerçekliğiyle ve hem acı hem tatlı halleriyle yansıtabilen çok iyi
filmler, şarkılar, romanlar var.
Bir yandan filozof gözüyle magazine el attınız, Daily Mail tadında bir site kurdunuz: thephilosophersmail.com. Kurtuluş magazinde mi?
-
Magazin kültürüne çok meraklıyım. Hiç de hafife alınmayacak bir alan. En entelektüel takılan bile gizli gizli magazin dergilerini karıştırır. Genelde küçümserler, konuşmaya layık bulmazlar. Oysa Kim Kardashian’ın poposu üzerine de saatlerce derin ve verimli bir sohbet gerçekleştirebilir ve birçok hayat dersi çıkabilirsiniz. Snobluğu bir kenara bırakın ve tadını çıkarın. Asıl mesele, basit hikâyelerden yüksek fikirler çıkarabilmek.