Güncelleme Tarihi:
Manhattan’ın Chelsea bölgesinde meşhur gökdelenlerden biri. Ve içinde boydan boya, at koşturur cinsten, sonsuz, sorunsuz, çok ferah, çok beyaz, hangardan bozma bir çalışma alanı. Geniş, çok geniş, 500’den fazla kişinin çalıştığı modern fabrika burası. Dört dergi, iki televizyon programı, birkaç internet sitesi/blog’u, bir radyo istasyonu, muhtelif ev ürünleri, ofis gereçleri, şarap markası ve daha saymakla, yazmakla bitmeyecek bir ürün/marka yelpazesi... Adında ‘Martha’ olan her şeyin doğup büyüdüğü yer. Her departman, öyle ince bir hesapla tasarlanmış/saklanmış ki sanki ortalıkta kimse yok. Martha, çalışanları da masaları da sanki mutfağındaki araç gereç gibi son derece muntazam şekilde düzenliyor olabilir mi?
Ofisin en sol köşesindeki sade ve ince ‘Martha’ odasına ulaşmanız için yaklaşık 6-7 asistanın olduğu bir dar ofisten geçmeniz gerekiyor. Cirosu 1 milyar dolara yaklaşan şirketini, üzerinde kot bir gömlek, ayağında babet, suratında belli belirsiz bir makyaj, kek pişirmek için mutfağa girmiş bir kadın rahatlığında yönetiyor. Adımları minik ve hızlı. Patron olarak bir Anna Wintour gaddarlığında olmayabilir ama asistanlarının aynı askeri kamptan çıktığı belli. (Söyleşi boyunca aralara sepiştirilmiş saniyelere dikkat!)
Ve karşınıza hiç de öyle ince hesaplanmış bir gülümsemeyle kişiye özel dikilmiş cümlelerle çıkmıyor. Ezberden, gazelden konuşmuyor; evinden, mutfağından bahsediyor, kızından dert yanıyor. Brand Week İstanbul’da yapacağı “Nasıl ‘lovemark’ olunur?” konuşmasının şifrelerini dökerken “Samimiyet” diyor ve ekliyor: “Kendin olmak ve doğal durmak.” Suratında botoks, üzerinde pahalı bir kıyafet olmadan söylenince, kulağa gayet manalı gelebiliyormuş bu ‘ünlü deyişi’ sözler.
2004’te ABD kadınının sembolüyken borsada hile yapmak ve sahte belge düzenlemek suçlarından 6 ay hapis cezası alması bile “Hayat sana limon verdiğinde limonata değil, limonlu sufle yapacaksın” diyor. Ve her gün, her sene pişirdiği limonlu suflelerin tadından yenmiyor!
DÜN YEMEĞİNDE MİSAFİRDİ BUGÜN ŞİRKETİNDE CEO
Attığınız her adımın, çıkardığınız her yeni projenin stratejik bir derinliği var mı? Mesela bir tarif kitabı olan son kitabınız, ‘One Pot’ın ‘yemeğin’, gastronominin altın çağını yaşarken çıkması tesadüf mü?
- Kitap çıktığı hafta, New York Times çok satanlara dördüncü sıradan girdi. İnanabiliyor musun? Öyle çok hesap kitap yaparsan inandırıcılığını yitirirsin. Önemli olan insanların hayatlarını gözlemlemen, ihtiyaçlarını sezmen. One Pot, benim 85’inci kitabım. 1982’den beri kitap çıkarıyorum. Her kitap, sadece iyi yemek, iyi ev yaşamı üzerine değil. Aynı zamanda değişen yaşam kültürünün yansıması gibi.(Asistanlara seslenerek) İlk kitabımı alabilir miyim lütfen? (36 saniye sonra) Bu da ilk kitabım: ‘Entertaining’
Gerçek bir Amerikan klasiği gibi!
