Güncelleme Tarihi:
Sahneye ilk çıkışınızda ne hissetmiştiniz hatırlıyor musunuz?
-Tabii hatırlıyorum. Zaten bunaklık böyle bir şeymiş, eskiyi hatırlar, bugün ne yediğini unuturmuşsun (Gülüyor). 10 yaşındaydım, ilkokul öğretmenim bir piyesle geldi, “Başrolü oynayacaksın” dedi. “Oynayamam, ben artist değilim efendim” deyince de kafama cetvelle vurdu. Oyunda doktor bana “Sonbaharda, yapraklar yere düştüğünde kız kardeşin de toprağa düşecek” diyor, yani kardeşim veremmiş. Ben de elimde iğne-iplik yere düşen yaprakları yerlerine dikiyorum. Oynarken baktım herkes ağlıyor, ben de ağladım. Çok kötü bir duyguydu. Ondan sonra komediyi seçtim. Çünkü dram duyguya, komedi zekâya seslenir. Benim de zekâya zaafım vardır.
Gün geldi, meslek hayatınızın 56’ncı yılına girdiniz.
- Güzel bir 56 yıldı. Ben mutlu bir adamım. Bizim mesleğimiz, başkasını mutlu ettiğinde mutlu olduğun bir meslek. Seyirci güler, alkışlar, sen de mutlu olursun.
MİZAHÇI MUHALİF OLUR BEN DE MUHALİFİM
Tiyatro tamam ama televizyonda, beyazperdede yoksunuz.
- Siyasi görüşümden dolayı Halk TV dışındaki hiçbir kanala çıkamıyorum. Mizahçı muhalif olur, ben de muhalifim. Her devirde ama... Mustafa Kemal’in “Bağımsızlık benim karakterimdir” sözünü benimsedim, ben de bağımsız olmayı seçtim ama bağımsızlık risklidir.
Neden?
- Çünkü herkes sizi kendi safına çekmek ister, her parti “Bu adam benim adamım olsa” der. Benim öyle bir bağım yok. Ha bunun riski var mı? Var. Üç defa cezaevinde yattım. İşte hiçbir kanala çıkartılmıyorum, işlerim engelleniyor. Tiyatro turnelerinde AKP’li belediyelere giremiyoruz.
Cezaevine ilk girişiniz ne zaman?
- 12 Eylül’de... ‘Çizgilerle Nâzım Hikmet’ kitabı nedeniyle... Üstelik kitap yazılalı da beş yıl olmuştu. Diyarbakır’da bir adamın evinde kitabı ‘yakalamışlar’. Halbuki piyasada satılıyordu. Zaten polis beni almaya geldiğinde şaka zannettim.
Sonra?
- O kitabı Savaş Dinçel’le birlikte hazırlamıştık. Bayrampaşa Cezaevi’ne de beraber girdik. Karşımızda 50 kişilik bir grup, ellerinde ve ayaklarında zincir... Savaş “Hiiih” dedi, “Bize de zincir vururlar mı?” “Niye vursunlar oğlum, biz kitap yazdık” dedim.
Ama...
- Ama vurdular. Cezaevi arabasında, adliyeye giderken arabadaki o minicik aralıktan adımı gördüm. O zamanlar Emel Sayın ve Ajda Pekkan’la Yenikapı’daki meşhur Çakıl Gazinosu’nda şov yapardık. Neonda gördüm adımı, ‘Müjdat Gezen’ yazıyor. Matrak bir duyguydu. Neyse ki hemen beraat ettik.
BİR ARA ATATÜRK YÖNETİMİNE LAYIKTIK DEMEK Kİ!
Diğer ikisi?
- Yine sıkıyönetim zamanı, sıkıyönetim tavrına karşı gelmekten yattım. Diğerinde de film çekmeye yurtdışına gidiyordum, silahlarla uçağa gelip indirdiler. O da 1980’de. Bilinmeyen bir askeri birliğe götürdüler, albay “Neden geldiniz” dedi, “Bilmiyorum” dedim. “Suçunuzun ne olduğunu araştırın. Siyasi şubeye gidin, hakkınızda dosya var mı bakın” dedi.
