Güncelleme Tarihi:
Bu aslında bir işten kaçma-kaytarma gezisi olacaktı. Galatasaray takım uçağıyla Atletico Madrid maçına gidecektim. Ne kadar safmışım, aldatılmışım...
Nitekim daha geçen hafta, yayın yönetmenim Sedat Ergin, sevgilimle haftalar önceden planladığımız Kopenhag gezisini iptal etmiş, yerine Berlin’de bir iş vermişti: “E, o da gelsin! İş bitince Berlin’de tatil yaparsınız.”
Akşam 4’te kararan bir havada, Soykırım Anıtı ve Dehşet Müzesi arasında gezerken ilişkim onarılmaz yaralar aldı.
Madrid konusunda bir nebze pişmanlık ve empati beklerken, Ergin şunu söyledi: “Git, git. İzlenimlerini yazarsın, sahaya, soyunma odasına filan girersin.”
UEFA Şampiyonlar Ligi kurallarını hiçe sayan bu yaklaşımı geçtim, iki günlük Madrid seyahatinde en büyük hülyam, bir grup terli ve yarı çıplak erkeğin arasına dalmak olacaktı.
THY’nin özel seferiyle yola çıktık.
Futbolcular business bölümünde, kulüp görevlileri, sponsorlar, genç sporcular arkada...
Uçakta gizli bir hiyerarşi var. Kısa ama iri yapılı, babacan bir adam, elinde tespihle, geleni gideni kolluyor. Masör Cenk Akkaya’ymış.
Bir yönetici anlatıyor: “En anahtar adamlardan biridir masör. Neyi sorup sormayacağını bileceksin, sır saklayacaksın, dert dinleyeceksin...”
Uçağın ‘alpha female’ini* de bulduk *(baskın kadın karakter). Biz sarışın yabancı bir antrenörü elimizde bilet, yerinden kaldırmaya çalışırken “Antrenörü kaldırmayın, ayıp. Geçin bence boş bir yere” diye kibarca racon öğreten bir genç kadın...
“Kim?” diye sordum. Hakan Balta’nın eşi Derya Balta’ymış. Aynı zamanda bir Instagram fenomeni.
Madrid’e vardığımızda pilot motivasyon konuşması yaptı: “2000’de sizi UEFA finaline ben götürdüm. Bugüne kadar benim taşıdığım hiçbir maçı kaybetmedik. Şutlarımız gol, gazamız mübarek olsun!”
CALDERON'A VARIŞ
Madrid’in kalbi Sol’den Paseo de la Castellana’ya geçip, zengin mahallesi Chamartin’e vardığınızda Real Madrid’in mabedi Bernabeu’yu görürsünüz. Aynı meydandan güneye, nehir yatağındaki yoksul Arganzuela’ya indiğinizde ise Atletico Madrid’in stadı Vicente Calderón’u...
Statları nehir yatağındaki bir kamp gibi olduğundan taraftarına ‘Kızılderililer’ derler. Bizdeki ‘Apaçiler’ gibi...
Stadın etrafındaki barlarda, birahanelerdeki insanlara bakıyorum.
İki takım taraftarını yan yana koyun ve bir İsveçliye gösterin... Atletico’luların Türk, Galatasaraylıların Avrupalı olduğuna yemin ederler.
İberlilere özgü, yüzyıllardır süren çilenin izi vardır yüzlerinde. Konuşmaları, yüz hatları, bakışları serttir.
Kastilya’nın kurak ikliminde kavrulmuş hayatlarıyla, Cervantes’in torunları, gerçek İspanyollar bunlardır...
Modern Kastilyalıların en çileli grubu da muhtemelen Atletico taraftarıdır!
Dünyanın en ihtişamlı futbol kulübü Real çok üstlerine gitmiştir.
Stadı çevreleyen caddenin adı ‘Paseo de los Melancolicos’ yani Melankolikler Caddesi... Bazıları buraya ‘Paseo de los Elefantes’ yani ‘Filler Caddesi’ der. Maç çıkışı filler gibi başları eğik, sallana sallana yürüdükleri için.
TARİHİN EN YOĞUN GÜVENLİK ÖNLEMLERİ
Türkiye’nin Avrupa’yla kalan son bağları bu Avrupa kupası maçları sanki...