- (Sayfalarını çevirmeye başlıyor. Aile albümünden fotoğraflar gösterircesine, tek tek göstererek/anlatarak...) Bak, bu marangoz olan büyük dedemden kalma yüz küsur yıllık bir sandalye. Şu fotoğrafta gördüğün yüzlerce tavanın hepsi orijinal, Fransa’dan. Hâlâ mutfağımda duruyor. Bakar mısınız sofrada solumda oturan adama: Daniel (Dienst) bu! O zamanlar sadece arkadaştık, şimdi şirketin CEO koltuğunda. Bana yemeğe gelen, sürprizlere hazırlıklı olmalı!
Biz ne zaman davetliyiz?
- Ne zaman isterseniz tatlım!
GÖZÜN BAŞKA ÜLKELERDE OLURSA YENİLENİRSİN
Yale Üniversitesi’nde tanışıp evlendiği Andrew Stewart’tan bir kızı var. Çift, 1990’da boşanmıştı.
Nereden geliyor bu merak, bu beceri?
- Çocukluğumdan! Küçüklüğüm mutfakta, bahçede ya da marangoz dedemin yanında ama illaki hep bir uğraş halinde geçti.
DNA’larınızda var yani...
- Ondan emin değilim. Kızım geçenlerde şahane manzaralı, hangardan bozma bir stüdyoya taşındı. Taşınmadan dedim ki: “Bana gel. Ve ne ihtiyacın varsa al” Neler aldı biliyor musun?
Mutfağın tamamını?
- Sadece üç şarap bardağı!
Pek size çekmemiş anlaşılan...
- Zerre kadar ilgisi yok o işlere. Ne kadar işkadını olsan da günün sonunda bir annesin. Ve endişeleniyorsun misafir geldiğinde ne kullanacak diye. Yeni jenerasyonun yaşam tarzı böyle işte. Sadece gerektiği kadar. Az, öz, sade, basit, minimal...
Hep İskandinav kültürünün meyveleri bunlar!
- Kesinlikle. Dünyanın yeni sakin gücüne sahipler. Üstelik bunu ABD gibi bol sloganlı büyük stratejilerle değil, H&M ve IKEA gibi basit fikirli markalarla, ‘The Bridge’ ve ‘The Falling’ gibi dizilerle yapıyorlar.
İzliyor musunuz ikisini de?
- Tabii ki. Hem de orijinallerini. İlk günden beri.
Başka neler izlersiniz?
- Homeland. Onun da orijinalini tabii. Yeni kural bu: Dünyayı izle, bir adım önde ol. Gözün hep başka ülkelerde olmalı.
YAŞAM GURUSU AKTRİSLERİN EN BAŞARILISI JESSİCA ALBA!
Araştırmalara göre bu kadar sevilmesinin sırrı ABD halkının kendilerine yakın hissetmesi.
Söyleşinin en adrenalini yüksek bölümü, ofisinde ‘Gwyneth Paltrow’ ismini telaffuz edince yaşanıyor. Kısa bir ‘önceki bölümde’ özeti geçelim: Yeni sitesi ve televizyon programıyla daha yeni, daha modern bir Martha olmaya soyunan Paltrow azarı yemişti: “Oyunculukta kendisine güveniyor olsa zaten Martha Stewart olmaya çalışmazdı. Biraz sessiz olmasını ve kendi işine bakmasını öneririm.”
Gwyenth Paltrow, Blake Lively... Hollywood’da herkes ‘yaşam gurusu’ olma peşinde. Yaşam blog’ları var, kitaplar yazıyorlar... Nedir bu merakın, hevesin sebebi?
- Yeni bir gelir modeli, yaşam biçimi bu. Çoğu oyuncu kariyerini devam ettirmek için bunları yapmak zorunda. Bu işi iyi kıvıran da var beceremeyen de...
En çok hangi ünlünün ‘guru’luğunu beğeniyorsunuz?
- Jessica Alba! ‘Honest Company’ şirketiyle büyük işler başardı. Organik bebek kıyafetleri, kitapları... Şirketinden çıkan her ürün çok başarılı.
