Güncelleme Tarihi:
En klasik sorudan başlayalım. Hayat seçimlerimizin bir sonucu mu? Bugün konuşuyor olmamız da ‘seçimler’ kategorisine girer mi?
Bütün alanlarda seçim bizimdir. İnsanlar seçimi sadece kol kaslarını uyarmak gibi düşünür. Yani istemli seçmek ve anında tepki almak... Ama hayatta belki yüzde birlik alanda bu şekilde seçimler yaparız. Bugün buraya gelmeniz elbette bilinçli bir seçim. Ama derindeki mekanizma direkt bir neden-sonuç ilişkisi içinde çalışmaz. Örneğin kalp atımı...Hhepimizin kalbi atıyor. Ama ‘atsın dursun, atsın dursun’ demiyoruz. Bu seçimi de biz yapıyoruz. Mesela art arda 10 tane kahve içsem, seçim yapmıyor gibi gözüksem de kalbimi yormayı seçmişimdir. Daha mutlu olduğum bir hayat seçmiyorsam, seçimimle kalbimi direkt etkilemiyormuşum gibi gözükse de, uzun vadede kalbimi yormayı seçiyorumdur. Yani hayat bilinçli seçimlerimizin bilinç ötesi seçimlerimizle birleşmesinin sonucu.
Öyle bir şey söyleyin ki, ‘Yok artık bunu da insan kendi seçmiş olamaz’ diyelim.
Hastalıklar... ‘İnsan kanser olmayı da seçer mi?’ diyorlar. Evet bilinçli olarak kanser olmayı seçmez. Ama sürekli alkol, sigara tüketip, sürekli stres altında hissedip mutsuz olan insan hastalık seçimi yapar. İyileşmeyi istediğini söylese de, sonucu etkileyecek bilinçötesi seçim her zaman negatife gidendir. Yani mesele otomobille giderken “Hayır, ben duvara çarpmayı seçmiyorum” demek değil, direksiyonu doğru zamanda sağa kırmak şeklinde bir seçim yapmak.
Dış sesle iç ses nasıl aynı şeyi söylemeye başlayacak?
Pozitiflik bir ‘zorla yapma’ halinden ziyade negatif olma sürecinden sıyrılıp kendin olma süreci. Bizler bir kaplan saldırmadığı sürece pozitif zihin yapısında yaşaması gereken pozitif varlıklarız. Bilinç ötesini etkilemenin en değerli yolu harekete geçmektir. ‘Birini seviyorum’, ‘Ben sağlıklı yaşamak istiyorum’ diyebilirsiniz. O zaman sevdiğinizi söyleyin, kalkın spora gidin, dans edin, zararlı besinler tüketmeyin. Hepimiz başka bir dünya istiyoruz ama kimse kendi dünyasına bile sevgi üfleyemiyor. Eğer söylediklerimiz, hissettiklerimiz ve yaptıklarımız paralel olursa bütün anlam karmaşası erir.
Hayatımızdaki her şeyin seçimlerimizin sonucu olduğunu bilmek bazılarının ‘hepsi benim suçum’ diye kendini yıpratmasına neden olabilir mi?
Belirli bir idrak şemasındaki insanlara, ‘Sen her şeyi kendin seçiyorsun’ dediğinizde zihinlerine tam oturmuyor. Ama evet, her şeyi biz seçiyoruz. Bir bilgeye soruyorlar, ‘Nasıl bu kadar bilgesin?’ diye. İki kelimeylle yanıt veriyor: Doğru kararlar. ‘Nasıl bu kadar doğru karar verdin?’ Tek kelime: Tecrübe. ‘Nasıl bu kadar tecrübeli oldun?’ İki kelime: Yanlış kararlar. Ben zihnimi şöyle rahatlatıyorum; bir seçimim beni beklediğim noktaya vardırmış olmayabilir ama bana zaman kaybettirmesine, acı vermesine rağmen deneyim kazandırdıysa, kendimi karlı sayıyorum. Üç dövmem var. Biri palyaço, biri ölümsüzlük sembolü, diğeri de bir kız suratı. Palyaço ile kız suratını 13 yaşındayken yaptırdım. ‘Anlamı ne?’ diye soruyorlar. Anlamı yok. O yaşta ilgi çekmekti amaç. ‘Pişmansın o zaman’, diyorlar. Hayır, değilim. ‘Niye sildirmiyorsun?’ diye soruyorlar. ‘Şimdiki Metin olsa palyaço dövmesi yaptırmaz ama pişman değilim’ diyorum. ‘Laf ebeliği yapma’ diyorlar. Hayır... 13 yaşındaki Metin birçok seçim ve hata yaptı. Doğruve yanlış seçimleri onu buraya getirdi. Gelebildiğim nokta mükemmellikten uzak ama içsel anlamda gelişimimden mutluyum. O nedenle 13 yaşındaki Metin’in verdiği kararları, seçimlerini kutsal görüyorum.
En çok ilişki seçimleri ile ilgili pişmanlıklar yaşıyoruz galiba...