Ne çıktı?
- Hiçbir şey. Hâlâ ne olduğunu bilmiyorum. Şimdi de öyle. Milim fark yok. Alıyorlar... Türkiye böyle evrelerden geçiyor. Bahtsız bir toplumuz. Bir halk olarak buna layık değiliz ama öbür lafta da diyor ki “Toplumlar layık oldukları yönetim sistemiyle yönetilirler”. Bir ara Atatürk yönetimine layıktık demek ki.
Toplumda nasıl bir dönüşüm görüyorsunuz?
- Cehalete doğru hızlı bir gidiş var. Ne Facebook’um var ne Twitter’ım... Oradaki jargon çok fena. Aleni küfürler vs... Hiç bu kadar seviyesiz olmamıştık. Belki bu duygu içimizde vardı. Ama din kisvesi altında geçinen insanların bu kadar terbiyesiz olmaları dayanılır gibi değil.
HAYATLA KAVGA EDERSEN GALİP GELME ŞANSIN ÇOK DÜŞÜKTÜR
‘Tanıdıklarım’ kitabınız hayırlı olsun. En başta hafızanızın kötüleri unuttuğunu yazmışsınız.
- Evet, kitapta yazdığım kişilerle de belki kötü anılarım vardır ama benim bilgisayarım siliyor. Formülünü sana veririm. Benim biri psikiyatr, biri psikolog iki doktorum vardı. Birinde ‘Think positive’ (Olumlu düşün), diğerinde de ‘Now here’ (Şimdi burada) yazısını gördüm. Evet, hayat, şimdi burada. Sabah kalktığında “Yarım bardak çay var, bunu götür” demek yerine, “Aa bunun yarısı dolu” demek biraz Stoisyen felsefedir. Epiktetos’la erken yaşta, 16’mdayken tanıştım. O bir köle. Efendisi Epiktetos’un ayağını eline almış, çatırdatıyor. “Efendimiz, kıracaksınız, çok canım acıyor” diyor ama o “Kırarım, sen benim kölemsin” diyor ve çat diye de kırıyor. Ondan sonra Epiktetos, tanrılara dua etmeye başlıyor. “Bacağını kırdım, neden dua ediyorsun” diye sorulunca da cevabı şu: “Çünkü öbür bacağımı da kırabilirdiniz.” Ben şükretmesini bilirim. Az param olduğunda az parayla yaşadım. Çok param olduğunda orta parayla yaşadım. Çünkü hayatımda üç şeyi kendim yönettim.
Nedir onlar?
- Birincisi şöhret. Hiçbir zaman “Sen benim kim olduğumu biliyor musun” demedim, işte aynı ayakkabıyı, tişörtü giyiyoruz. İkincisi, para... Para seni yönetmeye başladı mı bittin demektir. Mustafa Alabora’yla konuşuyorduk, ayağı ve 12 kaburgası kırık... “Para her şeyi yapar mı? Hadi hemen beni ayağa kaldırsın” dedi. Kaldıramaz. Üçüncüsü, içki-sigara. Sigara hiç içmedim, oyunların son günü kutlama yemeğindeyse önüme iki parmak bir şey koyarlar, o kadar.
Kontrollüsünüz?
- Öyle olmak zorundayım. Seyircinin telefonu çaldı. “Telefonunu kapatmamaya utanmıyor musun” demek olmaz; “Beni arıyorlarsa oyunda deyin” dedim. Hayatla kavga edersen galip gelme şansın çok düşüktür. Kavgayı fikirle yaparsanız iyi olur.
DEMOKRASİYLE GELEN DEMOKRASİYLE GİTMELİ
15 Temmuz’da neredeydiniz?
- Selanik’teydim. Böyle bir durumda yurtdışında olunca insanın psikolojisi daha da bozuluyor. Bir döndük ki 240 kişi ölmüş. Korkunç.