Geçenlerde beni Rakka’da yaşıyor sanan Amerikalı bir arkadaşıma “Benim takımım bugün Amsterdam temsilcisiyle oynuyor” diye güya hava atarken yakaladım kendimi. Fener, Ajax ile oynarken...
Hatta bekledim, sorsa da “Türkiye aslında Avrupalıdır! İstanbul, mini etek! Moderniz! Bölgede tek demokrasiyiz! Parlamenteriz biz!” diye kendimden geçsem diye.
İnşallah ters bir şey olmaz da “Eyy UEFA!” filan derken kendimizi birden Asya Şampiyonlar Ligi’nde El Hilal deplasmanında bulmayız. Tahtaya vuralım.
Gerçek şu ki eskisi kadar rahat değiliz.
Galatasaray taraftarı Sol Meydanı’nda “Müslümanlar Terörist Değildir” diye pankart açtı.
Vicente Calderón tarihinin en yoğun güvenlik önlemleri alındı. İzbandut gibi 400 polis, 500 özel güvenlikçi, makineli tüfeklerle etrafı kolaçan ediyor.
STADA GİRİYORUZ
Cam gibi bir hava, tepede nefes kesen dolunay...
Stadın kuzey tarafında, üst bölümde 800 ateşli Galatasaraylı... Bir bölümü Avrupalı Türkler...
“Bizim için Madrid’e de koy” tezahüratıyla İspanya Krallığı’nın maruz kaldığı en kafa karıştırıcı tehditle başlıyorlar. Bir ara tekbir sesleri yükseliyor. Ama İspanyollar anlamadan bitiyor.
Yanımda çok iyi bir futbol seyircisi, Hugo Boss’un İspanya ve Portekiz Genel Müdürü Tiago Baptista var. Sıkı bir Real taraftarı...
Geçen hafta Bernabeu’daki 4-0’lık Barcelona yenilgisini unutamamış. “Yaptıkları gerçek bir terör saldırısıydı!” diyor. İyi içmişler o akşam.
- Sevgili Tiago, lütfen delikanlı gibi söyle... Bir Türk takımı geldiğinde, nasıl bakıyorsunuz? “Beş atarız” filan diye mi?
- Hiç alakası yok. Galatasaray’a çok sert ve zor bir takım olarak bakarız.
- Peki Fenerbahçe’ye, Beşiktaş’a?
- Onlara da... Türk futbolu algımız: Asla pes etmeyen, çok sert, dirençli takımlar... İsviçre’den Basel gelse, kasmayız. Türk takımlarına öyle rahat bakmıyorum. Ama bugün şaşkınım. Galatasaray süper rehavet içinde.
Tiago, Atletico’ya çok saygı duyuyor: “Bunlar takımlarına aşkla bağlı. Simeone için ölürler. İstese çimleri bile yerler... Real hep en iyi futbolcuları alır. Atletico ise insanüstü çaba ve fedakarlık takımıdır. O yüzden Arda’yı (Turan) çok sevdiler, çünkü hep kalbiyle oynadı...”
Teknik direktör Simeone bir kez bile oturmadı yerine. Uzun siyah pardösüsüyle bir süper kahraman gibi. Sanki sahanın içinde.
2014’te İspanya’da Barcelona ve Real hegemonyasına son veren, Arda’ya sert futbolu öğreterek yıldızlaştıran, Messi’nin, Ronaldo’nun olduğu ligde takımını şampiyon yapan adam. Maç tatsız bitiyor: 2-0.
Türkçe anons yapan adamcağız bile motivasyonsuz, “Taraftarlardan ricamız güvenlik görevlilerinin yönlendirmelerine uymalarıdır” gibi saykodelik bir ‘Google Translate’ anonsu yaptı.
Otobüsle stattan ayrılırken flaşlar, kameralar Şeref Tribünü’nden çıkan birine yöneliyor.
Şampiyonlar kupasında ilk ve tek yarı finalin mimarı Mustafa Denizli. Bugünden itibaren takımı sahaya o çıkaracak. Pozitif futbolu ve karakteriyle umarım hepimize iyi gelir...
Dönüşte nazik pilotumuzun tesellisiyle geziyi bitiriyoruz. Evet, gerçekten söyledi:
“Yıkıldık ama ölmedik.”