İlk sevgilinizle bugün bir araya gelseniz, 5 dakika bile geçiremeyeceğinizi görürsünüz. Ama gelin görün ki o zamanki kalbinize ilk nefes üflendi; ilk aşk, ilk kıpırtı büyük bir uyanıştı. Belarus’ta yaşayan bir kıza aşık olmuştum... Uçağa biniyordum, 30 saatliğine yanına gidiyordum. Aynı dili bile konuşmuyorduk, bir bankta oturup ağlıyorduk. Sonra ben geri dönüyordum. Bir arkadaşım sordu: “Evlenecek misiniz?” Ona dedim ki, “Sinemaya gitmeyi seviyorsun. Ama film bitmiyor mu, bitiyor. Patlamış mısır yemeyi de seviyorsun ama o da sonunda bitiyor.” Hayat da böyle... Seçim yaptığımızda 5 sene sonraki bizimle aynı paralelde gitmesi gerekmiyor o seçimin. Ama biz her şey durağan ve güvende olsun istiyoruz. Oysa bugünkü seçimim bugünkü ben için doğrudur. Yarınki ben için yanlış olması, kutsal olmadığı anlamına gelmez.
Parmağı hep dışarıda olanlar var bir de... “O beni terk etti, yalan söyledi, işten kovdu” diye...
Dış dünya ile ilişki kurduğumuzda oradaki iradelerin seçimleri bizleri etkiler. Ama şöyle bir nokta var: Başka insanların yaptıklarından dolayı mutsuz bir hayat yaşamazsınız, mutsuz bir an yaşarsınız. Eğer genel mutsuzluk yaşıyorsanız, aynaya bakın. Bunu size bir yük vermek anlamında söylemiyorum. Tam tersine mutluluğun başkasının elinde değil, senin elinde demek istiyorum...
Dışarıdakileri neden suçlarız? ‘Neden Türkiye’de doğdum, neden kadın oldum, neden erkek oldum?’ deriz ya hep...
Binlerce insanla çalıştım; kadını, erkeği, azınlığı, eşcinseli... Herkes sahip olduklarının en kötü olduğunu düşünüyor. Kadın baskıdan şikayet ediyor, erkek güçlü durmak zorunda olmaktan... Kurban psikolojisi bilincimizi ve bilinç ötemizi istila etmiş. Bunu yapmayın. ‘Karakterim bu’ deyip bırakmayın. ‘Burcum bu’ deyip bırakmayın. ‘Annem-babam böyle’ deyip bırakmayın. Ötesine geçin. İnsanlar dışsal nedenlerden mutsuz olmadıklarını fark ettiklerinde kötü hissediyor. ‘Bu araba neden bu yöne gidiyor?’ deyip sinirleniyorsun ama direksiyondaki sensin... Yön seçimini sen yapmışsın. Bununla yüzleşen insan hemen bu idrakten kaçmak istiyor. Halbuki o idrakteki amaç, kendini yargılamak değil; anlamak, analiz etmek ve harekete geçmek...
Şimdiki soru sürekli işinden şikayet edenlere, ‘parası az, çok çalıştırıyorlar, mobbIng yapıyorlar’ diyenlere gelsin...
İş hayatı için yanıtlıyorum ama ilişkiler için de durum paralel... Firmaların insan doğasına uygun olmayan yönetim şekilleri olabilir ama şunu görüyorum ki, aynı kafa yapısını X firmasından Y firmasına geçirdiğinizde de şikayetler aynı kalıyor. Ben de kapitalist bir ülkede, ailemin ilaç masraflarını karşılamak için bu düzenin gerektirdiklerini yapmıştım. Ve öğrendim ki, kısa vadede farklı yollar sonuç veriyor gibi görünse de, bunlar çökmeye mahkum. Bana göre iyi emek, iyi zihin yapısı ve kararlılık aşkla birleştirilip yoğrulduğunda, uzun vadede muhteşem sonuç veriyor. İyi zihin yapısında ve iyi niyetli olduğunuzda, tepenizdekiler ne kadar baskılarsa baskılasın, iyi sonuç alıyorsunuz. Herkes kendi cehennemini yaratır. Sizi baskılamaya çalışmak için emek veren, odağınızı kaçırmaya çalışan kişi er ya da geç tükenir, sizin yaptıklarınız değer bulur.
Seçim yapmaya ne zaman başlıyoruz?
Fizyolojik bir gerçek... Sperm ile yumurta birleştiği andan itibaren hücresel zeka bölünme sürecinde yaşama ve üremeyi anneden bağımsız yapmaya başlar. Genetik kodlarımız hücresel zekamızla birleşiyor ve özgür iradeye sahip oluyoruz. Genelde çocukların seçimleri olmadığı düşünülür ama bedenlerindeki reaksiyonlar kendi beyinlerinin seçimi. O nedenle seçimler anne karnından itibaren başlar. Burada annelere bir sorumluluk yüklemek ama yük yüklememek istiyorum. Mesela hamilelik haberini alıyorlar ve panik içinde davranmaya başlıyorlar. Oysa çocuğun ilk tanıdığı enerji şefkat olmalı. Diyorlar ki, ‘Çocuğumuzu seviyoruz.’ Onlar sevdiğini ifade eden ama korkuyu seçen anne-babalar. Bir çocuğunuz olacaksa tabii ki doktora gidin, önlem alın, tetkikleri yaptırın ama o süreç anne ve baba için kutsal. Bunun kutsallığından kayıp endişesine odaklanırsanız çocuğun hayatında zorlanacağı anlar yaratabilirsiniz.