Yeni fenomen ‘lifestyle’ mı?
- Uzun bir süredir öyle. Modanın, gastronominin, sanatın şık bir filtreden geçmiş, güzel bir şekilde paketlenmiş versiyonu bu. Ünlüler de bu paketi iyi taşıyor.
TÜRKLER MİSAFİR AĞIRLAMA KONUSUNDA BİR DEHA
60’lı yılların popüler modellerindendi. Catering firması açmasıyla odak noktası değişti.
Derginizin sabit köşelerinden ‘Martha’nın aylık ajandası’nda 4 Kasım Salı’ya şöyle bir not düşmüşsünüz: “İstanbul’da ‘Brand Week’e katıl. Gitmişken Mısır Çarşısı’na uğra. Baharat, çanta ve kumaş alışverişi yap.”
- İstanbul’a gelince yapacağım ilk iş Mısır Çarşısı’na gitmek olacak. Dünyada beni bu kadar heyecanlandıran sayılı yerden biri. Yemeğe, mutfağa meraklı birinin aklını kaçırmadan ordan çıkması mümkün değil!
Son İstanbul ziyaretiniz...
- 4 sene önceydi, rüya gibiydi! (Asistanlarına dönerek) İstanbul gezimizin dosyasını alabilir miyim lütfen? (47 saniye sonra...) Bir bakalım, neler yapmışız...
Tüm seyahatlerinize, çekimlerinize dair notlar, yazışmalar, programlar hep böyle arşivde mi?
- Hepsi, en ince ayrıntısına kadar kayıt altında. 9 gün kaldım Türkiye’de. Programım için uzun bir çekim de yapmıştık gelmişken. Bodrum’a da gittik, Kapadokya’ya da... Türkler, misafir ağırlama meselesini sanata dönüştürmüş bir ırk. Caroline ve Mustafa Koç, Daphne ve Ferit Şahenk, Çiğdem Simavi... Hepsiyle çok güzel yemekler yedim. Şahane vakit geçirdik, iyi dost olduk.
Türk coğrafyasına, kültürüne ne kadar hâkimsiniz?
- Nerden başlamamı istersin? Antik Çağ’lardan mı, Osmanlı’dan mı? Büyükannem ve büyükbabam Kos’lu. Kendimi hep o bölgeye ait hissettim.
TÜM KADINLARIN ARZUSU AYNI
Tüm dünyada kadınların ‘Marhta Stewart’ markasına karşı koşulsuz bir aşkkı var. Üstelik bir kriz ya da hapse girmeler bile etkilemiyor, aksine güçleniyor. Nasıl bir bağ bu? Sırrı ne?
- Kimsenin kimseden farkı yok. Ne benim diğer ABD’li kadınlardan, ne de onların dünyanın öbür ucundaki diğer kadınlarından. Türkiye’de başörtülü bir kadın ya da buralı, ‘New Yorker’ bir kadın bedenini hangi kıyafetle örterse örtsün içindeki arzu hep aynı: Gururla göstereceği bir eve sahip olmak, eşine güzel bir yemek sunmak, organize bir hayata sahip olmak...
MARTHA’DAN EN ÖNEMLİ İYİ VE UZUN YAŞAM SIRRI
Ailenizin yakın dostlarını tanıyın, onlarla zaman geçirin. Anne, baba formundan çıkarıp insan olarak tanımanızı, sevmenizi, hatta arkadaş olmanızı sağlarlar.
BİLİYOR MUYDUNUZ?
1991’de Anthony Hopkins’le birlikteyken ‘Kuzuların Sessizliği’ni izledikten sonra ilişkiden caydığını... “Onu çok sevdim ama biraz korkutucuydu. Maine’deki şahane evime davet edecektim ama filmi gördükten sonra vazgeçtim. O kadar gerçekti ki etkisinden çıkamadım. Özenle dekore ettiğiniz yemek odasında, böyle bir adam ister miydiniz?”