Ne düşündünüz?
- Askeri darbelerin hiçbirini sevmem. Demokrasiyle gelenler, demokrasiyle gitmeli. Şimdi bir de “Bu da FETÖ’cü, bu da, bu da, bu da...” diyorlar. FETÖ’cü diye adlandırdığın bir savcıyı, generali görevden aldın. Peki, ama yerine kimi koyacaksın? İşte bu çok önemli.
TARIK AKAN 'KADIKÖY'DE OKUL BAKALIM' DEMİŞTİ
Şehir Tiyatroları’ndan ihraç edilen oyunculardan bazıları öğrencilerim. Denk geldiği dönem itibariyle şaşırılmayacak iş değil. FETÖ’nün yaptığı bu hareketle Şehir Tiyatroları’ndaki bu çocukların ne ilişkisi var? Ya da mesela polislerin başörtüsü takmasıyla FETÖ hareketinin ne gibi bir ilişkisi var? Her şeyi aynı torbaya koyarsanız bu, meclisteki torba yasaya benzer. Şehir Tiyatroları’nın Genel Sanat Yönetmeni Süha Uygur’a telefon açtım, “Sen ne diyorsun bu işe” dedim. “Müjdat Abi, elim kolum bağlı ben de duruyorum, nedenini ben de bilmiyorum” dedi. Çok üzücü.
Tarık Akan “Kadıköy yakasında bir yer baksana, beraber bir okul bakalım” dedi fakat bize kimse yer vermedi. Bu meslekte kiracı olup okul açmak zor. Cihangir’de kiradaydık, bizi çıkardılar. Adam tabii baskı görüyor. Oradan çıkarılmamızın nedeni de binada sigara içilmesiydi. Alt kat, üst kat ve onun üstü bizi şikâyet etti ve mahkemeyi kaybettik. Hükümetle, bakanlarla da 17 davam vardı, hepsini kazandım. Son iki davayı da Cumhurbaşkanı affetmiş. Ama bu, duruşumdan ödün vermem anlamına gelmez. Sanat, bizatihi de mizah zaten karşı duruştur. Ben niye “Her şeyi çok güzel yapıyorsunuz efendim, muhteşem, harikasınız, paraları çok güzel yiyorsunuz, harika rüşvetler yiyorsunuz, fikir özgürlüğü konusunda sizden iyisi yok” gibi bir şey söyleyeyim ki... Bu, yalnız mizahçıya değil kimseye yakışmaz.
SÖYLEŞİNİN PERDE ARKASI: EVİNE ATATÜRK’ÜN FOTOĞRAFINDAN BAŞKA FOTOĞRAF ASMIYOR
Müjdat Gezen’le bu yıl 25’inci yılını kutlayan Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nin (MSM) Ziverbey’deki şubesinde buluştuk. Çekim sırasında yoldan geçenler bol bol fotoğrafını çekti, ıslıklarla destek verdi. Gezen’in burada yüzlerce kitabının olduğu bir kütüphanesi var. Kitap hediye etmeyi seviyor ama mümkünse Montaigne’in ‘Denemeler’ini istemeyin çünkü onu pek elden çıkarmak istemiyor. Meşhur özelliği, simetri hastalığı. Nispeten azalmış ama sohbetimiz sırasında sık sık masadaki uzaktan kumandaları tekrar tekrar düzeltti. Kaybettiği dostları içinde en çok Savaş Dinçel’i özlüyor. 12 Eylül döneminde cezaevinde elleri zincirli bir halde çekilen fotoğrafları, her daim okuldaki odasında asılı duruyor. Buna karşın Gezen, evine hiç fotoğraf asmıyor. Tabii Atatürk’ün resminden başka... 100’ün üzerinde maskı olan Müjdat Gezen, Kilyos’ta beş köpeğiyle beraber yaşıyor.