Korkuyu seçmekten bahsettiniz. Temel mesele korkuyu ya da sevgiyi seçmek mi?
Tohum düşünce de deniliyor ama ben tohum his ya da kök his diyorum. Kök his dediğimiz şey, yaptıklarımızın alt katmanındaki his... Seçimi hangi duyguyla yaptığımız... Duyguyu bulduğunuzda neyi seçtiğinizi de görüyorsunuz. Ayrılma sürecinde insanlar geliyor örneğin. İşinden, eşinden, ortağından ayrılacak... Onlara olumsuz olduklarını, önce sakinleşip sonra seçim yapmalarını öneriyorum. O kadar öfkeli ki ‘Hayır, şimdi ayrılmak istiyorum’ diyor. Öfkeyle seçim yapıyor. Evliliği savunmuyorum ama şöyle diyorum: “Ne olur önce zihnini dingin, barışçıl ve sevgi dolu hale getir. Ondan sonra karar verdiğinde pişmanlık duymazsın.” Ama zihin yapısı öfkede, hırçınlıkta, hınç almada, zarar vermedeyse, yaptığımız bir korku seçimi oluyor. Bunun da getireceği tek şey yıkım. Düşünün; bir ayrılık planlıyorsunuz. Güzel zamanlarınız oldu, birbirinize hizmet etmediğiniz zamanlarınız... Karşılıklı oturup dediniz ki, “Birbirimizi eskisi kadar geliştirmiyoruz. Bu süreci sonlandıralım.” Geriye dönüp baktığınızda saygı duyarsınız, o kişinin varlığı güç verir çünkü bir özgür bırakma ritüeli yaşanmıştır. Ama aynı ayrılış seçimini öfkeye, hınca, tepkiye dayandırdığınızda ya terk etmiş ya da terk edilmiş olursunuz ve bu yaranız hep kanar.
En çok şikayet ettiğimiz insanları da biz mi topladık etrafımıza?
‘İnsanlar dedikoducu, mutsuz, enerjimi çalıyor’ diyorsanız, bu da sizin seçiminiz... ‘Dışarıdakinin negatif olması benim seçimim mi?’ diyorlar. Evet. Keyifli, oyunlar oynayan, şakalar yapan enerjik bir adamım. Benim yanımda şikayet eden, somurtan bir insan görür müsünüz? Görmezsiniz. Çünkü onun istediği dedikoduyu, homurdanmayı, kurban bilincini sunamam. Sportif sportiflerle, mutlular mutlularla gezer, gece hayatını sevenler onlarla çıkar, dedikoducular da dedikodu yapanlarla... Bu sizin seçiminiz. Aynaya baktığınızda ne görüyorsanız etrafınız az ya da çok size onu gösterir.
‘Bugün işe arabayla değil metroyla gideyim’ diye bir seçim yaptık ve hayatımızı olumlu değiştirecek bir insanla tanıştık. Buradaki seçimi hangi aşamada yapmış oluruz?
O sırada nerede olduğunuz değil aslında seçim. Metrodayken karşılaştığınız insanların gözünün içine bakabilmek ve hatta selam verebilmeniz. Bir durumu oluşturmak için sonsuz emek, iyi zihin yapısı ve bolca aşk ve kararlılık varsa, o durumu oluşturacak insanlar size mutlaka gelir. Merkezimiz için halkla ilişkiler uzmanı almaya karar verdiğimiz gün bir arkadaşımın arayıp “Ben işten ayrılıyorum. Artık inanmadığım işler yapmak istemiyorum. Sizin için gönüllü çalışabilir miyim?” demesi gibi. Onun gönüllü çalışma isteği, konuya aşkla yaklaşması, o zihin yapısında olması bizimle profesyonel çalışmaya başlamasını sağladı.
Ülke genelinde yoğun bir gerginlik ve öfke görüyoruz. Bu tabloda bireysel olarak hepimizin yansıması var mı?
Siyasi bir görüşün temsilcisi değilim, insani görüşü anlatıyorum ve doğaya, insan haklarına, karşılıklı farklılıklara hoşgörülü olan bir gelecek istiyoruz. Daha adil paylaşım olduğu, herkesin refahının arttığı bir süreç... Ancak Türkiye’de sarkaç hep bir tarafın gücü ele geçirip diğer tarafı ezmesi üzerine kurulu... Şu anda ne yazık ki ciddi bir kalabalık öfkeli. Solcusu da dindarı da çevrecisi de... Hepimiz birbirimize karşı düşmanlığı deneyimliyoruz. Karşılığında da yansımalarını alıyoruz. Aslında farklılıklarımızla bütünüz ve dünyaya karşı bütün farklılıklarımızla yapbozun parçası olmak ve güzel bir tablo yaratabilme borcumuz var.